Sadelik içinde ihtişam: Konya

Şeyh Sadreddin Konevi Camii ve Türbesi.
Şeyh Sadreddin Konevi Camii ve Türbesi.

Benim için Konya’nın merkezi,Sadreddin Konevi türbesidir.Türbenin hemen yanındacamisi de vardır. Burası aslındaeskiden -13. yy- SadreddinKonevi’nin eviymiş. TabiiKonevi, bir şeyhti. Dolayısıylaonun evi, ayrıca bir tekkedir.Toplanılan, sohbet edilen,zikir çekilen, namaz kılınan,ders verilen yer yani. Bunların hepsini Konya’da geçirdiğimbeşinci yılın sonunda öğrendim.

2005’in Ramazan’ıydı galiba. Konevi türbesinin yanında Meram belediyesinin bir etkinliği olacaktı. Belediye etkinliklerine merakım yoktur. Bir arkadaşım sürüklercesine beni türbeye götürdü. O arkadaşın da etkinliklerle arası iyi değildi. Vazife gereği orada bulunması gerekiyordu. Oysa ben, iftardan sonra dinlenmeyi, çay keyfi yapmayı yeğlerim. Elime bir de kitap almışsam, artık sahura kadar yolu vardır. O gün öyle olmadı. Zorla, hatır niyaz beni türbenin yanında yapılan etkinliğe götürdü arkadaş. Oraya gittiğimizde ise, ben sadece Sadreddin Konevi türbesi ve camisiyle ilgilendim. Bu ilgi o kadar yoğundu ki çevredeki kalabalığı, dağıtılan Ramazan şerbetini, yapılan konuşmaları duymamıştım bile.

Arkadaşa “Bu türbe kimindir?” diye sorduğumda, onun bu soruya çok şaşırdığını gördüm. Meğer Konevi meşhur biriymiş. Kesinlikle okuduğum kitaplarda, onun ismiyle karşılaşmışımdır, ama şu an hatırlamıyormuşumdur. Arkadaşımın söyledikleri doğruydu. Konevi’yle birçok kitapta karşılaşmış ama sohbeti derinleştirmemiştik. O, vahdet-i vücûd düşüncesinin mimarlarından, Muhiddin Arabi’nin yakın talebelerinden biriydi. Hatta Konevi, ilk Fusûsü’l-Hikem şerhi yazan kişiydi. Günümüze kadar gelen birçok eseri vardı onun. Konevi eserlerini Arapça yazmıştı. İbn Arabi’nin eserleri de Arapçadır. Anadolu Selçuklu Devleti’nde Arapça, ilim dili olarak kullanılmıştır. Belki de Konevi ağır felsefî, tasavvufî sohbetlerini de Arapça yapıyordu, bilemiyorum. Şu kesin, Konevi’de beni cezbeden bir ağırlık ve ciddiyet vardı.

Vefatından sonra eserlerinin yakılmasını vasiyet etmesiyse, gizemini artıyordu.

Hâlen Konya’ya gittiğimde, Konevi Türbesi’ni merkeze alarak düşünür, plan yaparım. Zafer Çarşısı’ndan Konevi Türbesi’ne yürür, oradan dönüp, Şems-i Tebrîzî Türbesi’ne, sonrasındaysa Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Türbesi’ne giderim. Başlangıç noktam, her zaman Konevi olmuştur. Konevi Camiin çevresindeki sükûnet mi beni oraya çekiyor, yoksa üstü açık türbenin yanında daldığım düşünceler mi bilmiyorum. Bir de dedim ya, Konevi’yle sohbeti derinleştirememiştik diye. Oysa benim sohbet ettiğim tek kişidir Konevi. Bu da genellikle türbede olur. Hatta diyebilirim ki türbenin içinde bulunduğu sokakta olur. Turgutoğlu sokağına oysa Zafer Çarşısı’nın hay huyu, gürültüsü içinden geçilerek girilir.

Aziziye Camii.
Aziziye Camii.

Ve o anda, farklı bir iklime girdiğinizi hissedersiniz. Bu sükûnet adımlarınızı yavaş yavaş Konevi Türbesi’ne doğru çeker. Güzel, kendi içinde cazibeli, küçük Konevi Camii’nin minaresinden önce, belki de onun ahşap kapısını görürsünüz. Kapıdan gözlerinizi çevirip, minareye baktığınızda, gökyüzüyle uyumlu, bu şekilde insanın içini ihtişamla dolduran başka bir minare görmediğinizi sanırsınız. Demek istediğim Konevi Camii ve türbesi sadelik içinde ihtişam taşır. O sadelik, temizlik ve mütevazılık, bünyesinde büyüklüğü taşır. Ona baktığınızda ilk bu büyüklüğü fark edersiniz. Sonrasındaysa, sadeliği…

Konevi türbesinin önünde de birçok mezar bulunur. Bunların kime ait olduğunu bilmiyorum. Şimdi bu yazıyı yazarken merak ettim. Çünkü yukarıda söz ettiğim etki altındayken sadece Konevi türbesiyle meşgul olabilmişimdir. Belki de türbeyle değil de Konevi’yle yaptığım içsel sohbetle. Bu sohbete çok kolay girdiğimi de söyleyebilirim. Yoldan geçen veya ziyarete gelen kişilerin, türbe kenarında okudukları Fatiha ve Yasin’ler de o an rahatsız etmez beni. İlginçtir, Konevi’ye gelen kişilerin hiçbirinden rahatsızlık duymamışımdır. Onların hâl ve hareketlerinde türbe adabına uygun olmayan bir şey görmediğimden galiba bu böyle. Ve orada karşılaştığım herkesle de bir şekilde, içsel de olsa bağlantı içinde olduğumu düşünmüşümdür. Bunun Konevi’nin eserlerini ne kadar okuduğumla tabii ki mutlaka bir ilgisi vardır. Fakat türbenin bulunduğu yerle de ilgisi vardır.

Konya, Türkiye'nin yüz ölçümü bakımından en büyük ili ve en kalabalık yedinci şehridir.
Konya, Türkiye'nin yüz ölçümü bakımından en büyük ili ve en kalabalık yedinci şehridir.

Oranın ne öğle sıcağı ne akşam soğuğu ne de karlı günleri, huzurumu kaçırmıştır. Sırtınızı Zafer Çarşısı’na verdiğinizde, türbenin sol tarafına futbol sahası, sağ tarafına sinema salonu düşer. Karşı tarafta ise, tren garı vardır. Düşünebiliyor musunuz, türbenin bulunduğu yer, nasıl bir hareketliliğin içindeyken sessizliği, ıssızlığı, düşünceyi ve huzuru sağlıyor. Şimdilerde nasıldır bilmiyorum fakat 2000’li yıllarda Zafer sinemasının içi ve çevresi çok hareketliydi. Konya stadında da hep bir koşturmaca dikkat çekicidir, maç olduğundaysa, dolup taşar orası. Tren garını belirtmeye gerek yok; yolcuların bazıları iner, bazıları biner, bazılarıysa bekler. Orayı boş görmek de nadirdir. Ben böyle bir kargaşalığın içinden Konevi Türbesi’ne kaçardım. Önce türbe kenarından selam verir, sonra abdest almaya geçerdim. Eğer şansım yaver gittiyse, o an ezan okunuyordur, beş on kişiyi geçmeyen cemaatle namazımı kılardım. Sonra da hürmetle, türbe bahçesinin demir kapısını yavaşça açıp, bir taşa otururdum. Namaza gelen cemaat de çekilince etraftan, sessizlik, hafif esinti ve sohbet başlar. Bu yüzden Konya benim için biraz da bu türbe ve mezarlıktır. Diğer kalan yerler, çoğu zaman aklıma gelmez. Gelse de çağrışım yoluyla, oradan oraya, bu anıdan şu anıya, bu dosttan o arkadaşa geçme şeklinde olur. Hepsinin merkezindeyse, Konevi Türbesi durur.