İbn Haldun’un yönetim felsefesi

İbn Haldun.
İbn Haldun.

Umran adını verdiği yeni bir ilim geliştiren İbn Haldun’a göre, devleti ortaya çıkaran iki faktör asabiye (dayanışma ruhu) ile ahlaktır. Başkan dahil bütün asabiye mensupları ahlak erdemine sahip olmazsa mülk ve siyaset oluşmaz.

'Her şey Allah’tan gelir; fakat insanın maişeti içın emek harcaması gerekir. Birleşik emekler, herkesin ihtiyacından fazlasını üretir. Medenî hayatın kaynağı bu fazlalıktır. onunla savunma, eğitim, sağlık ve diğer toplu ihtiyaçlar karşılanır.'
'Her şey Allah’tan gelir; fakat insanın maişeti içın emek harcaması gerekir. Birleşik emekler, herkesin ihtiyacından fazlasını üretir. Medenî hayatın kaynağı bu fazlalıktır. onunla savunma, eğitim, sağlık ve diğer toplu ihtiyaçlar karşılanır.'

Cemil Meriç’e göre, “kendi semasında tek yıldız” idi İbn Haldun. Söz konusu sema, tarih felsefesi yahut tarihsel sosyoloji idi. Vico’dan Marx’a kadar sayısız Avrupalı düşünürden birkaç yüzyıl önce, toplumsal olayların yasalarını keşfe çalışmıştı. Bir beşerî bilimler ansiklopedisi sayabileceğimiz ünlü eseri Mukaddime, yeni bir ilmin de habercisiydi: Umran.1 Aslında Tunuslu tarihçinin tasarladığı büyük eserin başlığı Kitâb’ül-İber idi (İbretler Kitabı). Muhsin Mehdi, iber kelimesinin anlamının “bir şeyin içinden, yanından veya ötesine geçmek” olduğunu söylüyor: Nehrin bir yakasından diğerine geçmek; bir sınırın veya uçurumun ötesine geçmek gibi. Başka bir anlamı, bir şeyin dışından içine geçmek; yani derunî gerçekliğinin farkına varmaktır.2 Mukaddime, tarihî olayları sadece sıralamakla yetinmeyip; onların içindeki (arkasındaki) sebepleri anlamaya çalışan sıra dışı bir eserdir. Kitabın ağırlık noktaları siyaset ve din olmakla beraber, İbn Haldun iktisadî olayları da titizlikle ele almaktadır.

Yeni bir ilim: Umran

Günümüzde tarih, coğrafya, sosyoloji, ilahiyat ve felsefe disiplinlerini kapsayacak kadar geniş bir kapsama alanı olan Umran ilminin amacı insanları taklitten kurtarıp, onlara “daha önce olmuş bitmiş olanla, daha sonra olacak olanın” anlaşılması konusunda bir bakış açısı kazandırmaktır. Yazılan tarih, olup bitenin yerine geçen ikinci bir gerçeklik alanı oluşturur. Varlık alemi iki kısımdır. Unsurlar alemi (fizik/metafizik); havadis alemi (umran/sosyal bilim). İnsan fizik varlığı ve bireyliği itibarıyla birinci âleme aitken; ikinci âlem insana aittir. Umran ilmi, havadis aleminin gerisinde bulunan ilkeleri araştırır. Bunları sıralarsak:

1. Toplumlar iki kategoride var olurlar: Bedavet (göçebelik), hadaret (yerleşiklik).

2. Göçebe, vermeden alır. Fizikî-coğrafî şartların önüne koyduğu ile yetinmek, bunlar tükenince kendine başka yer aramak zorundadır. Hayat tarzı ‘biriktirmeye’ elverişli değildir. Göçebe, ayakta kalabilmek için dayanışmak zorundadır (asabiye).

3. Asabiye ise hâkimiyet doğurur. Güçlenen asabiye, daha fazla güç ve hâkimiyet talep eder. Böylece Mülk ve onun kemal evresi olan Devlet oluşur. Mülke ulaşamayan asabiye, zaman içinde yok olur.

4. Asabiye mülkün gerekli şartıdır ama yeterli şartı değildir. Yeterli şart hılâldir: Ahlâk erdemi. Sadece hükümdarın erdemli olması yetmez. Belirleyici faktör, topyekûn asabiye mensuplarının ahlâkî durumudur.

5. İnsan, tabiatının hayvanî kısmıyla daha çok başkalarına karşı varlığını sürdürme çabası içindeyken, insanî tarafıyla da başkalarıyla beraber yaşama gayreti içindedir. Şehevî tarafıyla şerre, nâtık (mantıklı, rasyonel) tarafıyla da hayra daha yakındır. İnsanda hayra meyil bulunmasaydı mülk ve siyaset yani devlet oluşmazdı.3

İbn Haldun'da iktisat felsefesi

Mukaddime çarpıcı bir siyaset felsefesi içerdiği kadar, bir iktisat klasiğidir de. Bu bağlamdaki görüşlerini özetlersek:

Makul yöneticiler “ben bilirimciler” değil, sürekli bilgi fethi peşinde koşanlardır.
Makul yöneticiler “ben bilirimciler” değil, sürekli bilgi fethi peşinde koşanlardır.

Üretim. İnsanın bir dünyalı olarak gayesi üretim yapmaktır. “Allah Teâlâ insanı yaratmış, gıdasız yaşaması ve hayatını devam ettirmesi mümkün olmayacak surete ve biçime koymuş, fıtratı ile gıdasını aramayı ve kendisine tevdi edilen kudret ile bunu elde etmeyi ona belletmiştir.”4

Emek. Üretimin gerçekleşmesi için bir takım faktörlerin bir araya gelmesi/getirilmesi gerekiyorsa da, ana üretim faktörü insan emeğidir. “Mal ve sermaye terakümü, emeğin değerinin terakümünden başka bir şey değildir. Bir insanın mal biriktirmesi, emeğinin değeri ve karşılığı olan şeyleri biriktirmesi mânasına gelir. Zira (esas itibarıyla) ortada emekten başka bir şey yoktur ve birikimden maksat da bizzat emeğin kendisi değil, (ondan hasıl olan değer)dir.”5 İnsanoğlu kendi potansiyelini gerçekleştirmek için üretmek zorundadır; üretim ise onun emeğinden kaynaklanır.

Örgütlenme. Üretim tek başına değil, sosyal bir örgütlenme sayesinde gerçekleştirilir. “İnsanlardan bir kişinin kudreti, muhtaç olduğu gıdayı tek başına elde etmeye kâfi gelmez. Bu gıdanın asgari kısmını bile tam olarak temin edemez. O halde, hemcinsinden olan birçok kişilere ait kudretler bir araya toplanmalıdır ki, hem kendisinin hem de onların rızık ve maişetleri temin edilmiş olsun. Yardımlaşma suretiyle, istihsale iştirak edenlerin kat kat fazlasının ihtiyacını karşılayacak kâfi miktarda mal ve rızık hasıl olur.”6 Her şey Allah’tan gelir; fakat insanın maişeti için emek harcaması gerekir. Birleşik emekler, herkesin ihtiyacından fazlasını üretir. Medenî hayatın kaynağı bu fazlalıktır. Onunla savunma, eğitim, sağlık ve diğer toplu ihtiyaçlar karşılanır.

Küresel iş bölümü.

Toplumun zenginleşmesi, iş bölümünün derecesine bağlıdır. Ve bugünkü deyişle ‘ulusal’ işbölümü, küresel iş bölümüne kapı açar. Küresel iş bölümünün esası ise doğal kaynaklar değil, yurttaşların becerisidir.

İbn Haldun bunu Kuzey Afrika şehirleri bağlamında Adam Smith ile Michael Porter’a parmak ısırtacak bir beceriyle tasvir etmektedir: “Bazı sanatlar bazı şehirlere mahsustur. İhtiyaç duyulan lüzumlu işgücü bazı şehirlerin halkına mahsustur. Bu yüzden o şehirlerdeki halk, o işlerle meşgul olur, onunla ilgili sanatta maharet kazanır, bu gibi faaliyetler o şehir sakinlerinin hususiyeti olur… Geçim zaruretinin icabı olan sanatlar (terzilik, demircilik, marangozluk..) her şehirde mevcuttur. Refah ve onunla ilgili âdetlerin icabı olan meslekler ise sadece imaret cihetinden fazla gelişmiş, refah ve hadaretten çokça pay almış şehirlerde bulunur:

Züccaciye, kuyumculuk, attarlık, bakırcılık gibi.”7

Özetle, küresel (o zamanlar için, şehirler-arası) işbölümünün temeli tabiat değil, beşerî becerilerdir. Ekonomik gelişmenin motoru, şehrin fikrî ve deneyimsel altyapısıdır. Üretimin ana kaynağı, üretken emektir. Dolayısıyla, bir ülkenin (şehrin) ekonomik gelişmesini engelleyen temel husus, ülke ahalisinin emeğinin kalifiye olmamasıdır.

Adam Sımıth, Mıcheal Porter ve Paul Romer

Çağımızda başarılı işletme ve devlet yöneticiliğinin temeli, yeniliklere duyarlı liderliktir.
Çağımızda başarılı işletme ve devlet yöneticiliğinin temeli, yeniliklere duyarlı liderliktir.

İbn Haldun’un iktisat felsefesi, kendisinden 400 yıl sonra Adam Smith, 600 yıl sonra Michael Porter ve Paul Romer tarafından aşağı yukarı aynı kelimelerle tekrar edilmiştir. Smith’in Ulusların Zenginliği (1776) başlıklı eseri, ülke zenginliğini paraya (altın ve gümüşe) bağlayan Merkantilistlere bir tür reddiyedir. Konumuzla irtibatlı olarak, eserin ana fikrini şöyle özetleyebiliriz: Bir ülkenin zenginliği eşittir: O ülkede emeğin üretkenlik derecesi çarpı üretken emek miktarı.8 Michael Porter, 1990 yılında yayımlanan ve Smith’in kitabına adeta nazire olarak yazdığı Ulusların Rekabetçi Üstünlüğü başlıklı eserinde, Smith’in formülünü inceltir: Bir ülkenin zenginliği rekabetçi üstünlükle sağlanır. Rekabetçi üstünlük eşittir: O ülke insanlarının yenilik yapma ve cihazların kapasitesini yükseltme kabiliyeti (“The ability to innovate and upgrade.”)9

2018 yılında Nobel İktisat Ödülü alan Paul Romer, ekonomik büyümenin fikirlerle ilişkisini irdeleyen çalışmalarında Smith ile Porter’ın düşüncelerini zirveye taşır. Bu çağdaş İbn Haldun’a göre, elimizde mevcut olan fabrika veya çiftliklere, onların aynısından daha fazla katmak ülkeyi zenginleştirmez. Gerçek servet yaratımı, ister soya fasulyesi üzerindeki geliştirmeler gibi küçük, ister bilgisayar çipleri gibi büyük icatlar olsun, yeniliklerden gelmektedir. Ekonomik büyümeyi sürükleyen şey, fikirlerdir. Hükümetlerin takip edebilecekleri en önemli politikalar vergi ve harcamalarla değil, yeniliklerin hızını arttırmakla alakalı olmak zorundadır.10

Çağımızda başarılı işletme ve devlet yöneticiliğinin temeli, yeniliklere duyarlı liderliktir. Makul yöneticiler “ben bilirimciler” değil, sürekli bilgi fethi peşinde koşanlardır. Bilginin üç yönü vardır:

1. Temel bilgi. Bu tür bilgi bilim, tarih ve insan tabiatını incelemekle alakalıdır; başka bir deyişle, liderlik sanatının temelleriyle.

2. Stratejik bilgi. Bu bilgiler tarafların ihtiyaç ve amaçlarını anlamak ve hedeflere ulaşmak için etkin operasyonlar planlamakla alakalıdır.

3. Taktik bilgi. Bu ise gelişmekte olan tehlike ve fırsatları ortaya çıkarmaya ve onlara stratejik çerçeve içinde süratle uygun cevaplar vermeye odaklanır.11 Liderlik bilgilenme, bilgilendirme ve bilgiyi eyleme dönüştürme sürecidir.

1. Cemil Meriç: Umrandan Uygarlığa, İstanbul: İletişim, 2002, s. 139-63.

2. Muhsin Mahdi: Ibn Khaldun’s Philosophy of History, Chicago: University of Chicago Pres, 1964 (1957), s. 65.

3. Ayrıntılı bir analiz için Tahsin Görgün: “İbn Haldun,” TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 19, 1999.

4. İbn Haldun: Mukaddime, İstanbul: Dergah, 2005 (Çev. Süleyman Uludağ, 4. basım), I/213.

5. Mukaddime, II/695.

6. Mukaddime, I/213.

7. Mukaddime, II/683.

8. Adam Smith: The Wealth of Nations, New York: Modern Library, 1994 (1776), s. 3-13.

9. Michael Porter: The Competitive Advantage of Nations, London: Macmillan Press, 1990.

10. Paul Romer’in fikirlerinin çarpıcı bir değerlendirmesi için bkz. David Warsh: Knowledge and the Wealth of Nations: A Story of Economic Discovery, New York: W. W. Norton, 2006.

11. Philip Sadler: Leadership, London: Kogan Page, 1997, s. 22.