İstanbul'da hayat da var

Hayat Var, Reha Erdem'in yazıp yönettiği, ergenlik çağındaki bir kızın hayatında karşılaştığı zorlukları konu alan 2008 yapımı Türk sinema filmidir.
Hayat Var, Reha Erdem'in yazıp yönettiği, ergenlik çağındaki bir kızın hayatında karşılaştığı zorlukları konu alan 2008 yapımı Türk sinema filmidir.

Şiirlere, romanlara, filmlere konu olan kadim İstanbul şehri; çoğunluklaiki yakasına sıralandığı boğazıyla arz-ı endam etse de aynı şehirdegörmediğimiz başka hayatlar da var. Bazen şehrin arka sokaklarında,bazense bir bakış mesafesinde… İstanbul’un göz ardı edilmişhikâyelerinden biri ise Reha Erdem’in kadrajında hayat buluyor.

Büyümekle kirlenmenin eşdeğer olduğu bir dünyada, yetişkin olmanın arifesinde ısrarla çocuk kalmaya çalışan Hayat’ın -fonda arabesk isyanının hikâyesi Hayat Var. Hayat’ın isyanı bağırış çağırıştan ibaret değil aksine alabildiğine pasif agresif bir isyan. Hayat; kendisini yok sayan her şeye, herkese karşı var olmanın mücadelesini verdiği bir isyan içinde çıkıyor karşımıza. Yönetmen; yatalak bir dede, ilgisiz anne-baba ve daha bir sürü sorunlu yetişkinin arasında hayata karşı sessiz duruşuyla öne çıkarıyor Hayat karakterini. Bakmayı hiçbir zaman akıl edemeyeceğimiz bir yerde, İstanbul’un tam da ortasında geçiyor Hayat’ın hikâyesi. Öyle bir hikâye ki şehrin tam ortasını mekân olarak kullanırken aslında şehrin dışına itilmiş karakterleri anlatıyor ve bakmakla görmek arasındaki farkın altını bir kez daha çiziyor Reha Erdem.

14 yaşındaki Hayat, babası ve yatalak dedesi ile birlikte, İstanbul Boğazı'na açılan bir dere ağzına kurulmuş ahşap bir evde yaşamaktadır.
14 yaşındaki Hayat, babası ve yatalak dedesi ile birlikte, İstanbul Boğazı'na açılan bir dere ağzına kurulmuş ahşap bir evde yaşamaktadır.

Hayat karakteri sevgi ve güven duygusundan yoksun, fazlasıyla asosyal, dış dünyayla yalnızca televizyon üzerinden bağlantı kurabilen bir karakter. Yaşadığı sevgi ve güven eksikliği nedeniyle yalnız kaldığında parmağını emiyor, hatta ebeveynlerinden sevgi ve ilgi gören üvey kardeşinin beşiğine yatıp onun emziğini kullanarak bir nevi kardeşinin bebek rolüne öykünüyor. Dünyayla bağlantısını kuran televizyonda ise Fatmagül’ün Suçu Ne (1986), Şekerpare (1983) gibi tecavüz ve fahişelik temasının bolca kullanıldığı filmler Hayat’ı bir yandan yaşadığı istismar karşısında teslimiyete iterken diğer yandan da ona gelecekteki hayatının bir ön izlemesini sunuyor. Popüler kültür Hayat’ın mevcut durumundan bir çıkış yolu olmadığını göstererek onu bir bakıma eylemsizliğe doğru itiyor. Öyle ki filmde fahişelik yapan karakter bile Hayat’ın güzelliğini ifade ederken bir yandan da geleceğini çizen "Yakında sen bizim işleri elimizden alırsın" sözünü sarf edebiliyor.

Doğa, Reha Erdem’in tüm filmlerinde olduğu gibi Hayat Var’da da bir kaçış mekânı olarak kullanılıyor.

Betonlaşmış şehrin görüntüsünden kaçış, sesinden değil çünkü şehrin uğultusu her daim bir gölge gibi karakterleri takip ediyor. Filmde doğa, Hayat’ın herkesten uzak kalabildiği ve görünümü itibarıyla hikâyeye dinamizm katan bir unsur olarak yer alıyor. Erdem’in neredeyse tüm filmlerinde şehirden, insanlardan kaçan ve doğaya sığınan karakterlere rastlayabiliyoruz. Başta Jin (2013) ve Şarkı Söyleyen Kadınlar (2014) filmlerinin kadın karakterleri olmak üzere Hayat’ı da Reha Erdem sinemasında genellikle erkeklere göre doğayla daha iyi bir uyum yakalayabilen kadın karakterler arasında sayabiliriz.

Babası ailenin hayatta kalmasını sağlamak için küçük teknesiyle bu sularda balıkçılık yaparken, bir taraftan da bazı yasadışı işler yapmaktadır.
Babası ailenin hayatta kalmasını sağlamak için küçük teknesiyle bu sularda balıkçılık yaparken, bir taraftan da bazı yasadışı işler yapmaktadır.

Hayat Var, yoğun arabesk müzik kullanımı ve ele alınan konular hasebiyle ajite olmaya fazlasıyla müsait bir film. Nitekim filmde arabesk müziği duyduğumuz ilk anda devamında Yeşilçam tarzı bir melodramın bizi beklediğine dair bir önyargıya kapılıyoruz ancak yönetmen konuyu ve ona uygun olarak müziği ele alış tarzıyla tüm önyargılarımızı yanılgıya dönüştürmeyi başarıyor. Filmde arka planda rahatsız edici derecede İstanbul’un kaotikliğini hatırlatan gemi, martı seslerinin yanında arabesk müzik kulağa hiç de tırmalayıcı gelmiyor. Hatta taşradan İstanbul’a göçenlerin müziği olarak da tanımlayabileceğimiz arabesk müziğin hem isyankâr hem teslimiyetçi yapısı Hayat karakterinin yaşadıklarıyla paralel bir uyum içerisinde ilerliyor filmde. Hayat’ın iç dünyasının yansıması olan mırıltıları etraftan duyduğu her yeni şarkıyla daha da netleşiyor ve arabesk bir kimlik kazanıyor. Arabesk müzik, bir nevi Hayat’ın ruh halini ifade etmesine aracılık eden bir konuma yerleşiyor.

Hayat bu zorlu, sert ve acımasız dünyaya doğmuştur ama yaşama sıkı sıkıya sarılır. Dünyadaki adaletsizliklere karşı cesaretini, dayanıklılığını ve umudunu yitirmez.
Hayat bu zorlu, sert ve acımasız dünyaya doğmuştur ama yaşama sıkı sıkıya sarılır. Dünyadaki adaletsizliklere karşı cesaretini, dayanıklılığını ve umudunu yitirmez.

Tutuklanmasının ardından baba figürünün ortadan kalkmasıyla birlikte Hayat’ın isyanı da eyleme yöneliyor. Babasına ne olduğundan habersiz, ancak dedesini eve kilitleyerek ölüme terk edebilecek kadar kararlı üstelik. Hayat, dedesinin İstanbullu olduklarına dair vurgusunun tam tersine karşısına çıkan çocuğa denize açılmadan önce İstanbullu olup olmadığını soruyor ve aldığı hayır cevabının ardından onunla birlikte denize açılıyor. Çevresinde ona zarar veren herkesin İstanbullu olması Hayat’ı bir "İstanbullu olmayan" arayışına itiyor çünkü. Diğer bir yandan da İstanbullu olmayan çocuk arabesk kültürün yaratıcısı kitleye mensup. Yani Hayat, arabesk kültüre olan yakınlaşmasıyla içinde bulunduğu fakat asla bir parçası olamadığı şehirli toplumu reddediyor bir bakıma. Hayat, kabul ettikleriyle içinde var olamadığı hayata, reddettikleriyle "Ben de varım" diyor bir bakıma.