Adana’da spontane hayat

Sabancı Merkez Camii.
Sabancı Merkez Camii.

Adana’yı kime sorsanız muhtemelen “O, içinden geçip gidilen bir şehirdir,” cevabını alırsınız. Tabii ki bu soruyu, bir Adanalıya sorma hatasında bulunmayın. Bir Adanalıya göre Adana dünyanın merkezidir. Herkes içinde doğup büyüdüğü şehrini bu şekilde çok sever. Bu Adana söz konusu olduğunda belki biraz daha fazladır.

Ben de bu yazıyı yazmadan önce bir Adanalıyla konuştum. Onun sözleri, benim içime doğanlarla örtüşüyordu. Evet, Adana bir kapalı kutudur ki, bütün köşelerini keşfetmek zordur. Onun göründüğüyle yetinirseniz, Adana size hiçbir şey anlatmaz ve göstermez. Fakat onunla baş başa kalmayı gözer alırsanız, daha doğrusu “Açıl susam açıl!” diyebilirseniz, Adana Binbir Gece Masalları’nın hazine dolu mağaralarına dönüşebilir.

Adana Ulu Camii.
Adana Ulu Camii.

Adana’nın -belirtmeye bile gerek yok- yemek kültürü bilinir; enfestir. Adanalıların misafirperverliği ve müzik özelinde sanata yönelik ilgileri de dikkat çekicidir.

Taş Köprü’sü, Sabancı Merkez Camii, sonrasında Adana Ulu Camii, Ayas Antik Kenti veya sayıları onları bulan yaylaları da Adana denilince ilk akla gelen, gezilmesi tavsiye edilen noktalardır. Henüz ilçelerine, köylerine gelmeden bu mekânları söyledik. İlçe ve köylerine daldığımızda Adana -Konya, Kayseri gibi- içinden zor çıkılacak şehirlerden biridir. İçinden geçilip gidilecek şehir özelliği ise, Türkiye’nin doğuyla batısını güneyiyle kuzeyini birleştirmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden kara yoluyla şehirler arası gezi yapıyorsanız tabelalarda sık sık ismine rastlayacağınız şehirlerden biri de Adana’dır.

Mesela Mersin ve Alanya, Maraşlı birisi için denizle buluşmanın ismidir. Aynı şey bir Antepli, Adıyamanlı veya Urfalı için de geçerlidir. Fakat Mersin ve Alanya’ya ancak Adana’dan geçilerek gidilir. Yaz mevsiminde Adana’dan geçiyorsanız, ya arabanın klimasını açıp camları kapatırsınız ya da bütün camları indirip, sıcak rüzgârın yüzünüze vurmasından ayrı bir keyif almaya çalışırsınız. Her iki durum da Adana’yı anlatır. Kış mevsiminde Adana’dan geçiyorsanız, bu toprakların neden “bereketli” diye nitelendirildiğini anlarsınız. Toprak birçok şehirde yılda bir veya birkaç ürün verirken, Çukurova’da en az yedi, sekiz defa ürün verir.

Büyük Saat Kulesi.
Büyük Saat Kulesi.

Bunları da hemen herkes bilir. Bir de Adana’nın çekiciliğinden söz etmek lazım. Daha doğrusu her Adana’ya gidişimde “tekrar gelmeli ve sokak aralarına kadar dolaşmalıyım bu şehri” merakını bende uyandıran gürültüsünü, kalabalığını, doğaçlama yaşantısını… Bu duyguyu yirmi beş yıl önce ilk kez Adana’yı gördüğümde de hissetmiştim, şimdilerde bile gitsem aynı duyguyla sarmalanırım. Adana’ya yönelik bende oluşan bu merak, onun her şey meydanda, ortada, gizli hiçbir şey yok görüntüsünün altındaki gizemle ilgilidir. Bu gizemi biraz olsun aralamak, hissetmek, anlamaya çalışmak için Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde ve Yaşar Kemal’in İnce Memed romanlarını okumak gerekir. Adana, efsaneye yaklaşan gizemini, bu romanlarda açığa vurur. Yine de emin olmayın tabii; eğer Adana’nın o bunaltıcı sıcağından Yumurtalık’ın ferahlatıcı sahillerine inmemiş veya Pozantı’nın yaylalarına çıkmamışsanız, gizemi ortaya çıkaran romanlar da işe yaramayabilir.