Bir çocukluk sürgünü: Salzburg ve Bernhard

Salzburg Avusturya'nın orta-kuzey kesiminde yerleşim bölgesidir.
Salzburg Avusturya'nın orta-kuzey kesiminde yerleşim bölgesidir.

Salzburg namıyla bilinen küçük bir Orta Çağ şehrinden, yani tamanlamıyla söyleyecek olursak Avrupa’nın Tuz Kalesi’nden bahsedebilmekiçin bazı nedenler... Kalbinden nehirler geçiyor mesela,aklından hikâyeler ve notalar. Viyana’ya göre kasaba, aşıklarınagöre başkent. Alp Dağları’na yaslanan manzarasına, adını gururlataşıdığı Mozart’a ve her zerresiyle ruhuna saldıran yazarı ThomasBernhard’a nispetle bir Alman Roma’sından bugüne uzanan hatıralar.

Mimarisi masalları çağrıştıran görkemli bir şehir Salzburg, elbette bir vadiye kurulmuş bütün şehirler kadar güzel. Ve boğucu. Thomas Bernhard, kıyasıya nefret ederek kelimeleriyle hücum ettiği bu şehirde boğulmaktan kurtulmanın çarelerini ararken, hiç aklında yokken eline kalemini almış ve uzak fırtınalara karışmıştır.

Salzburg (okunuş: saltsbuıg), Avusturya'nın orta-kuzey kesiminde yerleşim bölgesidir.
Salzburg (okunuş: saltsbuıg), Avusturya'nın orta-kuzey kesiminde yerleşim bölgesidir.

Bu boğucu ve yıkıcı atmosferde hayatta kalmanın tek yolunun, sürekli tazelenen saf bir nefret olması olağandır aslında. Yazarın buna kolaylıkla ikna olmasının da bir anlamı var. Doğrudan, dönemin Salzburg’undaki umut öğütücü hayatın sürgit yıkıcılığını anlatan bir anlam bu. Bernard’ın Salzburg’u da içine alan o devasa çürümüşlüğe karşı ahlâkî reddiyelerinin başladığı yer burasıdır. İçindeki ilk isyan burada filizlenir. Çocuk yaşta cepheye sürülmüştür.

Otuz yıl önce öğrenmek ve eğitim görmek için Salzburg’a gittiğimde ben de bu şehri sevmeye hazırdım ama ondan nefret etmeyi deneyimlerimle öğrendim. Thomas Bernhard

Oysa kemanıyla mutlu olmaya, müziğin sonsuzluğunda Salzburg’u dinlemeye hazır bir çocuktur Bernhard. Ama kemanının telleri kopmuş, müzik savaşlarla birlikte susmuş, geriye bir inilti gibi kalbinde büyüyen kelimeler kalmıştır yalnızca. Bernhard’ın saf öfkesini doğuran kalemine kan değdiğinde, Salzburg; toz dumanları, ateş kusan bombalar ve ceset yığınlarıyla örülmüş bir duvarın ardında, Nazizm’in tahakkümü altındadır. Bu onu çıldırtır. Yine de ölümden Salzburg’a sırtını dönerek kurtulmuştur yazar. Bu intiharlar şehrinde yalnızlığı seçip, öfkesini bileyerek yaşadığı zorlu yılları kayıtlara geçirecektir elbette.

Avusturya'nın bir eyaletidir.
Avusturya'nın bir eyaletidir.

Boğulmamayı tercih ederek söylediğidir; “Yaratıcılıktan nasibini almış herkese her zaman zalimce davranan, musallat olan, eziyet eden, en nihayetinde de canına okuyan bir şehirdi bu; müthiş bir sinirsel gerilime ve ruhsal yaralanmışlığa rağmen hâlâ hayatımı kurtarabileceğim en yaşamsal anda şehre sırtımı dönemeseydim, ben de orada yaşayan pek çok yaratıcı ruhun yolundan gider ve Salzburg’da çok kişinin yaptığını yaparak hayatıma son verirdim ki aksi halde şehrin duvarları içinde yavaşça ve sefilce yok olup gider, ciğerleri tıkayan insanlık dışı atmosferinde başka pek çok kişi gibi adım adım boğulurdum.”

Bernhard-Salzburg ilişkisini belirleyen duygunun, aşktan bağımsız bir nefret olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Ama eserlerinde başrolde yer alan bu kötü kalpli şehir imgesi, aynı zamanda Salzburg’la özdeş bir intikamı da anlatıyor. Ve travmalarla büyüyen bir çocuğun, omuzlarını çürütecek kadar ağır, kalbini ezecek kadar büyük ve ruhunu karartacak kadar koyu bir zamanın içinde kendisiyle hesaplaşmasını da içeriyor elbette. Babası intihar etmiş evlilik dışı bir çocuk olarak 11 yaşında gönderildiği bu şehirde nasyonal-sosyalistlerin hâkimiyetindeki bir yatılı okulda okuyan ve II. Dünya Savaşı’nın olanca şiddetiyle devam ettiği bu uğursuz yıllarda Salzburg’un üzerine sicim gibi bomba yağdıran Amerikan uçaklarını seyreden bir çocuktur. Hafta sonları yürüyerek geçtiği Avusturya-Almanya sınırından sonra ulaştığı dedesinin evinden başka hayali yoktur üstelik. Ruhu hırpalanmış, travmaları büyümüş, kalbi ezilmiştir. Kelimelere sığınmıştır nihayetinde. Ama edebiyat iyileştirmez, yaranı tanımanı sağlar sadece.

Dünyada ve Cehennemde

150,000'i aşkın nüfusuyla Avusturya'nın dördüncü büyük şehridir.
150,000'i aşkın nüfusuyla Avusturya'nın dördüncü büyük şehridir.

Thomas Bernhard’ın ilk gençlik yıllarını geçirdiği Salzburg’da, ona nefretten başka tutunacağı bir dal bırakmamışlardı. Kıyıcıydı şehir. Savaştan önce Nazizm’in, savaş sonrasında Katolikliğin ve bu ikisinin ötesinde Avusturyalılığın baskısı altında geçirdi günlerini. İlk yazısı Salzburger Volksblatt gazetesinde çıktığında 15’indeydi. 18’inde ciğerlerine yerleşen hastalık, Grafenhof Sanatoryumunda geçirdiği iki yılın ardından gelen iki ölüm haberiyle, yerleştiği o yerden bir daha hiç ayrılmadı. İki ölüm; kalpten bağlı olduğu dedesi ve sevgili annesi. Artık yapayalnızdı dünyada. Çıldırmamak için yazmanın eşiğini şöyle tarif edecekti: “Belki de on sekiz yaşında hastaneye yatırılıp orada yağlarla ovuluşumdur beni yazar yapan. Sonra yayladaki bir sanatoryumda aylarca yattım. Karşımda hep aynı dağ duruyordu. Hareket edemiyordum. Bu can sıkıntısı ve karşımdaki dağla yapayalnız, aylarca ve aylarca kalışım, işte insan bu durumda ya çıldırır ya da yazmaya başlar.”

Bernhard’ın 26’sında şiirlerinden oluşan ilk kitabı Dünyada ve Cehennemde (Auf der Erde und in der Hölle) yayımlandığında, bu kitabın, daha isminden başlayarak onun hayatını özetleyeceğini kim bilebilirdi ki?32’inde ilk romanı Frost (Don) ile edebi şöhreti yakalamıştı. Salzburg’un kıyıcı atmosferinden kalemiyle başlatacağı bir huruç hareketiyle kurtulabilirdi belki de, bunu da denedi: “Buradaki her şey yaratıcılığın tüm türlerine karşı; üstelik her ne kadar tam tersi hararetle savunulsa da, şehrin ikiyüzlülük üzerine bina edildiği ve en büyük tutkusunun zekâdan ve ruhtan nefret etmek olduğu gerçeği değişmiyor: Yaratıcılığın en ufak bir parıltısı görülse derhal kökü kazınıyor. Salzburg, sahte bir bina cephesi, dünya yalancılığının anıtıdır,”

Alp Dağları'nın eteğinde, Almanya sınırında, Viyana'nın 270 km. batısında yer alan aynı isimli eyaletin başkentidir.
Alp Dağları'nın eteğinde, Almanya sınırında, Viyana'nın 270 km. batısında yer alan aynı isimli eyaletin başkentidir.

Adliye muhabiri olarak çalıştığı, bakkal çıraklığı yaptığı, yatılı okullarında dirsek çürüttüğü ve hayatı en zor yerinden tecrübe ettiği Salzburg şehrinin, yazarın zihninde budalalığın yüzyıllardır tekrar tekrar fırınlandığı bir şehir olarak yer etmesinin ilk anlamı, ömrü oldukça reddettiği Nazi tahakkümü ile kilise otoritesine karşı bir uzlaşmazlık bildirisidir. Nazileri destekleyen siyasetçilerin, savaş sonrasında bağımsızlığını kazanan Avusturya’da yeniden söz sahibi olmasını asla kabul edemiyordu. Teklif ettiği şey “utan”tı. Ama kimse utanmıyordu. Onu hayatı boyunca hırçın, huysuz, aksi, karamsar yapan şey, akciğerlerindeki hastalık gibi savaştığı -kronik bir vakıa haline gelmiş- bu toplumsal hastalıklardı. Nasyonal sosyalistlerin çürüttüğü, alıklaştırdığı, vasata razı ederek, iki yüzlü olmaya zorladığı Salzburg şehrinde geçirdiği travmatik çocukluk/ ilk gençlik dönemi, kurumlar (devlet ve kilise) üzerinden derinleşen saf bir nefrete dönüşecekti yıllar içinde. İnsandan umudunu çoktan kesmişti. Avusturyalılık kimliğine yaptığı saldırıların temelinde bunlar vardı aslında. Yine de hep aynı yere, Avusturya’ya döndü. Salzburg bugün yalnızca Mozart’ı hatırlasa da o da bu şehrin hıncıyla büyüttüğü yalnız bir oğluydu. Unutmak istediği oğlu.