Hakan Bilgin: Sadece seyirci için değil, ayni zamanda oyuncu için de tiyatro vardır

​Hakan Bilgin.
​Hakan Bilgin.

Başarılı tiyatro ve sinema sanatçısı Hakan Bilgin ile oyunculuğu belirleyen kıstaslardan, değişen ve dönüşen dijital çağda tiyatronun önemine kadar keyifli bir söyleşi yaptık.

1990 yılında ortaoyuncular ile profesyonelliğe ilk adım attığınızdan beri dünya epey değişti. Artık sosyal medya çağında yaşıyoruz örneğin. Sizin de “Mekânın Sahibine Geldik” adlı bir YouTube kanalınız var örneğin. Peki tiyatro sanatı bu sosyal medya çağında niteliksel açıdan ne gibi bir değişimlere uğrayacak?

Tiyatro değişmiyor tiyatro hep aynı. Evet, tiyatro seyircisi değişebilir. Tiyatro oyunları ne kadar değişse bile sonuçta canlı performanstır. Kurgulayabildiğiniz şey en fazla ses, ışık, rejisel ve dekorsal işlerdir. Ama bu kurgulanan değişen şeylerin yeni sosyal medya dünyayla çok bir alakası yok. Tabii tiyatroya olan ilgide bir azalma olduğu söylenebilir fakat her şeyin farklı tadı olduğu gibi tiyatronun tadı da epey farklı. Onun için tiyatro hiçbir zaman ölmez, hiçbir zaman önemini de kaybetmez. Dünya nereye giderse gitsin tiyatro bu anlamda her zaman var olacaktır.

Tiyatronun yanında sinema ve televizyon yapımlarında da rol alıyorsunuz. Üstelik çok popüler yapımlar bunlar. Tiyatro ile sinemanın yolu kesiştiğini ise birçok kez görüyoruz. Peki siz sinema ve tiyatro arasındaki ilişki üzerine ne düşünüyorsunuz?

Tiyatro bir oyuncu için antrenman yeridir. Benim için vazgeçilmezdir. Bu yüzden tiyatro yaptığım zaman kendimi çok daha geliştirebildiğimi, düşünebildiğimi, tartışabildiğimi hissediyorum. Tiyatro sadece seyirci için yapılan bir şey değildir. Aynı zamanda oyuncu için de yapılır. Ama ne yazık ki çoğu kez suya yazılan yazı gibidir tiyatro. Tarihin belirli yerlerinde kalır. Fakat sinema başlı başına bir tarihtir. Yaptığınız sinemayı çocuğunuzun çocuğu bile izleyebilir. Tarihsel bir karşılığı vardır. Onun için sinemanın böyle bir önemi ve kıymeti var. İkisi de oyuncular tarafından yapılan bir şey olduğu için aralarında mutlaka bir ilişki var. Fakat bu ne sinemanın yerini değiştir ne de tiyatronun. Peki, sinema mı tiyatro mu diye sorarsanız; tiyatro tabii yer almamız gereken bir sanat ama tarihe geçmek istiyorsanız sinemada da bulunmanız gerekiyor.

Peki Türk seyircisi için sizce tiyatro ve sinemanın yeri nedir? Yani dünyadaki siyasi ve sosyal gelişmelerle beraber tiyatro ve sinema izleyicisinin eğilimleri ile talepleri konusunda belirgin bir değişim sürecini öngörüyor musun?

Sinema seyircisi Türkiye’de oldukça enteresandır. Televizyon sadece drama işlerini barındırmaya çalışıyor, komedi yer almıyor çünkü mizah yapmak hiç de kolay değil. Sinema bu bağlamda televizyonda daha özgür. Bu yüzden, belki de televizyonda yer bulamadığı için, daha çok komedi filmleri tercih ediliyor. Bu bakımdan tiyatro seyircisi bir değişim içerisinde değil. Tiyatro seyircisi hep tiyatro seyircisidir. Sadece ekonomik gelgitler yaşandığında tiyatro seyircisinde de bir azalma olabilir. O da konjonktürle alâkalıdır. Yani Türkiye’nin durumuyla alâkalı. Ama onun haricinde tiyatro ve tiyatro seyircisi her zaman başka bir kültürdür. Örneğin ödenekli tiyatroların yani şehir tiyatroları ve devlet tiyatrolarının seyircisi hiç bitmez. Hep kapalı gişe oynarlar hatta. Kısacası iyi bir şey yaparsanız tiyatroya seyirci bulursunuz. Sinemada da döneme uygun; derdi, hikâyesi ve bir niyeti olan filmler her zaman karşılık bulmuştur.

Sinema başlı başına bir tarihtir. Yaptığınız sinemayı çocuğunuzun çocuğu bile izleyebilir.
Sinema başlı başına bir tarihtir. Yaptığınız sinemayı çocuğunuzun çocuğu bile izleyebilir.

Oyunculuğu besleyen birçok kaynak, etmen var elbette. Peki burada okumanın rolü nedir? Yani bir oyuncunun iyi bir okur da olması ona oyunculuk anlamında katacağı şeyler neler olur örneğin? Bu noktada sizin okumayla; şiirlerle ve edebiyatla aranız nasıldır? Sizin de “Farkıma Takılanla” bir adlı bir kitabınız var. Bunun yedeğinde soruyorum…

Bir oyuncunun kendini geliştirmesi için tabii ki okuması lazım. Örneğin bizim kuşakta akıllı telefon, bilgisayar veya internet gibi şeyler yoktu. Sadece okuyarak öğrenebiliyorduk. Sadece okuyarak kendimizi geliştirebiliyorduk. Tabii ki çok kıymetliydi. Şimdi o okuduklarımızı sesli kitaplardan tutun da, efendime söyleyeyim, internet üzerinde görebileceğiniz birçok yerde bulabilirsiniz. Bilgiye ulaşmak daha kolay bu anlamıyla. Sesli kitaplar da bir tür okumaktır bence. Oyunculukta da önce işin teorisini ve metotlarını çözmemiz, ondan sonra pratiğe geçmememiz gerekiyor. Onun için kitap okumak ya da sesli kitap gibi alanlar bizim için çok kıymetli.

Yeteneğin yerini merak ediyorum oyunculukta. Bir şair olarak şiirde her zaman yeteneğe bakıldığını söyleyebilirim öncelikle, daha sonra ise çaba devreye girer. Peki oyunculuk söz konusu olunca nasıl bir değerlendirmede bulunabiliriz?

Ben herkesin oyuncu olabileceğine inanan bir insanım. Çaba ve hırsla çalışan herkes, belli bir disiplinle oyuncu olabilir. Oyunculuğa başlamadan önce kendinizi, algınızı ve entelektüel dünyanızı bir şekilde geliştirmeyi başarmışsanız, o zaman size verilen metodu yani oyunculuk eğitimizi öyle güzel sunabilirsiniz ki ortaya çok büyük bir oyunculuk çıkar. Bu sadece oyunculuk için değil; bir aşçı veya bir öğretmen için de geçerli. Bu noktada algısı açık, öğrenmeyi bilen, kendi farkındalığını yükseltmiş biri oyunculuğu daha çabuk hazmediyor ve kendini daha iyi geliştirebiliyor.

Dünya genelinde etkili olan korona salgını gösteri sanatlarını da çokça etkiledi. Bunların başını ise tiyatro çekiyor. Birçok olumsuz etkisi oldu pandeminin. Belki biraz tuhaf olacak ama bir tiyatro sanatçısı olarak, dünyanın içlere kapanmasının sizin için olumlu ve verimli getirileri oldu mu?

Korona tabii bizi çok etkiledi. Çünkü koronayla beraber sahne üstü olan her şey bitti. İnsanların bir arada bulunduğu, buluştuğu bir eylem tiyatro. Dolayısıyla bu buluşmalar ortadan kalkınca mesleki olarak çok ciddi bir yalnızlık, boşluk geçirdik. Bu süreyi doğru değerlendiren insanlar, yani bu sürede okuyan, yazan- çizen, kendini geliştirmeye çalışan insanlar korona bittiğine tekrar harekete geçerek kaldıkları yerden devam ettiler. Buna küsen, buna isyan eden ya da buna kızan insanlar da panda mi sürecinin acısını çekmek zorunda kaldı. Korona böyle bir sıkıntı yaşattı bize. Benim için olumlu yanı ise “Farkıma Takılanlar” adlı bir kitap yazmam oldu. Bu, koronadaki boşluğu değerlendirmem açısından benim için verimli bir dönemdi. Ama onun haricinde çok sıkıntılı geçti pandemi. Çünkü otuz senedir bu işi yapıyorum. Sadece kısıtlamayla geçen iki senede sahneye çıkamadım.

Birçok sanatçı ve felsefeci düzenli seyahatlerin, şehrin olumsuz yanlarıyla başa çıkmada vazgeçilmez bir panzehir olduğu düşünüyor. Peki sizin seyahat ile aranız nasıldır ve sanatçının doğayla ilişkisini nasıl yorumlarsınız?

Seyahat tabii ki bir sanatçı için çok kıymetli. Çünkü yeni yerler, yeni insanlar, yeni hikâyeler deneyimliyoruz. Bunlar kendimizi geliştirmek için çok ciddi gözlemler. Çünkü biz her oyunda, her çalıştığımız projede; yeni bir karaktere ve dünyaya girerken küçük bir şizofreni süreci yaşıyoruz. Yani kendimize yeni şeyler giydiriyoruz, başkalaşıyoruz ve değiştiriyoruz. Bu süreçten sonra ise arınmaya ihtiyacımız var. Bunun da en güzel yolu doğayla buluşmak aslında. Benim için mesela deniz çok rahatlatıcıdır. Deniz kenarında oturmak, uzun uzun bakmak ve derinliği hissetmek beni çok rahatlatıyor. Dolayısıyla doğa her oyuncu için çok kıymetli ve değerli bir rehabilitasyon alanıdır. Bunun için de doğayı birçok oyuncu sıkça kullanır.