AB-Türkiye ilişkilerine farklı bir açıdan bakmak

Türkiye-Avrupa Birliği.
Türkiye-Avrupa Birliği.

Türk hükümetinin ülkesi için daha bağımsız bir rol oynama arayışında olmasından ve Türkiye’nin Batı’dan gittikçe uzaklaşmasından dolayı bölgemizde gerginliğin arttığı bu dönemde, gerginliği azaltma ve farklı söylemlerin doğrudan düşmanca eyleme dönüşmesini engelleme konularında daha stratejik düşünmeye ihtiyaç var. Bu noktada iki ülke arasındaki ve AB ile Türkiye arasındaki mevcut durum konusunda huzursuz ve endişeli bir AB ve Yunan vatandaşının olduğumu belirtmeliyim.

Dımıtrıos Trıantaphyllou.
Dımıtrıos Trıantaphyllou.

Buradaki mesele yalnızca taktiksel değil aynı zamanda stratejik olarak da düşünmek ve hareket etmektir. Yunanistan ve Türkiye arasındaki Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve şimdi Libya konusundaki gerilim, (askeri, diplomatik veya siyasi anlamda) her türlü “sıcak” çatışma ihtimalini önlemeye yönelik caydırıcılığın akıllıca kullanılması konusunda düşünme gereksinimini artırdı. Hem dış politikadaki siyasetçiler içinde hem de kamusal alanda yapılan bu tartışma zaman zaman geniş kapsamlı ve hararetli olmuştur. Bu durum ayrıca Türkiye ile hem ikili olarak, hem de Türkiye’nin AB ile mevcut ilişkileri bağlamında ele alınması konusundaki daha büyük bir zorluğun yansımasıdır. Özellikle 1999’dan beri Yunanistan’ın stratejisinin Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği ikili ilişkiler üzerinde ılımlı bir etkiye sahip olacağı fikrine dayandığı göz önüne alındığında, mevcut durumunun sorunlu olduğu açıktır.

Buradaki mesele, üyelik sürecinin hiçbir ilerleme göstermediği bu zor zamanlarda ne yapılması gerektiği olup, Türkiye’nin dış politikada bağımsızlığını artırma ve söylem ve eylemde tek başına kalmayı ve dolayısıyla çoğu Avrupalı ortağının çıkarlarından ve eylemlerinden ve aynı zamanda daha jeopolitik olmayı amaçlayan AB’nin içinde faaliyet gösterdiği çok taraflı çerçeveden uzaklaştığını göstermektedir. Türkiye ile AB arasındaki artan anlaşmazlık gerçek bir endişe kaynağı olmakla birlikte, asıl mevzunun hukuki olarak Türkiye ve AB’nin hâlâ içinde bulunduğu çerçeve olan üyelik süreci olduğunu düşünüyorum.

Diğer bir ifadeyle, üyelik süreci temelde sorunlu olduğu için Türkiye ve AB’nin birbirinden uzaklaşmakta olduğunu kabul etmek yerine, sürece verilen desteği artırmak gerekmektedir. Türkiye’de birbiri ardına yapılan kamuoyu yoklamaları Türk halkının çoğunun AB’ye üye olmaktan yana olduğunu göstermektedir. Kadir Has Üniversitesi’ndeki meslektaşlarım tarafından gerçekleştirilen son yıllık Türkiye Trendleri anketi, ülke genelinde ankete katılanların yüzde 51’inin AB üyeliğini desteklediğini gösteriyor. O halde yarın hükümet sürece olan bağlılığını yinelediğinde desteğin ne kadar olacağını bir düşünelim. Bu yüzde 51’lik kesim Türk toplumunun, hemen her ülkede olduğu gibi, birçok çeşitli sesten olduğu gerçeğini yansıtmaktadır.

Sorun şu ki, (kendi ülkem de dahil olmak üzere) Avrupa’da Türk dış politikası veya Türk iç siyaseti ile ilgili olan her şey, ülkenin Başkanının ve iktidar partisinin hakimiyeti ve nesnel analizlerin dışında kalan anlatılarının gölgesi altında değerlendiriliyor. Bu nedenle, güvensizliği yalnız devlet düzeyinde değil, aynı zamanda AB’nin dayatmacı olarak ve Türkiye’nin Avrupa değerlerine sahip olmaktan ziyade bir Orta Doğu ülkesi olarak görüldüğü Türk ve Avrupa toplumlarında güvensizliği artıran hararetli söylemlere takılıp kalıyoruz. Bu “ötekileştirmenin” en aza indirilmesi gerekiyor.

AB’nin yapabileceği en iyi şey gelecekte bir Avrupa Konseyi toplantısı düzenleyerek Türkiye’yi AB üyesi yapma hedefini ve Türkiye’nin taahhüt ettiği üyelik kriterlerini karşılama konusunda AB ile çalışmasını gerektiren üyelik sürecinin devam ettiğini teyit etmektir. Diğer bir benzer yaklaşım sivil toplum ve kamuoyu düzeyinde güvensizliği ele almak olacaktır. Bu, Ocak ayında yapılan Yunan Türk Forumu’nda önerildiği gibi, Türkçeyi AB’nin resmi dillerine dâhil edilerek yapılabilir. Bu, Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki resmi dilinden biri olması nedeniyle mümkündür.

Dikkat çekmeye çalıştığım nokta, farklı bir açıdan düşünmemiz ve bizi ayıran farklılıkları ve anlaşmazlıkları öne çıkarmak ve arttırmak yerine gerilimleri azaltma yönünde çalışmamız gerektiğidir.