Rize'ye başka bir bakış

Rize
Rize

Türkiye’nin sofrasından eksik etmediği çayın samimiyeti yetiştiği topraklardan geliyor desek yalan olmaz. Rize öyle sıcak, öyle yeşil ve öyle de görülesi bir yer. Cazibesine kapılıp gittiğinizde “Hangisinden başlasam? Nereye gitsem?” diye uzun uzun düşündürürken, telaşlı bir kararsızlıkla da heyecanlandırıyor...

Yıllar sonra yolum bir kez daha Rize’ye düştü. Bu kez çekimler için burada olmak heyecanlandırmıştı beni ve uçak bir an evvel iniş yapsın diye bir sabırsızlık sarmıştı içimi... Öyle ki farklı köşelerini keşfetmeliyim diye düşünmeye bile başlamıştım... Sabahın ilk ışıkları ile vardığımız Rize’de, kahvaltımızı yaptık ve TV Net izleyicileri için “Gezgin” ekibi olarak yollara koyulduk... Çay hasatının son demlerinde olduğumuzu biliyordum ancak çay bahçelerinde çay toplayan hanımlara rastlayacağımızı hiç tahmin etmemiştim. Arabanın durdurulmasını istedim, aldım elime mikrofonu ve dik yamaçlarda bulunan çay bahçelerine tırmanmaya başladım. Önce elimde mikrofonu görünce şaşırdılar. Nereden geldiğimi sordular, İstanbul deyince bölgeye özgü sert ama tatlı mizaçlarıyla “Gel hadi uşağum misafirmişsin, de bakayım ne diyeceksen” demeleri hızlıca kaynaşmamızı sağladı açıkçası. Başladık kahkahalar arasında sohbete; biri 30 yıldır bir diğeri 28 yıl yıldır çay topluyormuş... Aralarında 7-8 yıldır bu işi yapanlar da vardı tabii. Dediklerine göre, Rizeli kadınların aile bütçesine katkısı böyle oluyormuş...

Akşama kadar işleri devam edecek olan hanımlara teşekkür ettik ve hızlı adımlarla yanlarından ayrılıp kaleye doğru yol aldık. Kaleye geldiğimizde ise kalenin tarihi geçmişine hayran kaldım… Geçmişte aşağı kale ve iç kale var iken günümüzde sadece iç kale olarak adlandırılan bölüm yaşamaya devam ediyor... Zamanla yapılaşmayla birlikte aşağı kalede evler kurulmaya başlayınca şehri çevreleyen surlar bir bir yok olmuş, çoğu da maalesef doğal afetlere yenik düşmüş... İç kale ise Rize Belediyesi tarafından koruma altına alınıp düzenlenmiş, kale surları restorasyon görmüş ve çevre düzenlenmesi ile tarihimizin ileriki kuşaklara kadar aktarılması için yenilenmiş... Kalenin zirvesinden kuş bakışı bakmak ayrı bir keyif verdi bize... Kısa bir mola dedik ve olmazsa olmazı ‘Çay’ımızı içip yolumuza devam ettik...

Aslında merkeze gidecektik?

İlk günkü planlarımız arasında merkeze inmek vardı. Fakat gözüm bir an denize takıldı! Geceden atılan ağların balıkçılar tarafından toplandığını ve kiminin de balıktan döndüğünü görünce bu güzelliği hem görmek hem de görüntülemek için denize açıldık... Denizin ortasında bu güzelliği izlemenin tarifi yoktu… Zaman zaman büyük tekneler ile yanaşılan bu sahillerde bugünlerde yerel halkın küçük kayıkları var daha çok. Kimi kendine tutuyordu balıkları, kimi de çevre restoranlara vermek için çıkmıştı balık avına... Hava artık yavaş yavaş düşmeye başlamıştı ki, bizim de dönüş vaktimiz gelmişti kara ya...

Ayder Yaylası
Ayder Yaylası

İkinci günkü rotamız Ayder Yaylası...

Çok uzak sayılmayacak bir mesafede bulunuyor yayla. Ortalama 1 saatte varmanız mümkün... Yola çıktığımızda hedef Ayder’di. Fakat yol üzerinde Fırtına Deresi ve üzerine 1200’lü yıllarda yapılmış olan tarihi tek gözlü köprüleri görünce durmamak olmazdı... Rize’nin simgesiydi bu köprüler... Çamlıhemşin’de bulunan bu köprüler görülmeye değer güzellikte! Birçoğu restorasyon görmemiş ancak dimdik ayakta ve hala kullanılıyor bu köprüler... Bir anda yüksekten ilerleyen biri gözümüze çarptı, merak ettik nedir bu diye sorduk. Karadenizli icadı “zipline” dediler... Gerekli önlemlerin sağlandığı korunaklı kıyafeti giyene kadar her şey çok normaldi ancak yüksekten kendimizi derenin üzerine bir halat ile bırakacağımızı duymak heyecanımızı on kat artırdı... Bir anda kendimizi boşluğa bırakmak oldukça zevkliydi...

Birincisinden korkarken ikinci kez binip, aynı zamanda “Gezgin” izleyicileri için o anı da görüntüledik... Yola devam diyerek Ayder Yaylası’na ilerlerken birçok defa durduk yolda. Dağların arasında akan şelaleleri gördükçe görüntülemek istedik ve sanırım aradan 2-3 saat geçti. Böylesi güzel doğallığı görmemiştik hiçbir yerde... Sonunda Ayder Yaylası’na vardık. Günümüzde yerliden çok yabancı turistlere ev sahipliği yapıyor yayla... Rize evlerinin ev pansiyonculuğuyla birleştiği Ayder’de yeşile doyduk diyebiliriz... Yolda harcadığımızı onca vaktin üzüntüsü de vardı ama yolumuz da uzundu. Daha Zil Kalesi vardı görmeyi istediğimiz. Hava kararmadan yetişmeliydik, dönüş yoluna geçip Zil Kalesi’ne vardığımızda bu bölgede ne kadar çok kale olduğunu gördük...

Zil Kalesi...

Yüksek bir noktada dağın zirvesinde yer alıyor... Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu kale, son olarak Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde uzun yıllar bölge korumasında kalmış... Geçmişin tarihi varlığı günümüzün ise en önemli gezi noktalarından biri olan Zil Kalesi, bu aralar özel günlerin en tercih edilen fotoğraf mekânlarından... Rize de aklımda kalanları aktardım size ama mutlaka görülmesi gereken bir şehirdir burası… Bağrında öylesi güzellikleri ve tarihi barındırıyor ki hangisinden başlasam nereye gitsem diye uzun uzun düşünür kararsızlık içerisinde kalırsınız... Siz dergimizi okuyan değerli okuyucular tvnet.com.tr adresinden “Gezgin” programını tıklayarak Rize’nin anlattığım bu eşsiz güzelliklerini izleyebilirsiniz. Bir sonra ki sayımızda kim bilir Türkiye’mizin hangi cennet köşesinden sesleneceğiz sizlere... Önümüzdeki sayı görüşmek dileğiyle… İyi seyirler şimdiden...

  • YAPMADAN DÖNMEYİN
  • - Rize Kalesi’nde enfes çayı içmeden
  • - Ayder Yaylası’nın eşsiz güzelliğini görmeden
  • - Fırtına Deresi’nde zipline yapmadan
  • - Meşhur hamsi pilavını yemeden
  • - Şelalelerinde mola vermeden