Bir şehirden fazlası: Edirne

​Bir şehirden fazlası: Edirne
​Bir şehirden fazlası: Edirne

Şehirler de insanlara benzer. Onlar gibi her sabah yeni bir güne uyanır, bazen üzülür bazen güler, sık sık hüzünlenirler. Şehirler de insanlara benzer. Her şehrin yaşadığı kendi kaderidir aslında. Bizlerde o kaderin yolcuları... Yolcular olarak gelin birlikte Edirne'ye gidelim ve 'Edirne'de neler yapılır?' sorusuna cevap bulalım.

Tarihin tozuyla Edirne.
Tarihin tozuyla Edirne.

Edirne, memleket şehirleri içinde kendi kaderini bir "sınır" olarak yaşayanlardan. Sınır olarak yaşamak şu demek: Sahip oldukları, bir memleketin hikâyesinin sonunu, öte yandan başka hikâyelerin de başlangıcını anlatıyor. Her ne kadar dünyanın ulus-devlet olarak bölümlenmesi uzun dünya tarihini göz önüne aldığımızda oldukça yeni olsa da, andaki durum bize bunu söylüyor.

Bir sınır şehir olarak Edirne’yi nereden anlamaya, yaşamaya, duymaya başlamalı sorusunu da tam da bu noktadan bir cevap aramalı. Vereceğiniz cevap size, "Sınırın ötesinden buraya bakınca ne görülürse kendimizi doğru bir şekilde temsil edilmiş sayarsınız?" sorusunun da bir cevabı olacaktır zira.

Göğe çekilmiş kılıçlar gibi minareler

Attilâ İlhan’ın “Göğe çekilmiş kılıçlar gibi minareler” mısrası, tam da bir sınır şehrin nişanesi olarak, mimarların en alnı açıklarından Sinan’ın Selimiye’si için söylenmiştir.

Sinan’ın 90’larına merdiven dayamışken yaptığı bu "ustalık eseri" Edirne’nin nereden bakarsanız bakın en büyük nişanesidir.

  • Sinan’ın ilk kez Selimiye’de uyguladığı ve sekiz sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulan kubbesini dört bir yandan kuşatan bu minareler Osmanlı’nın ikinci başkenti olmuş Edirne’nin bir İslam diyarı olduğunun zamanları aşan bir kanıtıdır.

Bir turist gibi değil, bir vatan evladı olarak Edirne’ye geldiğinizde, zamanları aşan, sınırları işaretleyen bu minarelerin, bu geniş alınlı kubbenin altında biraz soluklanıp biraz tefekkür etmek bu şehri anlamak için yapılacak ilk adım adımdır.

Attilâ İlhan’ın “Göğe çekilmiş kılıçlar gibi minareler” mısrası ile Selimiye Camii.
Attilâ İlhan’ın “Göğe çekilmiş kılıçlar gibi minareler” mısrası ile Selimiye Camii.

Osmanlı’nın ikinci başkenti, Mimar Sinan’ın ustalık diyarı eserinin ev sahibi, köprülerin tarihi bağladığı, ciğerin tavayla hemhal olduğu Edirne’ye her ne zaman giderseniz gidin, keyifli vakit geçireceğiniz garanti.

Hastane değil, Şifahane

Rivayet odur ki eski devirlerde Çin’de "sağlık sistemi" şöyle işlermiş: "Hasta" kişi doktoruna sağlıklı olduğu sürece para ödermiş; bizim gibi, hasta olduğu vakitlerde değil. Ol kişi hasta mı oldu; derhal ödeme durdurulurmuş. Böylece hasta kişi, doktoruna hastalığından dolayı bağımlı olmaktan kurtulur ve "sağlık sistemi"nin hastalığı bir çıkar olarak kullanmasının da önüne geçilirmiş.

Hastane değil 'Şifahane'
Hastane değil 'Şifahane'

Edirne’nin en güzel yapılarından birisi olan ve Sultan II. Beyazid Han tarafından yaptırılan "Şifahane"sini de bu güzel meselle birlikte gezmekte de bir bahis olmasa gerek.

Şu anda bir müze olarak, geçmişin bir izi, bir hatırası olarak hizmet veren ve büyük bir külliyenin bir parçası olan Şifane, 400 sene boyunca hastalara değil şifa arayanlara hizmet vermiş bir emektar yapı.

Kadim şifa gelenekleri olan, müzik, su sesi ve güzel kokularla, sadece semptomları değil derdin esasını yakalamaya ve çözmeye çalışan şifa geleneğinin en önemli temsilcilerinden birisi olan "Şifahane" de, bir nefes sıhhat bulmanın ne demek olduğunu anlamak için yolunuzu düşürmenizi bekliyor.

Köprüler neyi bağlar?

Edirne, sadece köprüleri olan bir şehir olsaydı bile şimdiki güzellik ve kıymetine sahip olurdu dersek abartmış olmayız galiba. Bu yüzden, "Köprüler yaptırdım gelip geçmeye" türküsünü Edirne için söylenmiş kabul etsek yeridir.

“Köprüler yaptırdım gelip geçmeye” türküsünü Edirne için söylenmiş kabul etsek yeridir.
“Köprüler yaptırdım gelip geçmeye” türküsünü Edirne için söylenmiş kabul etsek yeridir.

Öyle ya, siz de, Gazimihal, Beyazid, Fatih, Saraçhane, Saray, Tunca, Yalnız Göz, Meriç, Ergene, Yeniimaret ve Yıldırım köprülerine ev sahipliği yapsanız, siz de zamana şahitlik eden, taşın en güzel, zarif ve sade hallerinden birisi olan bu köprülere sahip olsanız bu güzel türkünün imasını üzerinize almak da bir beis görmezdiniz.

Meriç, Arda, Tunca gibi büyük nehirlerin üzerine kurulmuş olan bu köprüler yalnızca Edirne’nin tarihinin bir işareti değil, Edirne’nin ve bütün memleketin altından akan onca hikâyenin, birbirine uzak gibi görünen kıyıların zarif ve nezaketle birbirine bağlanmasının şahane bir resmi gibidir.

Er meydanı Kırkpınar’da duyulan “Pehlivaaan, Pehlivaan” sesleri.
Er meydanı Kırkpınar’da duyulan “Pehlivaaan, Pehlivaan” sesleri.

Edirne'ye ne zaman, ne için gitmeli?

Lezzetiyle insanı kendinden geçiren Tava ciğeri.
Lezzetiyle insanı kendinden geçiren Tava ciğeri.

Edirne’de bazı olayların zamanı vardır: Örneğin er meydanı Kırkpınar’da "Pehlivaaan, Pehlivaan" seslerini duymak için her yıl temmuz ayının ikinci yahut üçüncü pazarını, Kakava Şenlikleri’nde, baharın, yenilenmenin, neşenin sesini işitmek için her yıl mayıs ayının ilk pazarını beklemeniz gerekmektedir. Ama bazı durumlar için yeni bir günün başlaması ve biraz karnınızın acıkması yeterlidir. İşte, Edirne’de ciğer yemek, daha doğrusu "tava ciğer"inden şöyle doyasıya yemek her gün, bıkmadan yapacağınız bir eylemdir.