Yedi Kat Fazlası

Ben köpek, it de derler. İnsanlar buraya Üsküdar diyor.
Ben köpek, it de derler. İnsanlar buraya Üsküdar diyor.

Biz köpeklerse yedi kat hızlı yaşarız. Bir insan günü yedi köpek günüdür ki bu da bir köpek haftasına tekabül eder. Her şey, diyordum, size göre sadece bir hafta önce başladı. Benim içinse yedi kat fazlası…

Ben köpek, it de derler. Aslında buralı değilim, buradan kastım Üsküdar. Her şey bir hafta önce başladı, bir hafta nedir diye soracak olursanız şöyle bir şey: Önce güneş doğar, sonra batar ve ay doğar. Bazen ay, güneşin batmasını da beklemez ama hava karardığı zaman caddeleri kandiller, geceyi ay ışıtır. İşte bu döngü tam yedi defa tekrar ederse bir hafta olur. Tabii bu anlattığım insan takvimi… Biz köpeklerse yedi kat hızlı yaşarız. Bir insan günü yedi köpek günüdür ki bu da bir köpek haftasına tekabül eder. Her şey, diyordum, size göre sadece bir hafta önce başladı. Benim içinse yedi kat fazlası…

O sabah Tophane’de okunan ezanla güzel bir güne uyandığımı düşünmüştüm. Sadece ezanı okuyan ses her zamankinden farklıydı. O sesi çok iyi tanıyordum, aksakallı ihtiyar bir adamın sesiydi. Ne mübarek insandı, her gün akşam yatsı arası, cami duvarına benim için yemek bırakırdı. Birkaç defa onu evine kadar takip ettim. Ne zaman yanına yaklaşsam bana gülümserdi. İçten bir gülümseme insan için neyse biz köpekler için de yedi kat fazlası, daha yoğun. Tıpkı zaman gibi. Ara sıra başımı okşardı, her zaman değil, sadece namaz çıkışlarında. Kimi zaman da ezan dilinde bir şeyler söylerdi: “ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîdi” Anlamını bilmiyorum, yine de o bunu ne zaman söylese yüreklenirdim. Ne diyordum, onu evine kadar takip ettim, Haliç kıyısında, iki arka sokakta oturuyordu, kapısına kadar eşlik ettim.

Dönüp bana gülümsedi ama bu sefer hüzünlü bir gülümsemeydi. İçeri girdi, ön ayaklarımı uzatıp kapısına yerleştim. Geceydi, ay yarımdı ama yine de kandilsiz, tenha sokakları gün gibi aydınlatıyordu. Bir de size söylemeyi unuttum, biz köpekler gece vakti siz insanlardan yedi kat daha fazla görürüz. Tedirgin olmuştum, o zatın peşine takılıp evine kadar gittim ama burası benim mahallem değildi. Sokağın başından iki köpek daha çıktı, iriceydiler. Benim kokumu almış olacaklar ki üzerime doğru geldiler. Yerimi terk etmek istemiyordum. Hırladılar, havladım. Pencere açıldı, işte, dedim kurtarıcım geldi, beni yanına alacak. Bana sahip çıkacak. Baktım o değildi bir kadındı. Diğer köpekleri karanlıkta görmüyor, bana bakıyordu.

Nefretle bakıyordu, yedi kat fazla. Hoşt, dedi anladım. Adamın yüzündeki hüzünlü tebessüm o kadındı. İstenmiyorsam durmam, ben o bildiğiniz yılışık köpeklerden değilim. Hemen uzaklaştım, arkamdan birkaç defa daha havladı mahallenin itleri.

O gün bir karar aldım, artık o zatı sadece camide ziyaret edecektim, çünkü semtin bu mahallesinde belli ki istenmiyordum. Yine de o gece dönüş yolumda sık sık kokumu bırakmayı da ihmal etmedim. Herkes ayık olsun, öyle iki havlamayla kışlayabilecekleri dünkü enik değilim. Bu böyle uzun süre devam etti, sizler için yedi kat daha kısa. Ancak o sabah ihtiyarın sesiyle uyanmayınca merak ettim, ne var sadece kediler mi meraklı olur. Yerimden kalkıp cami avlusuna gittim. Aksakallı ortalarda yoktu, o kapıyı hiç terk etmemeliydim. Cemaatin dağılmasını bekledim; camide tek bir âdemoğlu kalmayıncaya kadar bekledim. Yoktu. Sağa baktım, sola baktım, sonra tekrar sağa baktım. Yoktu. Yeminimi bozma vaktim gelmişti zira o buna değerdi. İhtiyarın evinin yolunu tuttum, bir yandan tetikteydim. Mahallenin itleri her an her yerden çıkabilirdi. Kapısına vardığımda kahroldum.

Ölüm kokuyordu, bu kokuyu siz bilmezsiniz. Yavaş yavaş başlar, hastalık neredeyse ilk orası kokar. Sonra tüm vücuda yayılır, en son insanın verdiği son nefesten, ağzından yaşamla beraber çıkar. İhtiyar hastaydı ama yola bir defa girmişti. Çok sürmez birkaç haftaya koku tüm bedenini saracak ve nihayetinde ağzından çıkacaktı. Elden ne gelir köpeğim, sadece köpek. Canım sıkıldı, daraldım. Ne zaman daralsam Karaköy sahiline iner, karşı kıyıya geçen kayıklara havlarım. O beni rahatlatır. Yine öyle yaptım Karaköy’e doğru Haliç kıyısından adımladım, karşıma birkaç köpek çıktı hırlayıp kaçırdım. Balıkçılar çarşısından geçerken, bir adam ağ ayıklıyordu. Ağa gümüş takılmış kafama attı, başka zaman olsa tek lokmada yutardım. Balık, yere düşmeden mideme girerdi. Adama döndüm ve hain, serseri, ipe sapa gelmez bir it gibi havladım. Sesimin en yüksek tonuyla havladım. Balıkçı yerinde zıpladı, yerden bir taş kaptı fırlattı. Uzaklaşırken adamın, ite bak balık beğenmiyor, diye yanındakine söylendiğini duydum. Yanındakiler adama gülüyordu. Artık iyi bir köpek olmayacaktım.

Karaköy’e vardığımda, iskeleye kalyondan küçük, kayıktan büyük bir tekne yanaşmıştı. Tekneye kıyıdan mal yüklüyorlardı, sevimsiz bir kedi. Hamalların ayakları arasında geziniyor, tabiri caizse sevgi dileniyordu. Oldum olası kedileri zaten sevmem, insanların o nankör hayvanları sevgi göstermesini de anlamam. Gel desen gelmez, git desen gitmez. Bir an düşündüm, o ihtiyar sevgisini bana değil bu kediye göstermiş olsa, şu an mübarek hasta yatağında öledursun, bu zındık hemen kendine yeni birini bulma uğraşına girişirdi. Oysa onlar da pekâlâ ölümü bizim kadar koklayabilirler. Aklımdan geçen bu anlık düşünceyle beraber, kafam attı. Tüm nefretimle kedinin üzerine çullandım. Kedi kaçıyor, ben kovalıyordum. Hamallar, gelişigüzel küfretmeye başladılar, ortalık birbirine girdi. Bir yandan havlıyor, bir yandan ağlıyordum. Sesim havada hamalların küfürlerine karışıyor, gökyüzüne bir uğultu yükseliyordu. Kavga da ölüm gibidir, yavaş yavaş yükselir, belirginleşir. Sonra meraklı gözlerle bakar insanlar, kime ne olmuş.

En sonunda kedi iskeleye çıkıp tekneye atladı. Esasında hiçbir güç beni bir tekneye çıkaramazdı, denizden de denizin üstünde gidenden de haz etmem. Dedim ya, gözüm bir kere kararmıştı. Ben de kedinin peşine tekneye atladım. Atlamasına atladım ama suyun ilk çalkantısıyla güvertede kalakaldım. Kedi kayboldu gitti, kokusunu alıyordum lakin takip edecek hâlde değildim. Derhal, ilk gördüğüm çuvalın altına girdim. Sanırım ilk defa böylesine korkuyordum, ne ölüm ne mahallenin itleri ne de eline yumruk büyüklüğünde taş almış balıkçı benzer bir korkuyu bana yaşatamazdı. Acaba korkumuz da sizlerden yedi kat fazla mıydı? Gözlerimi kapadım. Saatlerce olduğum yerden kıpırdayamadım. Tekne çalkandı, çalkandı. Denize açılmış olacak ki öncekine nazaran artık yedi kat daha fazla çalkanıyordu. Bir köpek ömrüne yetecek kadar serüven yaşadığımı hissediyordum.

Tüylerim kabarmış, kuyruğum arka bacaklarımın arasında kendine yer edinmişti. Sonunda teknenin çalkantısı hafifledi. Anladım ki karaya yanaştık. Tüm cesaretimi topladım ve kendimi çuvalın altından güverteye attım. Beni gören tayfa tekrar sövmeye başlamıştı. Daha önce hiç duymadığım küfürler ediyorlardı. Bense etrafı kolaçan ediyor karaya atlayacağım iskeleyi arıyordum. Tepemizde martılar uçuşuyordu. Gözüme bir minare ilişti sonra bir tane daha o tarafa doğru koşmaya başladım. İskeleyi gördüğüm gibi iki hamlede karaya atladım. Bambaşka bir yerdeydim. Bir an tekneye dönsem mi diye düşünmedim değil, beni evime geri götürebilirdi. Sonra elinde sopayla tayfadan bir adamın bana doğru koştuğunu fark ettim. Ve bir kez daha topukladım.

Ben köpek, it de derler. Tüm bunlar insan zamanıyla bir, köpek zamanıyla yedi hafta önce yaşandı. İnsanlar buraya Üsküdar diyor. Denizin ötesinde, karşı yakada semtimi görüyorum. Ona ulaşamıyorum. Sürekli ihtiyarı düşünüyorum, ölümün kokusu burnumda… Ne zaman ezan sesi duysam, uluyorum. Vaktimin tamamını rıhtımda geçiriyorum, belki bir kayıkçı o ihtiyar gibi insan evladıdır da bana gülümser… Beni alıp evime götürür… Eğer hâlâ sağsa son kez aksakallıyı görürüm. Bana son bir kez daha ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîdi, der… Yine de hissediyorum, artık o eski köpek değilim. Siz insanlar yaşadığınız acılarla değişiyorsanız, emin olun ben yedi kat daha fazla değişiyorum. İşte, bu da benim hikâyem; sizin hikâyelerinizden yedi kat daha acıklı…

  • Başkası söylemeden ben söyleyim. Arda, erken başladığı biçimsel oyunları, zeka gösterilerini zamanında bıraktı, şimdi gerçekten hikaye anlatıyor. Üstelik kurgu zekası denen şeyin varlığını ispat edercesine. (A.E.)