Mutlu olmak hepimizin en gizli mesleğidir: Eskişehir

Sazova Parkı.
Sazova Parkı.

Eskişehir’e gidene kadar, Eskişehir gibi bir şehrin, Türkiye’de olabileceğini hayal dahi edemezdim. Düzlük, sanırım Türkiye’de en iyi, Eskişehir’de değerlendirilmiştir.

Konya, Kayseri, Erzurum veya Gaziantep gibi geniş bir ovaya kurulmuş, bu yüzden düzlük diyebileceğimiz şehirleri uzaktan yakından bildiğim için böyle söylüyorum. Eskişehirliler, ovada olmanın bütün avantajlarını, en doğru şekilde kullanmış gibi. Saatlerce yürüyün orada… Ne bir yaya ne bir araç ne de başka bir şey sizi rahatsız eder. Ya da çok ara caddelere girmediğiniz müddetçe araç kullanmanızı eziyete dönüştüren bir trafikle karşılaşmazsınız. Kaldırımlar, yollar ve parklar muntazam dizilmişlerdir. Belli ki bir plan dâhilinde yapılmışlar. Tüm bunlar sebebiyle Eskişehir’e ısınmak, kendini oranın akışına hemen kaptırmak işten bile değildir. Erzurum demişken, Eskişehir’in de orası gibi, bir yaylaya kurulduğunu düşünmüştüm. Temmuz ayında gitmiştim Eskişehir’e ve saatlerce yürümeme rağmen o kadar nefis, rahatsız etmeyen, tatlı bir serinlikle karşılaşmıştım ki, hiç terlememiş ve bunalmamıştım. Aynı şeyi, Eskişehir’de yürüyen, bisiklete binen veya parkta dinlenmek veya arkadaşlarıyla hoş vakit geçirmek isteyen insanların yüzlerindeki memnuniyetten, huzurdan, bunalmayıştan da çıkardığımı söylemeliyim. Öyle şehirler vardır ki, orada insanların tamamında bir huzursuzluk, sinir hâli ve tatminsizliğin olduğunu görmemek mümkün değildir. Eskişehir’de kiminle karşılaşmış veya oturup birkaç söz etmişsem, hepsinin yüzünde, benzer bir memnuniyeti görmüştüm.

Odunpazarı.
Odunpazarı.

“Ama kışı serttir buranın,” demişti bir arkadaşım. Doğrudur, Temmuz’da böyle serin esen rüzgâr, kış aylarında nasıl bir borana dönüşüyordur. Başka bir arkadaşım, “Burası öğrenci şehridir, o yüzden sen daha buranın karmaşasını görmedin,” demişti. Tüm bunları, benim şaşkınlık içinde Eskişehir’i yere göğe sığdıramamam dolayısıyla söylüyorlardı.

Övgüde uçtuğumun farkındaydım, onların dengeyi kurmam için böyle söylediklerini de biliyordum, fakat bildiğim diğer bir şey daha vardı; onların yüzlerinde de Eskişehir’de yaşıyor olmanın gizli sevinci vardı. Evet, bir şehir, içinde yaşayan insanlara bunu hissettirdiği ölçüde mekândır, yuvadır, memlekettir.

Eskişehir’de plansız, programsız gezdim. En çok da Odunpazarı’nın tarihi noktalarında adımladım. Biraz da müze merakımın olmamasından kaynaklanıyordu bu. Eskişehir’de ise, sayısız müze vardı. Adımlarım zaman zaman bu müzelerden birine gitmiyor, rastlamıyor değildi. Çoğunun bahçesine bakıp geçtim. Çünkü bahçe bana yetiyordu. Öyle ya, Eskişehir’de her evin, apartmanın önünde bahçe vardı. Müzelerin de öyle… Bahçelerinde de öyle devasa, çam ağaçları yoktu sadece. Elma, erik, kayısı ağaçları da vardı. Üzüm salkımlarını fark etmiştim, çoğu bahçenin duvarında. Ve bunlar kaldırımlara sarkmış, gelen geçenin hem göz zevkine hem de damak tadına sunulmuşlardı. Onlardan koparıp, gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz. Uzaktan bağıran bir bahçe sahibiyle karşılaşmazsınız.

Yapıldak Vadisi.
Yapıldak Vadisi.

Eskişehir’e tekrar tekrar gitmek niyetindeyim. Neden? Çünkü orada insanın insana, hayvanlara, ağaçlara, hatta cansız varlıklara bile saygı duyduğunu hissetmiştim. Eskişehir’i cazip kılan ve özetleyen durum bence buydu.