İhtişam ve büyü: Semerkant

Meğerse Semerkant’ın ilk adı Afrasiyap’mış. Şimdiki Semerkant’ın biraz kuzeyinde bir yere kurulan bu şehir, 1220’de Cengiz Han tarafından yıkılmış.
Meğerse Semerkant’ın ilk adı Afrasiyap’mış. Şimdiki Semerkant’ın biraz kuzeyinde bir yere kurulan bu şehir, 1220’de Cengiz Han tarafından yıkılmış.

Semerkant’a bir sabah erkenden Taşkent’ten trenle gittik. İki şehir arasında her gün düzenli olarak trenler gidip geliyor. Bu seferlerden biri hızlı tren. Hızlı trende yer bulabilmek için aşağı yukarı bir hafta önceden bilet almak gerekiyor. Sabah erken bir saatte hareket eden bu seferin adı Afrasiyap.

Saka Türklerinin büyük hakanının -ki Türk destan ve efsanelerinde Alp Er Tunga olarak anılır- adının neden bir tren seferine konduğunu merak ettim. Meğerse Semerkant’ın ilk adı Afrasiyap’mış. Şimdiki Semerkant’ın biraz kuzeyinde bir yere kurulan bu şehir, 1220’de Cengiz Han tarafından yıkılmış. İki buçuk saatlik bir tren yolculuğu sonunda Semerkant’a ulaştık. Semerkant’ta ilk ziyaret ettiğimiz yer Gur-i Emir, yani Timur’un kabri oldu. İhtişamıyla ta uzaklardan insana bir şeyler söyleyen, bir takım ihtarlarda bulunan yapı, türbeden çok bir külliyeyi andırıyor.

Semerkant, Özbekistan'da bir şehir.
Semerkant, Özbekistan'da bir şehir.

Yapının inşası, Timur’un torunu Muhammed Sultan Mirza tarafından başlatılmış. Yapı, gerçekten de bir medrese ve misafirhaneden oluşan bir külliye olarak tasarlanmış. Torununun vefatından sonra inşaatı devam ettiren Timur, eserin bitiminden kısa zaman sonra vefat etmiş ve buraya defnedilmiş. Daha sonra Timur’un soyundan gelenlerin defnedildiği türbede, aile üyesi olmayan bir tek kişi metfundur; o da Timur’un hocası Aziz Nur Seyyid Bereke’dir.

İki buçuk saatlik bir tren yolculuğu sonunda Semerkant’a ulaştık. Semerkant’ta ilk ziyaret ettiğimiz yer Gur-ı Emir, yani Timur’un kabri oldu.

Muhteşem süslemeleri, çinileri ve gökyüzünü andıran parıltılı kubbesiyle göz kamaştıran eser, otoritenin bir simgesi olarak inşa edilmiş. Timur, kubbenin tam altında “Zir-i Zemin” denilen büyük bir odaya defnedilmiş. Türbede metfun olan diğer isimler de burada. Zeminde her biri için birer lahit konulmuş. Timur için konulan lahit, devasa bir yeşim taşıdır. Nadir Şah’ın çalıp İran’a götürmeye çalıştığı taş, yolda kırılınca bir uğursuzluğa yorulup tekrar yerine yerleştirilmiş. Timur’un kabriyle ilgili uğursuzluk söylentileri daha sonra da devam etmiş. 1941’de mezar Stalin’in emriyle açılmış ve Timur’un kemikleri Moskova’ya götürülmüş. Şehrin yaşlıları bunun bir lanete sebep olacağı konusunda mezarı açmak için gelen arkeologları uyarmışlar. Nitekim kemiklerin mezardan alınmasından üç gün sonra Almanya, Rusya’ya savaş ilan etmiş. Kemikler uzun süre incelenmiş ve yıllar sonra Stalin’in emriyle tekrar getirilip asıl yerine defnedilmiş.

İkinci durağımız, insanların dünyanın farklı coğrafyalarından gelerek ziyaret ettikleri Registan oldu.

Registan, eskiden pazar yeri olarak kullanılan bir meydanmış. Büyük âlim ve devlet adamı Uluğ Bey buraya bir külliye yaptırmış.

Registan.
Registan.

Kervansaray, hankâh ve medreseden oluşan külliyenin ayakta kalan tek yapısı medrese... Kubbesi ve duvarları çinilerle süslü bu görkemli yapı, meydana daha sonra yapılacak olan iki büyük esere de ilham kaynağı olmuş. Registan, bu üç muhteşem yapının bulunduğu alanın adı. Bu üç yapıdan biri Tillâkârî Medresesi, diğeri ise Şirdâr Medresesi’dir. Yapıların en gösterişlisi “Aslanlı Kapı” anlamına gelen Şirdâr Medresesi’dir. Binaların üçünde de, özellikle ikinci katlarda küçük hücreler var. Bu küçük odalar, ilim tahsil etmek farklı coğrafyalardan gelen öğrencilerin yurt ihtiyacını karşılamış. Dik ve dar merdivenlerden üst kata çıkarken, birer hediyelik eşya dükkânına dönüşmüş olan hücrelerin havasını teneffüs ederken tarihin sırlı zamanlarında seyahat etmemek mümkün değil. Duvarlardan, uzun koridorlardan, kubbelerin boşluğundan sahipleri çoktan dünya değiştirmiş bir takım sesleri duymak için hayalperest bile olmaya gerek yok. Kısacası bu binalar geçmişiyle yaşamaya devam eden, ruhu olan binalar...

Semerkant’ı görülmesi gereken yapılarından biri de Bibi Hanım Camii’dir. Bibi Hanım Camii’ne vardığımızda vakit ikindi sonrasıydı. Güneşin kızıllığı şehrin üstünü incecik bir tül ile örtmüştü. Belki de tüm Orta Asya’nın en görkemli yapısıyla karşı karşıyaydık. Bu büyük külliye meşhed, cami ve medreseden ibarettir. Yapısıyla Timur’un da bizzat ilgilendiği biliniyor. Cami, Timur’un eşi Saray Melik Hanım’ın halk arasında Bibi Hanım olarak anılmasından ötürü bu adı almıştır. Bibi Hanım, Timur Hindistan seferindeyken yapının inşaatıyla bizzat ilgilenmiştir. Semerkant’taki tarihi yapılar arasındaki en bakımsız bina bu devasa külliye olsa gerek. Dökülen çinilerin yerine yenileri konmamış. Zamanla geride kahverengi duvarlar kalacak sanki.

Bibi Hanım’a veda edip Afrasiyap Tepesi’ne yöneldik. Tepenin hemen eteklerinden geri dönüp baktığımızda Bibi Hanım Camii’nin solan güneş ışığının altında mahzun ama heybetli bir halde bize baktığını gördük. Tarihi bir mezarlık olan Afrasiyap Tepesi’nde Özbekistan’ın ilk Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un da kabri var. Kerimov’un kabri nispeten mütevazı ama süslü bir yapının içinde.

Semerkant.
Semerkant.

Tepenin diğer yüzünde ise Şah-ı Zinde var. Şah-ı Zinde, Semerkant’taki yapıların en mütevazısı. Mütevazılığı onun sanat değerini aşağı çekmiyor. Bir dizi türbeden ve başka yapılardan oluşan bu geniş yapıya, kuzeyden çok basamaklı bir merdivenle giriliyor. Türbenin adı yaşayan, canlı şah anlamına geliyor. Hz. Peygamber’in amcaoğlu Kusem bin Abbas, İslamiyet’i yaymak için bu coğrafyaya gelmiş. “Şehitler ölmez” düsturuna binaen ona Şah-ı Zinde denmiş ve daha sonra bütün külliye onun adı ile anılır olmuş. Kusem bin Abbas, Hz. Muhammed’in gaslinde bulunmuş ve onun bedenine dokunan son insanlar arasında yer almış. Bu bakımdan da asırlardır ona ve kabrine hususi bir saygı beslenmiş. Buradaki yapılar arasında dolaşırken güneş ufukta kızıl bir elmaya dönüşmüştü. Şah-ı Zinde’nin huzurunda bir Fatiha okuyarak ta uzaktaki, karanlıklar içindeki İmam-ı Maturidi Türbesi’ne doğru yola çıktık. Semerkant seyahati İmam-ı Maturidi Türbesi ve Uluğ Bey’in rasathanesi görülmeden bitmemeliydi. Gece iyice çökmüştü ama yine de her iki yapıyı ziyaret ettik.

Ertesi sabah, güneş ışıklarını şehrin üstüne yaymadan otelden çıktım. Registan’ı bir kere daha ve tenha görmeliydim. Otel, Registan’a hayli uzak bir yerdeydi. Yine de yürümeyi tercih ettim. Şehrin uyanışına şahitlik etmek istiyordum. Meşe ve kestane ağaçlarının yaydığı kokuyu soluya soluya meydana vardım. Gerçekten de tenhaydı. Registan, gözüme daha heybetli göründü. Karşısında oturup uzun ve hüzünlü bir veda konuşması yaptım.