Estetik mesafe: Orta Anadolu şehirlerinin uzaktan görünümü yüceyi hissettiriyor

Bir şehre doğru ilerlerken onun uzaktan görüntüsü, o şehre dair bütüncül bir estetik kanının oluşmasına sebep olur. Bu cümleyi “estetik mesafe” kavramını düşünerek kuruyorum. Estetik hazzın doğuşunda estetik özne, estetik nesneden her zaman ayrıdır. Estetik yargıyı verecek özne, seyrettiği şeyden mutlak fiziksel bir uzaklık içindedir. Görme, işitme gibi mesafenin olduğu duyuları merkeze alan sanatlar varken dokunma duyusunu merkeze alan bir sanat yoktur mesela. Bu yüzden şehrin uzaktan görüntüsü o şehrin gerçek, eksiksiz estetik değerini vermeye daha elverişlidir; çünkü şehrin içine girdiğimizde estetik deneyin değil, fiziksel deneyim alanına gireriz. Sanatın nesnesine dair fizik mesafesini koruyamayız. Şehri parça parça tecrübe edeceğimizden estetik kanının ihtiyaç duyduğu bütünlüklü algılayıştan uzaklaşırız.


Orta Anadolu’nun taşra şehirlerini uzaktan, otobüsten gördüğümüz mesafeden, bir tablo gibi değerlendirdiğimizde, orada İstanbul, İzmir gibi şehirlerin tabiatın çizdiği hatlarla özgünleşmiş yüzünü göremeyiz. Şehirler çoğunlukla tabiatın kendilerine verdiği istisnai hâllerle güzel olmanın şartlarını yakalıyorlar. Bu şartlar insan emeğiyle birleşince bir sanat eserinin karşısında gibi seyrederken sarsıldığımız şehirler ortaya çıkıyor. Orta Anadolu şehirleri tabiatın ve tarihin kendisine verdikleriyle bahsettiğim şehirlerden değil belki, ama onu uzaktan görünce sizde estetik bir kımıldanmanın olmadığı da söylenemez. Kımıldanma kelimesini bilerek kullanıyorum. Kant, Güzellik ve Yücelik Duyguları Üzerine Gözlemler’inde yüce olanın insanı kımıldattığını, güzel olanın ise büyülediğini söyler. Aristoteles güzeli matematik olarak belirler. Düzen, uyum, simetri güzelliğin temel formlarıdır. Ona göre güzel olan algı yeteneklerimiz içinde olmalıdır. Kavrama gücünü zorlayan, aşan şey güzele dair değildir. Onun adı Kant’ın verdiği isimle “yüce”dir. Yüce de estetik bir kategoridir ve yüce duygusunun oluşmasında esas olan büyüklük ve küçüklüğün karşılaşmasındaki zıtlıktır. “Güzel”de olduğu gibi bir uyumdan ziyade suje ile obje arasındaki uyumsuzluk söz konusudur “yüce”de. Orta Anadolu taşrasının uzaktan görünümü, insana dair küçüklükle tabiatın büyüklüğü arasındaki tezadın bir tablosu gibidir. Küçük tepeciklerin genişliğini ve enginliğini daha da vurguladığı bir coğrafya. Bulutsuz, toprağa eğilmiş gibi yakın, sonsuz ve tek parça gökyüzü. Toprak, her yandan bir yazgı gibi şehri çevreleyen hareketsiz sarı. Bütün bunların ortasında birbirine sığınmış gibi duran insandan bir kütle. Yüce kendisiyle karşılaşıldığında insanın küçüldüğü alansa, şehir kendisine doğru ilerleyen yolcuya küçüklüğü tecrübe ettirir. Bu küçüklük duygusu ahlaklılığın asgari zeminidir. Ruhen yüksek olabilmek, “yüce”yi bilmek ve onun karşısında kımıldanmakla mümkün olabilir. Şehir panoramasıyla ziyaretçilerini bu kımıldanmanın ağır hamlesine davet eder. Bahsettiğim çelişkiler, insanı yüceyi algılamaya sıçratacak küçüklük duygusu, Orta Anadolu taşrasına ilerlerken bizi sarar. Tevazuyla bizi bekleyen şehre mütevazi bir yolcu olarak gireriz. Sarsıntılarla ilerlediğimiz otobüste, yücenin ve küçüklük duygusunun sarsıntılarıyla, bu sarsılışların ahlaki alanında ilerleyerek...
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.