Duygular sözlüğü: Dolum merkezi

Dolum merkezi
Dolum merkezi

Sevdiğim insanlarla geçirmiş olduğum anları daha çok aklımda tutuyorum. Çocukluktan kalma bir alışkanlık bu. Yaşım ilerledikçe bu “aklımda tutma” işlemini geliştirdim.

Çocukken hatıraları zihnime çizerdim ve zihnimin etrafı boya olurdu. Şimdiler de hatıraları zihnime kazıyorum ve zihnimin etrafı toz oluyor. Sanırım yaşlanınca hatıralar, ben ihtiyarladıkça yanıp gidecek ve zihnimin her yerini dumanlar kaplayacak.

10 yaşımdayken 4 yaşımdan bir anımı genellikle mekânlarla hatırlıyordum. Bir anıma şahit olan o yerden geçerken o mekânı parmağımla işaret eder aynı zamanda kaşlarımı kaldırıp gözlerimle de gösterirdim. Ardından söz konusu anıyı anlatınca, o anının içindeki kişi, “Nasıl hatırlıyorsun?” diye sorardı. Ona şu cevabı verirdim: “Seni seviyorum ki.” Bu cevabı verdiğim çoğu kişi gidince, “aklımda tutma” işlemini geliştirmeye başladım. İlerleyenler yıllarda sevdiğim insanlara anılarımızı hatırlatınca bana yine, “Nasıl hatırlıyorsun?” diye soruyorlardı. Ar-Ge sonucu, onlara şu cevabı vermiyordum: “Muhabbetimiz hiç bozulmadı!”

20’li yaşlarımın başlarında diyorum ki: “Ben bu insanları bu kadar çok seviyorsam, daha çok şey hatırlamam lazım.” Sonra işe tersten baktım:Şimdi ben o insanlara, ‘Bizi, benden daha az mı seviyorsunuz?’ diyemem. Bu sevgi haydutluğu olur. ‘Sevgi’ haydutça bir soruya dönüşür. Kim kimi daha çok hatırlıyorsa o kadar sever demek; arazileri paylaşmış bir grup sevgi-mafyasının haraç toplaması gibi bir şey değil midir? ‘Ben buraları daha çok hatırlıyorum. Buralar benim alanım. Ben hem bu alanı hem anıları koruyorum. Onlar da bana sevgi verecek’ gibi.”

30’ların başındayım ve geçenlerde “Zihnimin hakkını mı yiyorum?” diye düşündüm “Bunca anıyı biriktirerek.” Sonra zihnimin hakkını hukukunu düşünürken dalıp gittim. Şunu fark ettim: “Anılarımızı hatırlatmadığım tek kişi dedemdi. Çünkü dedem her zaman benim anlatacaklarımdan çok daha iyisini anlatırdı.”

Dedem (haydutlar yüzünden) erken yaşta kaybettiği babasının en sevmediği yemek olan dolmayı çok severdi. Çünkü dedem, babasının yiyemediği dolmaları midesine doldurmak isterdi. Babasını az sayıdaki anısıyla zihnine dolduramazdı.

Dedem, 7 yaşımdayken şöyle demişti: “Babam dolmayı ben bölmeyi sevmem.” Hiçbir şey anlamamıştım bu sözden. Dedemin o lafını anneme sordum dedem vefat ettikten sonra. Annem “Hatırlamıyorum.” dedi. İnsan annesine haydutluk yapar mı hiç? O gün akşam yemeğinde annem dolma getirdi ve dedi ki, “Aynı rahmetli gibi yaptım.” Annem en küçük biberlerle dolma yapmıştı. O an anladım: “Ninem, kocasının dolmaları bütün bütün, bölmeden yediğini bildiği için hep küçük biberlere doldururmuş ‘iç’ini.”

Bir gün Rıdvan dedesiyle olan “musakka” anısını anlattı. Dedesi, Rıdvan’ı çocukken her ayın başında kasabaya götürürmüş. Dede-torun emekli maaşının şerefine bir lokantada musakka yerlermiş.

Geçen hafta Rıdvan bu anısını bir daha anlattı (Galiba yaşlanınca Rıdvan’ın zihninden daha az duman çıkacak). En çok heyecanlandığı ilk buluşmada bu anısından dolayı musakka yediğini söyledi.

Baktım, biberler büyük. Bölmeye başladım. Yedik. Sonra onu (galiba) evine bırakırken dedi ki: “Servis beni şuradan alıyordu. Şurasını görüyor musun? (…) Bir gün fark ettim (…) Orası dolum merkezi.”

Sanki dedeme bir şey anlatamayıp da onun anlattıklarını dinliyor gibiydim. Orası bir dolum merkeziydi veya dolum noktasıydı. Merkezdi, noktaydı, dolmaydı. Küçük biberler doluyor ve ben bir kısmını heyecandan dinleyemediğim bu anıyı zihnime kazımak için bölemiyordum. Anlattıklarını da bölemiyordum. Parmağıyla işaret ettiği yeri kaşlarını kaldırıp gözleriyle de gösteriyordu.