Atsızlık ve topraksızlık: Ayakkabı

Bir nesneye bir organ olma hakkı verseydik herhalde önlerde yer alırdı ayakkabı.
Bir nesneye bir organ olma hakkı verseydik herhalde önlerde yer alırdı ayakkabı.

Bir nesneye bir organ olma hakkı verseydik herhalde önlerde yer alırdı ayakkabı. Evden yani güvenli alanımızdan çıkar çıkmaz bizimledir. Onunla başlar gün dışarda. “Bağlarım yürür / çözerim durur” diye bilmecelere dahi konu olmuştur. Atsızlık, topraksızlık, doğasızlıktır ayakkabı. İnsan yaratıldı ve yürümeye başladı yeryüzünde. Ayağını koruması gerekmiyordu ilkin. Berrak bir toprak, henüz insanın değiştirmeye lüzum görmediği bir güzellikti tüm çevre.

İnsan düşündü, söyledi ve müdahale etti. Hâkim olmak istedi. Ağaçlar kesildi, sonra kuşların sesleri, toprağa demir tuzaklar kurdu. Ve insan eksiliyordu. Bir güzelliği düşünecekti ama artık dikkat etmesi gereken bir dünya vardı. Bunun da sebebi kendisiydi. İnsan dikkat etti. Kılıç yaptı. Çarık giydi. Tabiatla arasındaki mesafeye birkaç santim ekledi ayakkabıyla. Eski dostunu, yeni ama acımasız bir medeniyetle değişti. İnsan nankördü. Dünya tarihinin en eski ve en demokratik uzlaşmasıydı bu.

Demir ehlileştikçe, kumdan cam yapıldıkça, taşların zararsız çokluğu da bir risk oldu. Tarlasına yürüyerek giden insanın ayağına her an bir şey batabilirdi. İlk formları belirmeye başladı ayakkabıların. İnce tabanlar, askeri çarıklar, hepsi bir gün insan için mesele oldu. Ayakkabı vardı artık. Düzenli olarak eskiyen, tamir ettirilen, insana statü sağlayan ayakkabı. O uzaklara gitme isteği geldiğinde, göğsümüze oturan acıyı dağıtmak için yürüdüğümüzde o da vardı artık yanımızda. İnsan neyi paylaşır bir ayakkabıyla? Dışardan duyulamayan o sessizliği. Arkadaşınla ettiğin kavgayı yürüyerek üzerinden atarken, ayakkabının sesi çıkmaz. Ama düşünce nerdeyse o da ordadır.

Nice ayakkabılar postallar, insana kan kusturdu. Irak işgal edildi. Afganistan, Suriye ve Vietnam. Felluce’de oynayan çocukların geride bıraktıkları boş ayakkabılara ne oldu? Batan göçmen botlarından çıkarılan o ayakkabılar çöpe mi atıldı sahiden? Dolu ayakkabıyla, boş ayakkabının acı farkını anlayamayız ama mantıken bilebiliriz. Hatta bazı insanlar sabah uyanırken ve gece yatarken işte bu boş çocuk ayakkabılarıyla yatarlar. Mesuliyet altında hissederler kendilerini. Dolu ayakkabının zalimliğini ne yapacaklarını bilemezler. Ve bilemeyenler ölürler.

Amerika’nın başında dünyaya ölüm siparişi veren Bush, bir gün basın toplantısı yaparken, kafasına ayakkabı yiyecektir. Ayakkabı çünkü bir git teklifidir. Toktur. Modern insanın yasal sopasıdır da. Hedefi iyi ayarladığınızda karşı tarafa acı da verebilir. Aniden ayaktan çıkarılabilir. Tasarruflu bir savunma ve saldırı aracıdır.

Bir de çok büyük bir umuda benzeyen ayakkabılar vardır. Kara kıtalarda çocukların rüyası olan ayakkabılar. Didier Drogba’nın giydiği mavi kramponlar, tüm bir Afrika’da yoksulluğu, hastalıkları unutturur aniden. Koca bir kıta o ayakkabıların gölleriyle doyar. Ayakkabı yeri gelir zalimdir, yeri gelir mazlum, yeri gelir antibiyotik yeri gelir ekmektir.

  • Bazen insan bir ayakkabı çivisi gibi batar kendine,
  • Mutsuzluğuyla batar
  • Neşesi hüznüne batar,
  • Konuşması susmasına batar…
  • Edip Cansever