Gıda güvenliğinin sigortası: Değirmencilik

İç piyasada talebin yüksek olması un şirketlerinin ölçeğini artırmasını ve dünya ihracat pazarında rekabetçi olmasını sağlıyor.
İç piyasada talebin yüksek olması un şirketlerinin ölçeğini artırmasını ve dünya ihracat pazarında rekabetçi olmasını sağlıyor.

Birleşmiş Milletler’e göre 2050’ye kadar dünya nüfusu 10 milyar olacak. Artan nüfusun gıda güvenliği sorunu yaşamaması için de tahıl üretiminin yüzde 70 artması gerekiyor. Ayrıca en çok tüketilen tahıl grubunda yılda 600 milyon tondan fazla talep edilen un yer alıyor. Bu durumda değirmencilik sektörünün önde gelen ülkeleri adeta gıda güvenliğinin sigortası oluyor.

Ülkeler birkaç yıldır son derece değişken piyasalarla mücadele ediyor. Bu mücadelenin en çetin kısmını artan emtia fiyatları oluşturuyor. Çünkü World Grain uluslararası değirmencilik endüstrisinin yıllık araştırmasına göre artan fiyatlardan dolayı değirmencilik şirketleri artık yeni tesis inşa etmeyi tercih etmiyor. Halbuki Birleşmiş Milletler’e göre dünya nüfusu bu yıl 8 milyara ulaştı ve hızla artmaya devam ediyor. 2037’ye kadar bu rakamın 9 milyar olacağı öngörülürken, beslenme ihtiyacının da artacağı yadsınamaz bir gerçek. Böylece artan beslenme ihtiyacını karşılayabilecek değirmenciliğin önemi de gün yüzüne çıkıyor. Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan değirmencilik, dünya çapında buğdayı işleyen önemli bir sanayi dalı konumunda. Ayrıca gıda güvenliğinin sağlanmasında, açlıkla mücadelede ve yetersiz beslenmenin önlenmesinde stratejik bir önem taşıyor. Nasıl mı?

Başlangıçta sağlık krizi olarak başlayan Kovid-19 pandemi sürecinin, gıda krizine dönüşebileceği endişeleri ortaya çıktı. İnsanlar panik içinde un ve makarna almak için marketlere koşarken, dünyanın dört bir yanındaki değirmenciler rafların boş kalmaması için 7/24 çalıştı. Ardından savaşın yaşanmasıyla en çok arz sıkıntıları yaşayan gıda ürünleri tahıl grubunda yer aldı. Bu süreçte ülkeler gıda arzını tüm risklerden korumaya çalışırken, değirmenciler dünya gıda güvenliğinin sigortası oldu.

Değirmencilik sektörünün ihracatçıları mercek altında

Değirmencilik sektörünün artan önemi sayesinde tedarikçi ülkelerin gelirleri de arttı. Gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYH) en büyük katkıyı sağlayan ülke sekiz yıldır dünyanın en büyük un ihracatçısı koltuğunda oturan Türkiye oldu.

  • Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) verilerine göre, Türkiye 2021 yılında 3 milyon tondan fazla un ihracatı yaptı. Bu ihracat 1,1 milyar değerinde gerçekleşirken, uluslararası un ihracatının yüzde 23’ünü elinde tuttu. Türkiye’yi takip eden Almanya da aynı dönemde 384,9 milyon dolar un ihracat değeriyle ikinci sırayı aldı.

Böylece Almanya küresel pazarın yalnızca yüzde 8,3’ünü oluşturdu. Türkiye’nin ikinci sırada olan Almanya ile arasındaki bu büyük farkın en büyük nedeni ise hem büyük bir buğday üreticisi hem de buğday tüketicisi olması. Üretici olmasındaki avantaj un ihracatına katkı sağlaması olurken, tüketici olmasındaki avantaj yerli işletmeleri içeriyor. Çünkü iç piyasada talebin yüksek olması un şirketlerinin ölçeğini artırmasını ve dünya ihracat pazarında rekabetçi olmasını sağlıyor. Üstelik şirketler bu avantajını ithal edilen buğdayı un, makarna gibi mamullere dönüştürüp ihraç ederek kazanıyor. İşte değirmencilik sektörünün ihracat kalemiyle GSYH’ya katkısı da bu şekilde gerçekleşiyor.

Yapay zekaya dayalı tarım uygulamaları

Dr. Eren Günhan Ulusoy.
Dr. Eren Günhan Ulusoy.

Türkiye’nin değirmencilik sektöründeki başarısına karşılık tarımsal girdi maliyetlerinin Ağustos ayında yüzde 135,06 artış kaydetmesi çiftçiliğin sekteye uğrayacağı konusunda endişe oluşturuyor. Oysa Uluslararası Un Sanayicileri ve Hububatçılar Birliği (IAOM) Avrasya Başkanı Dr. Eren Günhan Ulusoy bu sürece ışık tutuyor. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’nin buğday alım fiyatının geçen sene 2250 TL olduğuna dikkat çeken Ulusoy, bu yıl 7400 TL’lik bir alım gerçekleştiğini vurguluyor. Yani çiftçinin eline yıllık yüzde 228 artış kaydeden bir buğday geliri geçmiş oluyor. Bu açıdan bakıldığında çiftçinin memnun olduğuna değinen Ulusoy, bu sene farklı alanlarda da destek aldıklarına dikkat çekti. Doğrudan gelir ve prim desteğini örnek veren Ulusoy, bu destekler olmasa dahi Türkiye’nin un ihracat birinciliğinin en az 10-15 yıl devam edeceğini belirtti. Fakat bu birincilikle birlikte üretimi artırarak daha fazla ihracat geliri elde edebileceğimize değinen Ulusoy, bunun için desteklerin ekim bazlı değil, verim bazlı verilmesi gerektiğini ifade etti. Çünkü şu anda herhangi bir destek verilirken ÇKS’de kayıtlı ekim alanları hesaplanıyor ve hektar başına ne kadar üretim gerçekleştirileceği belirleniyor. Böylece hektar başına prim ve doğrudan gelir desteği veriliyor. Halbuki Ulusoy’a göre, birim başına verim artırıcı destekler verilmesi gerekiyor. Ulusoy, verimi artırıcı desteklere örnek olarak teknolojik gelişmelerin yani yapay zeka destekli tarım uygulamalarının öne çıkması gerektiğini belirtiyor.

Yapay zeka ile maliyet kontrolü

Yapay zeka destekli tarım uygulamaları tahıl üretimine büyük katkı sağlıyor.
Yapay zeka destekli tarım uygulamaları tahıl üretimine büyük katkı sağlıyor.

Yıllardır yapılan akademik çalışmalar bugün tarımsal uygulamalarla yapay zeka entegre edildiğinde verimliliğin artacağını ortaya koyuyor. Üstelik bu artış maliyetleri kontrol altına alarak gerçekleştiriliyor. Otonom araçlar, sensör füzyonları, dronelar ve akıllı tarım uygulamaları da yapay zekanın tarıma entegre olduğu uygulamalara örnek oluyor. İşte tam da bu uygulamalar, Türkiye’nin un ihracatındaki liderliğini buğday üretimiyle desteklemesi açısından yardımcı olacak. Örneğin, Avustralya’da yapılan bir çalışmaya göre, otonom araçlar girdi maliyetlerinden yüzde 10 tasarruf sağlıyor. Çünkü herhangi bir sürücünün geleneksel metotlarla yaptığı sürüm, ekim ve gübreleme işlemlerini optimal düzeyde yaparak, istihdam ve diğer girdi maliyetlerini düşürüyor.

Tarımda kullanılan otonom araçlara tanımlanan sensör füzyonları ise uydularla yapılan haberleşme sonucunda çiftçinin mahsulü ve işlemleri kontrol etmesini sağlıyor. Küresel konumlandırma sistemi (GPS) bu sensör füzyonlarına örnek olurken, dünyadaki en büyük tarım ekipmanları üreticisi olan John Deere firması, GPS ile girdi maliyetlerinden yüzde 40 tasarruf edildiğini kaydediyor. Ayrıca bir optik sensör füzyonu olan N-Sensor ALS de her bitkiyi özelleştirerek ihtiyacı olduğu kadar gübre kullanımını hesaplıyor ve böylece girdi maliyetlerinin yüzde 15-20 oranında azalmasını sağlıyor.

Gübre maliyetlerinin düşürülmesine katkı sağlayan akıllı gübreleme sistemi de Türkiye’nin tarımsal üretimini destekleyecek. Çünkü ağustos ayı tarımsal girdi fiyatlarına yıllık yüzde 234,48 artışla en büyük katkıyı gübre ve toprak geliştiriciler sağlıyor. Tam da bu noktada Fransa’da yapılan bir araştırmaya göre, akıllı gübreleme sistemi ile girdi maliyetlerini birim başına 70 euro düşürmek mümkün görünüyor. Bu da şu anlama geliyor, örneğin bitkiye atılan bir ton gübrede bitkinin kullandığı miktarın 200-400 kilo olduğu hesaplanıyor.

Geriye kalan gübre miktarı ise etkinliği düşüren ve maliyeti artıran kısım oluyor. Böylelikle akıllı gübreleme sistemi ile kullanılan/atılan gübre etkinliğini yüzde 20-40’lardan, yüzde 65’lere çıkarıyor.

Kısacası yapay zeka destekli tarım uygulamaları tahıl üretimine büyük katkı sağlıyor. Dünya Ekonomik Forumu’na göre ise 2050 yılında dünyadaki beslenme ihtiyacı karşılamak için sadece tahıl üretiminin yüzde 70 artırılması gerekiyor. Türkiye ise değirmencilik sektöründeki konumuyla bu ihtiyacı karşılayan en büyük pazar lideri konumunda. Bu liderliği pekiştirecek olansa tarım ile yapay zekayı entegre edecek çalışmaların genişletilmesi oluyor.