Nuri Pakdil’in düşünce mirası son dönemde nasıl yeniden okunuyor?

Yazar ve yayıncı Necip Evlice ile Ketebe Yayınları’nın Nuri Pakdil külliyatını yayınlamasının ardından, Pakdil’in düşünce dünyasını, kişiliğini ve Edebiyat dergisi serüvenini konuştuk.
Nuri Pakdil’in öncülüğünde çıkan, sizin de yazarlarından olduğunuz Edebiyat dergisinin Türk fikir ve kültür hayatındaki yeri, daha doğrusu onu amiyane tabirle kültür kamusunda “efsane” statüsüne çıkaran şey neydi?
Edebiyat dergisinin fikir ve kültür hayatımızın özellikle son elli yılında çok önemli bir yeri, etkisi ve konumu vardır. Kendi döneminde çıkan dergilerden farklı olarak her anlamda dikkatleri çeken, bir iddiası olan, önemli konuları tartışan, reddediş ve karşı koyuş anlamında bir tutarlılık sergileyen yegâne dergidir. Klasik anlamda bir dergicilik yapmaktan çok, bir düşüncenin, bir fikrin inşasına ve toplumda karşılık bulmasına aracılık etmek için yayınlanmış bir dergidir diyebiliriz. Kendinden önce yayımlanan ve devamı olduğu düşünülen dergilere göre çok farklı katkıları olmuştur edebiyat ve kültür dünyamıza.
Sözgelimi insan yetiştirmek, yazar, şair yetiştirmek konusunda…

Evet, insan yetiştirmek konusunda Nuri Pakdil’in gayretleri ile Edebiyat dergisinin bir okul olduğu rahatlıkla söylenebilir. Aynı dönemde yayımlanan, aynı ideolojik kesimin diğer dergilerine göre çok modern bir dil ve üslup benimsemiştir. Ciddi eleştirilere rağmen bu tutumunu değiştirmemiştir. Cumhuriyet döneminin alfabe değişimine ve dilde yenileşme konusuna ciddi eleştirileri olmasına karşın, yeni dili kullanmaktan çekinmemiştir. Bu tutumun bir ileri görüşlülük sonucu oluştuğu da söylenebilir; çünkü yetmişli yıllarda çok eleştiri alan bu dil kullanımı, bugün hepimizin kullandığı bir dil halini almıştır. Nuri Pakdil de bunu görmüş olmalı. Onun yazıları halen güncelliğini koruyor. Gençlerin onu kolaylıkla okuması, anlaması mümkün oluyor. Onun amacı gençlere ulaşmak, onlarla düşünce köprüleri kurmaktı ve bunun için ortaya koyduğu eserlerinin yaşaması gerekiyordu. Eserleri hâlâ anlaşıldığına ve ilgi gördüğüne göre bunu başardığını söyleyebiliriz Nuri Pakdil’in.
Kesinlikle, bunu başaran çok az yazardan biri Pakdil… Edebiyat dergisinin asıl sorguladığı şey neydi peki? Üzerine gitmekten çekinmediği…
Özellikle Batılılaşmayı ve yabancılaşmayı sorguladı Edebiyat dergisi. Ortaya koyulan tüm ürünlerde yerli düşünce öncelenirken, topluma dayatılan Batılı unsurlar reddedilmiş, bunlara karşı bir tavır sergilenmiştir. Nuri Pakdil de derginin “Değinmeler” köşesinde Emin Ziyaioğlu müstear ismiyle ciddi fikir tartışmalarına kapı aralamıştır. Bu tartışmalar dergi sayfalarını aşıp gazete köşelerine taşınmıştır çoğu zaman. Melih Cevdet Anday, Ceyhun Atuf Kansu, Behçet Necatigil, Enis Batur, Ahmet Kabaklı gibi isimler bu tartışmaya dahil olmuştur.
Edebiyat dergisinin özellikle sorguladığı dediğinin yabancılaşma meselesinden devam edelim derim. Son 10 yılda hızla liberalleşen bir dünya içerisindeyiz. Biz de toplum olarak buna çok teşneyiz sanki… Bunun kaynağı ise elbette Batılılaşma düşüncesi ve yabancılaşma. Peki Pakdil yerlilik ve millilik hakkında, yabancılaşma kavramı hakkında ne düşürdü, neresinden ve nasıl görürdü bu meseleyi?
Evet, yazık ki çok yoğun bir liberalleşme, yabancılaşma, yozlaşma yaşıyoruz toplum olarak. Bunu sadece Batılılaşmayla açıklamak yetersiz kalıyor. Popüler olan her şeyi benimsemek ve kabullenmek, kaynağı ne olursa olsun kendi kültüründen, kendi değerlerinden, kendi geleneğinden uzaklaşmayı ve kopmayı beraberinde getiriyor. Nuri Pakdil yerli düşünce derken millilik ya da yerellik düşüncesini kastetmiyordu. Evrensel İslamî değerler ekseninde gelişen medeniyeti ve bu medeniyetin oluşturduğu birikimi vurgulamak istiyordu. İslam medeniyetinin ürettiği bilgiyle Batı medeniyetinin ürettiği bilgiyi yarıştırmak gibi bir çaba içinde değildi kuşkusuz; ama yerlilik yerine yerli düşünce vurgusuyla evrensele açılmanın zeminini tanımlamış oluyordu. Yani yerli düşünce derken başta Doğu’ya ait, bize ait bir düşünceden, bir bilgiden söz ediyordu. Millilik onun hiç ilgi alanına girmedi. Evrensele açılmanın, evrensel düşünmenin önündeki engellerden biri olarak görürdü. Hatta ırkçılıkla özdeş yaklaşırdı millilik kavramına.

Nuri Pakdil, bir dönemi için, “sükûtu seçtim ama hiç susmadım” ifadesini kullanıyor. Neydi Pakdil’i sükûta götüren toplumsal şartlar, Pakdil'in sükût evresinden muradı neydi ve o süreçte zihin dünyasında ne gibi değişiklikler/gelişmeler oldu?
Edebiyat dergisinin 1984 sonunda yayınını durdurmasından ve Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkan kitapların tamamının halka dağıtılmasından sonra Nuri Pakdil uzun bir suskunluk dönemine girdi.
Evet, buna inziva diyenler oldu, uzlet diyenler oldu.
Dediğiniz gibi değişik tanımlamalar yapanlar oldu. Bunların dışında da tanımlamalar yapanlar oldu kuşkusuz. Sözgelimi “Nuri Pakdil susuyorsa, söyleyecek sözü olmadığından değil, susmanın konuşmaktan daha anlamlı olduğuna inandığı için susuyordur.” diyenler oldu. Kendisi de 1997’de yeniden kitap yayınlamaya başladığında, ilk kitabının adına Sükût Sûretinde diyerek geri döndü. Onu sükûta götüren nedenlerin başında, 12 Eylül askeri darbesinin topluma dayattığı tek tip insan yetiştirme modelinin kısa sürede etkili sonuçlar vermesi gelir diye düşünüyorum. Çünkü o günlerde okumanın ve düşünmenin gereksizliğine inandırılmış bir toplum vardı âdeta. Ülkeyi yönetenler neredeyse hepimizin yerine düşünüyorlardı. Toplumda okuma, düşünme ve yazma bilinci hızla yok oldu ve Edebiyat dergisi bundan çok etkilendi. Nuri Pakdil de yayıncılık anlamında o güne kadar oluşturduğu tüm birikimini dağıtarak susmayı tercih etti. Sonradan anlaşıldı ki Nuri Pakdil en çok o suskunluk dönemlerinde okumuş, düşünmüş, yeniden sahneye çıktığında neler yapacağını ölçmüş biçmiş. “Sükûtu seçtim ama hiç susmadım” ifadesini anlamak için 1986’da Amerika’da bulunan Şair İrfan Çevik’e yazdığı 12 uzun mektup okunabilir. Ülkeye ve dünyaya nasıl baktığını, içinde yaşadığı iklimin ne olduğunu o uzun mektuplarda açık açık anlatmaktadır. Onun bütün bu süreçteki değişimi ve zihin dünyasındaki gelişimini, Sükût Sûretinde’nin ilk iki şiiri gayet net yansıtmaktadır. Birinci şiirin başlığı Gramer, ikinci şiirin başlığı Yeryüzüödevi’dir. Bu iki şiir, bütün badirelerden sonra onun pusulasının kesin yönünü ve kimlerle “kolkola” yürüyeceğini evrensel bir ödev olarak anlatması bakımından manidardır.

| GRAMER | YERYÜZÜÖDEVİ |
| Sözcüğün uzun kavlinden | Dört Halife yürüyorlar kolkola |
| Bütün yönler silme Mekke | Ebûbekir Ömer Osman ve Ali |
Pakdil’in Türkiye’de belli başlı şehirleri var Maraş, İstanbul, Ankara gibi... Bu şehirlerin Pakdil’deki karşılığı neydi acaba? Zihin dünyasını besleyen bir yön vardı herhalde bu şehirlerde... Şehir-fikir-üretim hakkında ne düşünürdü?
Nuri Pakdil’de şehirler, mekânlar, yani coğrafya önemlidir. Dışarıda olduğu gibi içeride de şehirleri vardır. Mekke, Medine, Kudüs ve Paris dışarıdaki; Maraş, Ankara ve İstanbul da içerdeki şehirlerinden bazılarıdır. Maraş doğduğu, çocukluğunun ve gençlik yıllarının geçtiği, kültürünün, kimliğinin şekillendiği şehirdir. Memleketidir. Ankara, oluşturduğu kimliğin anlamının katledildiği, yok edildiği, dışlandığı şehirdir. Ankara kelimesi yerine “cehennem” ifadesini kullanmıştır her zaman. Mücadelesinin ana mekânı saymıştır Ankara’yı: muharebe alanı yani. İstanbul ise azîzdir, vazgeçilmezlerinden biridir. Üniversite yıllarını geçirdiği ve her zaman bir emanet olarak baktığı kutsal şehir, azîz şehir... Buradan hareketle “Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul ekseninde” deyiverir bir kalemde. Onun için İstanbul’un önemi içinden boğaz geçiyor olması değildir, yedi tepesi değildir, köşkleri, yalıları, koruları değildir. Onun için İstanbul’un önemi peygamberimizin bir hadisinde isminin geçmiş olmasından gelmektedir. “İstanbul’u çok sevdiğiniz halde neden sevmediğiniz Ankara’da yaşıyorsunuz?” sorusuna cevap olarak her zaman bu vurguyu yapmıştır: “Ben Ankara’yı kötü ve yaşanmaz bir şehir olduğu için değil, inancımın katledildiği bir yer olduğu için sevmiyorum. İstanbul’u da boğazı, yalıları, tepeleri sebebiyle değil, peygamberimizin bir hadisinde ismi geçtiği için çok seviyorum.”
Pakdil’in kitaplarını yeni edisyonlarıyla Ketebe Yayınevi için hazırladınız. Bu süreçten bahsedelim istiyorum. Daha önce Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan basılıyordu kitaplar. Yeni baskılarda nasıl bir çalışma prensibiyle hazırlandı kitaplar, nelere dikkat ettiniz, değişiklikler oldu mu vs.? Yani bu geçiş ve basım sürecini bir de sizden dinlesek...

Nuri Pakdil’in kitaplarının Ketebe’den yayınlanması fikri, Pakdil’in hayatta olduğu ve Ketebe’nin kurulduğu ilk yıllara dayanıyor. O yıllarda bir teklifle gelinmişti. Sıcak bakmıştık ama bazı sebeplerden bu mümkün olmamıştı. Edebiyat Dergisi Yayınları’nın kurulduğu 1972’den beri Nuri Pakdil’in kitapları sadece Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkmıştı. O hayattayken böyle bir şeye cesaret edememiş olabiliriz. Nuri Pakdil’in vefatından sonra onun yayınlarını aynı şekilde devam ettirdim. Benim öteden beri bir vakıf kurmak, Nuri Pakdil’in kitaplarının telif haklarını bu vakfa aktarmak ve çeşitli faaliyetlerle onun fikir dünyasının gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak gibi bir fikrim vardı. Bu fikrimi Nuri Pakdil hayattayken gerçekleştirmek istedim ancak mümkün olmadı. Vefatından sonra beş yıl bekledim. Kimse bir şey yapmadı ve bu konuda bir gelişme olmadı. 2024 yılında Sayın Furkan Çalışkan‘ın talebiyle, kitapların Ketebe’den yayınlanması için yeniden bir araya geldik ve bu işi gerçekleştirdik. Bir yandan kitaplar Ketebe’den yayınlanırken diğer yandan vakıf kurulacak ve çalışmalara devam edilecekti. Düşündüğümüz gibi de oldu. Şimdiye kadar 32 kitap Ketebe’den çıktı. Vakfımız da Nuri Pakdil’in Edebiyat Eserlerini ve Fikirlerini Yayma Vakfı olarak kuruldu. Faaliyetleri için bir yer temini aşamasındayız ve bekliyoruz.
Kitapların Ketebe’den yayınlanması sürecinde ilgili arkadaşlarımızla beraber yoğun bir editöryal çalışma sürecine girdik. Bazı kitaplar için Nuri Pakdil’in hayattayken yaptığı değişiklikler vardı. Bazı kitapların yeni baskıları yapılmadığı için herhangi bir değişiklik olmamıştı. Genel anlamda kitapların içeriği ile ilgili Nuri Pakdil‘in yaptıklarının dışında hiçbir şeye dokunulmadı. Sadece yazım birliğinin sağlanması konusunda bir çalışma yapıldı. Malum, Türkiye’de yazım kurallarımız bile sık sık değişiyor. Sözgelimi 2000’li yıllarda birleşik yazılan bir sözcük şimdilerde ayrı yazılabiliyor.

Bu süreçte yeni baskılarla birlikte Nuri Pakdil’e yazılan mektupları içeren Koca Adam Merhaba adlı bir yeni kitabı da yayına hazırlayıp bastık. Bu çalışma sırasında ilk defa ortaya çıkan Nuri Pakdil imzalı mektuplar oldu. Bu yeni mektupların da dahil edildiği farklı formatlı bir Mektuplar edisyonunun çalışmalarını bitirmek üzereyim. Nuri Pakdil’in konuşmalarını içeren iki ciltlik kitabın hazırlığı da bitti. Bunun dışında Nuri Pakdil’in çevirileri ve Çağdaş Arap Şiiri Güldeste adlı antolojisi de yayınlanmayı bekliyor. Bunların ardından kitaplarına girmemiş eserlerini ve terekesinden çıkan notlarını da kitap olarak yayımlayacağız.
Pakdil külliyatına topluca bakınca şiir, deneme, günlük, tiyatro gibi birçok farklı türü görüyoruz. Her alanda kalem oynatmış bir isim Pakdil. Türleri bunca önemsemesinin, hepsinde örnekler vermesinin nedeni neydi? Ve külliyatının tamamlandığını, hitama erdiğini düşünür müydü?

Nuri Pakdil sanata ve edebiyata oldukça kapsamlı bir anlam yükleyerek yetenekleri doğrultusunda çeşitli türlerde eserler verdi. Öncelikle yazmaya ve eser vermeye odaklanmış bir yazardı. İlk dönem ürünleri biraz klasik bir çizgide olsa da ilerleyen dönemde eserlerinin özgünlüğü yönünde hayli çaba sarf etti. Çevresindeki insanların eserleri için de aynı titizliği ve dikkati gösterirdi. Okumayı ve incelemeyi çok sever, bu deneyimiyle kendi eserlerini oluşturur ve kendinden sonrakilere önderlik ederdi. Sürekli yazar, notlar tutar, okuduklarının altını çizer, sayfa kenarlarına notlar düşer ve hiçbir şeyin son olduğunu düşünmezdi. Son anına kadar da hep bir şeyler üretme peşindeydi. Sözgelimi evrakları arasından 18 ay boyunca tuttuğu, hiç yayınlanmamış notlar çıktı. Yaşama tutkunuydu. Ölümü asla aklına getirmeden hep çalıştı, hep diri oldu, hep heyecanlı oldu, hep coşkulu oldu ve hep sevdi. İnsanlardan nefret etmedi, onlara kızsa da kucakladı.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.