Sarı sıcak Mardin

Mardin
Mardin

Dağların çöllere karıştığı, Toroslar'ın körfezle buluştu bir şehir Mardin. Masalların ve efsanelerin insanı büyülediği, tarihin tozlu raflarındaki medeniyetleri barındıran rengi sarı sıcak bir şehir. 'Nereye gitsem?'diye sorarken kendinizi bir masalın içinde bulmayı istiyorsanız, bu sarı sıcak şehirde efsanelerin içine dalın derim...

Mardin’e ilk gittiğimde toy bir delikanlıydım. İstanbul’dan otostopla Mardin’e gitmek için yola çıkmıştım. Şehirde beni misafir edecek kişi bir şeyhti: Şeyh Hasan. Şeyhin oğlu Musa ile Midyat Estel’de bir kahve önünde buluştuk. Beni Gelinkaya köyüne, yerel ismiyle Kefurhavar köyüne götürdü. Biraz eğleştikten sonra Midyat’ın en güzel yapılarından birisine, Mor Gabriel Manastırı’na doğru yola çıktık. Manastırın hikâyesi şimdilik bir kenarda sessizce dursun ama dönüş yolunda Şeyh Hasan, nerden bulduğunu hiç anlamadığım bir şekilde, eteğinin içinden ansızın bir gül çıkardı ve bana takdim etti; hem de hiç kırışmamış bir şekilde. Yetmezmiş gibi, hemen ardından, oğlu Musa’ya ansızın ve sertçe çıkıştı: “Görmüyor musun yoldaki çocukları, biz o kadar kötü insanlar mıyız, çabuk geri dön ve hemen onları arabaya çağır!”

Yerdeki güneş, Mezopotamya
Yerdeki güneş, Mezopotamya

Mardin, büyüsü bozulmuş bu dünyanın, hâlâ büyüsü bozulmamış yerlerindendir. Ve ben ne zaman Mardin’e gitsem, ne vakit orayı düşünsem elimde hep bu gül, kulağımda hep o ikazla, kendimi baş başa bulurum.

Yerdeki güneş: Mezopotamya

Tarih kitaplarından çokça duymuşuzdur hikâyesini: Adını iki nehrin, Dicle ve Fırat’ın arasında kalan yerden alır: Mezopotamya. Eski şehrin ovayı geniş ve bir bütün halinde gören yüksekçe bir yerinden sonsuzluğa uzanan bu coğrafyaya bakarken kendinizden geçebilirsiniz. Mardin’e gidecekler için ilk tavsiye şöyle olsun o halde: Mezopotamya Ovası’nı uzun uzun ama yavaşça seyredin; seyrederken bir yandan da ovanın sınırlarını düşünün: Bir ucu Zagros Dağları, bir ucu Suriye Çölü; bir ucu Toroslar, bir ucu Basra Körfezi

Mor Gabriel Manastırı.
Mor Gabriel Manastırı.

Medeniyet sözcüğü biraz da işbu Mezopotamya üzerinde kurulup tarihin tozlu raflarında yerini alan uygarlıklar için kullanılmış olsa gerek: Sümerler, Akadlar, Asurlular, Babil, Persler, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı…Ova, buranın denizi; ayın şavkı da, güneşin ilk ışıkları da buraya vurur. Ovaya bakmak, biraz tarihe bakmaktır, biraz tefekkür etmektir. Hayır, sadece, bizden önce gelenleri hatırlamak için değil; bir sonsuzluk ânı olarak bu düzlüğün içinde kaybolmaktır asıl olan.

“Altı paye üzerine oturan kubbe bütün mekâna hâkimdir.”
“Altı paye üzerine oturan kubbe bütün mekâna hâkimdir.”

Altı paye üzeri kubbe

Bir dağın tepesinde kurulmuştur Mardin, daha doğrusu Eski Mardin. Ovayı yukardan görür, onu keser. İşte bu şehirle ova arasında bütün zarafetiyle durur Mardin Ulu Cami, yani Cami-i Kebir.Mardin’de 118 ulu cami var. Ama içlerinden en sadesi, en sessizi bana hep bu cami gelir. Bu, diğerlerini kötülemek değil, bir farkı ortaya koymak içindir. Bu, haddi zatında, Mardin’in nasıl bir büyüsü olduğunu, anlamak olmasa da sezmek, ona kendini bırakmaktır. Artuklular döneminde inşa edilen cami için teknik kayıtlarda şöyle bir ifade geçer:

“Altı paye üzerine oturan kubbe bütün mekâna hâkimdir.”

İşte bütün mekâna hâkim olma hali, Cami-i Kebir’in, ululuğudur.

Dicle ile Fırat'ın şehri...
Dicle ile Fırat'ın şehri...

Sarı sıcak, masallar ve daha fazlası

Büyük ve uçsuz bucaksız tarihiyle Mardin bir birikimin taşıyıcısı aynı zamanda. Mor Gabriel Manastırı da, Yezidiler de, Arapça’da, Kürtçe’de burada. Belki de bu sebeple Mardin’in rengi sarı sıcak… Sarı sıcak Mardin’de masallar ve efsaneler arasında kaybolmak mümkün. Daha güzeliyse durmak, biraz daha durmak ve kaybolmak ama en önemlisi, Şeyh Hasan’ın eteklerinden o gülle birlikte süzülüp çıkan ve bizlere hatırlatılan insan olmak.