Black Mirror: Nerede o eski bayramlar

Netflix Platformunun özellikle Türkiye pazarında gösterdiği yüksek kalibreli iletişim performansı, her türlü övgüyü hak ediyor.
Netflix Platformunun özellikle Türkiye pazarında gösterdiği yüksek kalibreli iletişim performansı, her türlü övgüyü hak ediyor.

Öyle markalar var ki, sadece ürünleri veya hizmetleri ile değil, yaptıkları pazarlama iletişimi çalışmalarıyla da mükemmelden şaşmıyorlar.

Aşkın Baysal.
Aşkın Baysal.

Basitçe ifade etmek gerekirse, kötü reklamları yok neredeyse! Bu alanda epey yüksek bir standart koydukları gibi, her yeni reklamda yaratıcı kalitelerini bir adım daha ileri taşıyabiliyorlar. Netflix de bu markalardan biri. Platformun özellikle Türkiye pazarında gösterdiği yüksek kalibreli iletişim performansı, her türlü övgüyü hak ediyor. Netflix, geçtiğimiz ay, ikonik dizisi Black Mirror’ın tanıtımı için hazırladığı reklam filminde, bu alandaki yüksek gustosunu bir kez daha ortaya koydu.

Her bölümü ayrı bir hikayeye ayrılan, bazen şaşırtan çoğu zaman korkutan gelecek senaryolarının anlatıldığı Black Mirror dizisi, neredeyse kendi alt kültürünü yaratmış durumda. Her sezonu büyük bir merakla bekleniyor, anlattığı hikayeler geleceğe ilişkin endişe dolu tartışmalar başlatıyor. Sözgelimi 2018 yılının son günlerinde platforma konan, izleyicilerin verdikleri kararlarla hikayenin akışına yön verebildikleri ‘Bandersnatch’ bölümü, sadece anlattığı öyküyle değil, interaktif içerik konusunda çığır açıcı bir yapım olması nedeniyle de büyük gürültü kopardı. Bu sıradışı bölüm, hikaye anlatıcılığı açısından devrimci bir ana karşılık geliyor.

Bir bayram distopyası

Dizinin yeni sezonu, 5 Haziran günü platforma kondu ve güzel bir tesadüfle bayrama denk geldi. Bu tesadüfü fırsata çeviren Netflix, distopik bir bayram reklamıyla izleyicilerin karşısına çıktı. Yaratıcı ajans olarak Tribal Worldwide imzasını taşıyan reklamda, klasik ‘nerede o eski bayramlar’ teması işlenmiş ancak hikaye bu sefer Black Mirror’ın insanı tedirgin eden ters ütopya evrenine taşınmış.

Reklam, bayramda aile ziyaretine giden birinin bakış açısını yansıtan görüntülerle başlıyor. Çalınan kapı açılıyor, yaşlı bir anne “Canım benim! Hoşgeldin! Geç, geç!” diyerek geleni karşılıyor, ilk kucaklamadan sonra evin içine giriyoruz. Salon dolu. Tüm aile bayramlaşmaya gelmiş. Büyük küçük herkes bir arada…

Reklam sarılmalar, kucaklaşmalar, öpüşmeler, gülüşmeler ve ikramlarla devam ediyor. Maaile yemekten sonra kahramanız evde bir ‘nostalji’gezintisine çıkıyor ve çocukluk odasına giriyor. Her şey, oyuncakları bile yerli yerinde. Duygusal tonun zirve noktasına vardığı bu noktada görüntü dışından bir anda “Hayatım!” diye bir ses işitiyoruz. Biraz sonra bambaşka bir mekana, bir tatil diyarında deniz kenarına ışınlıyoruz ve o ses devam ediyor: “Hayatım, siparişin geldi.”

Kahramanımızın gözbebeklerinde ‘sanal âleme’ daldığını gösteren soğuk ve buğulu bir mavilik görüyoruz. Meğer o bayramlaşma gerçek değilmiş, her şey zihninin içinde, dijital bir bulutta gerçekleşmiş. Biraz sonra bayram ziyaretinde gördüğümüz yaşlı anne babanın bir huzur evinde ‘dijital olarak dalmış’ hallerini de görüyoruz ve tek kelimeyle yüreğimiz burkuluyor. İnsanda hemen koşup anne babasına sarılma hisleri uyandıran bu ‘rahatsız edici’ reklam, bir Black Mirror bölümünü aratmayacak düzeyde sert ve çarpıcı bir mesaj içeriyor.

Yılın en başarılı reklamları arasında şimdiden kendisine yer edinen ve sattığı ürünün ruhunu birebir yansıtan bu çalışma münasebetiyle, Netflix’in Türkiye pazarına girdiği ilk günden bu yana yaptığı diğer reklam harikalarını hatırlamakta fayda var. Yaratıcılık konusunda sergilenen bu istikrarın bir nedeni varsa ancak o zaman anlaşılabilir çünkü…

Ebru sanatıyla narcos

Meğer o bayramlaşma gerçek değilmiş, her şey zihninin içinde, dijital bir bulutta gerçekleşmiş.
Meğer o bayramlaşma gerçek değilmiş, her şey zihninin içinde, dijital bir bulutta gerçekleşmiş.

Geleneksel sanatlarımızın değeri son zamanlarda belki daha çok vurgulanıyor, bu alanlara daha fazla kaynak aktarılıyor ancak ilginin çapının belgesel çekip duygulu bir ses tonuyla ağıt yakmaktan öteye geçmediği de aşikar. Hele bu geleneksel sanatlarla modern temalar işlemek, tabiri caizse bu sanatların üzerindeki ölü toprağını atmak, onlara yeni bir hayat öpücüğü vermek kimsenin aklına bile gelmiyor.

Bizim aklımıza gelmeyen, o zamanlar Türkiye pazarına yeni yeni girmiş olan Netflix’in aklına geldi. Ülkeye geldiği ilk günden bu yana faaliyetlerini geliştiren, Türkçe destek anlamında kayda değer adımlar atan marka, gittikçe daha çok alıştığı pazardaki varlığını daha yüksek sesle duyurmak için estetiğin zirvelerinde dolaşan bir sosyal medya kampanyası başlattı.

Kampanyada geleneksel görsel sanatlarımızın başında yer alan ebru, tek kelimeyle yeniden keşfedildi. ‘Ebru Originals’ adını taşıyan kampanya çerçevesinde Netflix’in orijinal yapımlarından biri olan Narcos dizisinin başkarakteri Pablo Escobar’ın portresi, bir ebru sanatı performansıyla izleyicinin dikkatine sunuldu.

Yıllarca global markaların başarılı olabilmesi için yerelleşmeleri gerektiği söylenip durdu. Bu söylemi bu kadar somut bir şekilde ve bu kadar estetik bir yolla ete kemiğe büründüren işlere hâlâ çok az rastlanıyor oysa. Markanın sosyal medya hesaplarından paylaşılan bu ‘zamane’ ebru çalışmaları, estetik açıdan da büyük bir fark yaratmış, izleyicide uzun uzun seyretme hissi uyandırmıştı.

Saykodelik yerelleşme

Marka bir diğer fenomen dizisi olan Stranger Things’in ikinci sezonunun başlamasını da, benzer yaklaşıma sahip bir sosyal medya videosuyla duyurmuştu. Özel yetenekleri olan bir çocuğun etrafında dönen olağandışı bir hikayeye dayanan dizinin yeni sezonuna ait fragman videosuna, Barış Manço’nun saykodelik şarkısı Dönence eşlik etmişti. İsmiyle, öyküsüyle, her şeyiyle garip olan bu dizinin ruhunu, “Simsiyah bir gecenin koynundayım, yapayalnız” gibi ürpertici sözleri olan bu klasik şarkıdan daha iyi hiçbir şey yansıtamazdı herhalde.

Netflix Türkiye, Stranger Things’in ikinci sezonunun duyurusu için bununla yetinmedi. Esas büyük sürpriz, yeni sezonun tüm bölümlerinin izleyicinin dikkatine sunulduğu gün geldi. İşin içinde bu sefer, çok ciddi bir prodüksiyon ve Türkiye’de ‘tuhaf şeyler’ denince akla gelen ilk isim olan Sadettin Teksoy vardı. Tüm bu muhteşem işleri göz önünde bulundurduğumuzda işin içinde reklam ajansının (kesinlikle takdir edilmesi ve alkışlanması gereken) yaratıcı performansından öte bir şey var diye düşünüyor insan. Bunlar ne olabilir diye sorduğumuzda ise akla en azından şu cevap geliyor: Elinizin altında çok iyi bir ürün varsa, bu ürün tüketicilerle güçlü bir etkileşim yakalamışsa, hikayesini geniş kesimlere ulaştırabilmişse ve de en önemlisi kendine has bir kültür evreni yaratmışsa, reklamcı olarak işiniz kolay. Bu hikaye evreninden yola çıkarak müthiş işler üretebilir, ürününüzün zaten kendi başına da ürettiği heyecan ve coşkuya siz kapılıp gidebilirsiniz.