Karadeniz dili ve edebiyatını öğrenen çocuk

Karadeniz'in kendine özgü dili, ritmi ve mizahı bir çocuğun meraklı bakışlarıyla buluştuğunda ortaya çıkan sahne, izleyenlerin içini ısıtan türden. Bir küçük çocuk, anneannesine dönüp “Pedalıza ne demek?” diye sorarken aslında yalnızca bir kelimenin anlamını değil, Karadeniz kültürünün o neşeli, hızlı, yer yer hınzır dünyasını da keşfetmeye başlıyor. Anneannesinin dizinin dibinde, kucağında bir kedi, arkada yemyeşil bir doğa… Bu görüntü yalnızca bir dil öğrenme anı değil, kuşaklar arası bir miras aktarımının da en saf hali.

Karadeniz'de dil, bir yaşam biçimi
Karadeniz şivesi sadece kelimelerden ibaret değil; bir ruh hâli, bir davranış biçimi, bir duyguyu ifade etme şekli. “Pedalıza”, “uşağum”, “haçan” gibi sözcükler yalnızca anlam değil; yöre insanının enerjisini, samimiyetini ve doğallığını taşır. Çocukların bu kelimeleri merak edip büyüklerine sorması ise aile içinde sözlü kültürün hâlâ canlı olduğunun en güzel kanıtı. Bu sahne, modernleşme ve şehirleşmeyle beraber kaybolmaya yüz tutan yerel ağızların aslında evlerin içinde, bahçelerde, dizlerin dibinde yaşadığını gösteriyor.

Kültürün sıcaklığı nesilden nesile akıyor
Anneanne ile torun arasındaki bu kısa sohbet, Karadeniz'in keskin mizahının ve özgün dilinin yeni nesle nasıl doğal bir şekilde geçtiğini gözler önüne seriyor. Çocuğun merakı, anneannenin gülümseyerek verdiği cevap, evin kedisinin sessizce eşlik edişi… Hepsi birer küçük ayrıntı ama birleştiğinde büyük bir tabloyu tamamlıyor: Dil sadece öğrenilmez, yaşanır. Ve bu küçük anlar, kültürün kaybolmaması için en güçlü bağları kurar.

Karadeniz'in doğası kadar sıcak ve samimi bu sahne, izleyenlere hem gülümseme hem de derin bir aidiyet duygusu bırakıyor.