Maddi yaraların sarılmasında kamu iç borçlanmasının önemi

Bu olağandışı sürecin atlatılması için fırsat sahibi olduğumuz kamu borçlanması alanında özellikle iç borçlanma için yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor.
Bu olağandışı sürecin atlatılması için fırsat sahibi olduğumuz kamu borçlanması alanında özellikle iç borçlanma için yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor.

On ilimizi etkileyen ve milletimizi yasa boğan büyük felaketin manevi yükünü hayal etmek bile mümkün değil. Başta depremzedeler olmak üzere yıllarca hepimizin iç dünyasında kanaması devam edecek kocaman yaralar açıldı. Rabbimiz milletimize sabır ve dayanma gücü versin.

Felaketin “maddi zarar” kısmına bakacak olursak, felaketin boyutunun tespiti ve oluşan hasarın tamiri için yetkililer gece gündüz çalışıp yaraların en hızlı şekilde sarılması hususunda bir yol haritası oluşturmaya çalışıyorlar. Depremde zarar gören on ilimizin toplam nüfusu 13,4 milyon kişi ve bu rakam ülke nüfusumuzun yüzde 15,7’sine tekabül ediyor. On ilimizin GSYH’deki payı yüzde 9’a yakın olup girişim ve mükellef sayıları açısından bölgenin payı yüzde 10’dan fazla. Bölgede çalışan sigortalı vatandaş sayısı ülkemizdeki tüm sigortalı çalışanların yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Tarımsal üretimde bölgenin payı yüzde 14’ün üzerinde ve bölgenin bütçeye vergi katkısı yüzde 5’e yakın. Toplam 20 milyar dolarlık ihracat rakamıyla bölge, ülkemiz ihracatının yaklaşık yüzde 9’unun sahibi. Bölgenin imalat sanayisindeki payı yüzde 11, tarımsal üretimdeki payı ise yüzde 14 civarlarında…

  • Depremin oluşturduğu maddi zarar ile alakalı açıklanan raporlarda birbirinden ciddi şekilde ayrışan rakamlar ortaya çıkmış durumda. Dünyaca ünlü kuruluşlardan en büyük rakamı 50 milyar dolarla Reuters telafuz etti.
Ülkemizin istisnasız hangi şehrinde olursa olsun, günün teknolojisine ve ihtiyaçlarına uygun şekilde ortaya konan projelerin yaşama, büyüme ve finans kaynağına ulaşma potansiyeli, alternatif ülkelerin şehirlerinin hepsinden daha yüksek olmaya devam ediyor.
Ülkemizin istisnasız hangi şehrinde olursa olsun, günün teknolojisine ve ihtiyaçlarına uygun şekilde ortaya konan projelerin yaşama, büyüme ve finans kaynağına ulaşma potansiyeli, alternatif ülkelerin şehirlerinin hepsinden daha yüksek olmaya devam ediyor.

J.P. Morgan maliyeti 25 milyar dolar seviyesinde hesaplarken, Goldman Sachs 10 milyar dolar civarı bir rakam açıkladı. Nerden bakılırsa bakılsın, en iyi ihtimalle 2023 için beklenen büyüme yüzde 1 ile yüzde 2 arasında bir oranında eksik gerçekleşecek gibi gözüküyor.

Elbette bu ölçüm ve tahminlerin tamamının farklı parametreler üzerinden gerçekleştirilmesi sebebiyle birbirinden uzak rakamların açıklanması son derece normal. Fakat en büyük rakamlar bile göz önüne alınarak hesaplamalar gerçekleştirildiğinde, 2022 yılı için kamu borcunun GSYH’ye oranı yüzde 30 civarında olan ülkemizde, gelişmiş ülkelere nazaran (Euro Bölgesi’nde yüzde 93) son derece düşük olan bu oran yaraların sarılmasında çok önemli bir enstrüman olarak karşımıza çıkıyor.

Doğru planlamanın yapılması ve kamu borçlanması ile elde edilecek kaynakların etkin şekilde kullanılması suretiyle önümüze çıkan zarar bilançosunu yönetmek ve yıllara yaygın şekilde problemin üstesinden gelmek Türkiye ekonomisi için çok zor değil. Yukarıdaki oranlardan da anlaşılacağı üzere ve Euro Bölgesi’nde iç borçlanmada GSYH’nin yüzde 60’ına kadar makul görüldüğü göz önünde bulundurulduğunda kamunun borçlanma hususunda önünde ciddi bir boşluk var ve bunu iç borçlanma kanallarıyla uygun bir vade yapısıyla gerçekleştirebilirse süreç içerisinde karşımıza çıkması tahmin edilen birçok kaynak problemi kolaylıkla atlatılabilir. Söz konusu borçlanma oranının 2022 üçüncü çeyreğinde AB üyesi ülkeler arasında Yunanistan’da yüzde 180, İtalya’da yüzde 140, Portekiz’de yüzde 120, İspanya’da yüzde 110 ve Fransa’da yüzde 105 civarlarında olduğu düşünüldüğünde tablo daha da akıllarda netleşecektir.

Diğer yandan, malumunuz olduğu üzere deprem sonrası müthiş bir bağış toplama kampanyası gerçekleştirildi ve gerçekten rekor denecek seviyede bir rakama ulaşıldı. Bu rakam yaraların sarılmasında ilk aylar için süreci hem kolaylaştıracak hem de hızlandıracak bir etkiye sahip olmakla beraber birkaç yıla yayılması planlanan yeniden inşa programı için fon kaynaklarının sürdürülebilir ve sorunsuz ulaşılabilir olması son derece önemli.

Yeniden doğacak olan bu şehirlerin en baştan, hızla gelişen dünyaya en yüksek seviyede uyum sağlayacak şekilde, en ileri tekniklerle inşası hususunda ilk olarak önde gelen şirketlerimiz olmak üzere hepimizin ellerimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere kamu borçlanması hususunda elimizin güçlü olması fırsatını kullanırken kamunun en kolay finansman bulabileceği ve sürece en uygun şekilde ödeme takvimleri oluşturabileceği iç borçlanma kanallarının etkin çalışabilmesi için kurumsal kanallarda şirketlerimizin gücüne, bireysel kanallarda ise vatandaşlarımızın teveccühüne ihtiyacımız var. Özellikle aktif büyüklük bakımından ilk 500’deki şirketlerimiz için yıllara yaygın bir şekilde uygun vadelerde kupon ödemeleri alacakları ve sürecin sonuna kadar kamuyu destekleyecekleri özel bir iç borçlanma senediyle yeniden inşa sürecine destek vermeleri önemli. Söz konusu özel iç borçlanma senetlerini bilançosunda taşıyan şirketlere vergisel anlamda bazı farklılaştırılmış istisnaların uygulanmasının yanında kamu bankalarından kullandıkları kredilerde de özel koşulların sağlanması hususlarında çeşitli düzenlemeler yapılarak teşvik faaliyetleri gerçekleştirilebilir.

Bu olağandışı sürecin atlatılması için fırsat sahibi olduğumuz kamu borçlanması alanında özellikle iç borçlanma için yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor. İster kalıcı şekilde, ister sadece süreci kapsaması adına belirli bir zaman aralığı için olsun, vergi artışlarından ziyade yeni nesil iç borçlanma kanallarına yönelinmesi ekonominin zarar görmüş durumdaki çarklarını ülkemizin kendi kaynaklarıyla ve sürece uygun şekilde tamiri için son derece önemli.

Deprem sonrası en baştan kurulacak şehirlerimiz için sıradan bir şehir planlaması yerine daha sonra örnek alınacak şekilde bir pilot uygulama süreçleri de başlatılabilir.
Deprem sonrası en baştan kurulacak şehirlerimiz için sıradan bir şehir planlaması yerine daha sonra örnek alınacak şekilde bir pilot uygulama süreçleri de başlatılabilir.

Bu nedenle borçlanma kanallarının kamu açısından çeşitlendirilmesi ve tabana yayılması için şu ana kadar kullandığımız klasik iç borçlanma enstrümanlarının modernize edilmesinin yanında özellikle günümüz gençlerinin de ilgisini çekecek bir formata sokulması acil bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor. Nüfusun çalışan en genç kesimi olan 25-29 (6,5 milyon kişi) yaş aralığının dikkatini çekecek yeni iç borçlanma ürünlerinin oluşturulması ve bunların faiz ödemelerine bağlanmasından ziyade varlığa (kira, köprü, baraj, otoyol vs. gelirleri) ya da projelere (nükleer santral, yeşil enerji, yazılım, savunma sanayii vb.) dayalı olarak yüzdelik kar paylaşımları ile hayatımıza girmesi ciddi bir potansiyel oluşturabilir. İçerikle beraber kanalların da hedef kitleye ulaşmak adına farklılaştırılması adına kamunun merkez bankası, bankalar ve aracı kurumlar kanallarıyla gerçekleştirdiği borçlanma operasyonlarını özellikle blokzincir teknolojisinin kullanılabileceği yeni nesil platformlara kaydırması büyük önem arz ediyor.

  • Diğer yandan inşa süreci için özellikle büyük şirketlerin sermaye destekleri ile oluşturulacak süreli şirketlerin de kurularak faaliyet göstermeleri ve bunların faaliyet ve hizmet ödemelerinin de özel iç borçlanma senetleriyle gerçekleştirilmeleri mümkün olabilir.

Yine benzer şekilde, kooperatifçiliğe ilişkin kanunlarda gerçekleştirilecek bazı reform çalışmaları sonrası, ülkemizin her köşesinde vatandaşlarımızın ortak olacakları şekilde oluşturulacak ciddi büyüklükte sermayelerle Avrupa’daki örneklerine benzer şekilde konut inşa edip kiralayan kooperatiflerin kurulması da tartışılabilir.

Ayrıca, deprem sonrası en baştan kurulacak şehirlerimiz için sıradan bir şehir planlaması yerine daha sonra örnek alınacak şekilde bir pilot uygulama süreçleri de başlatılabilir. Söz konusu şehirlerden bir ya da birkaç tanesi tarımdan eğitime, finanstan sanayiye ülkemiz ve bölgemiz açısından dünyada çeşitli örnekleri olan yatırım, finans ve vergi gibi kavramlar açısından özel şehirler hâline getirilebilir.

Örneğin “tarım kenti” ilan edilen bir şehrin tüm alt yapısı ve mimari dizaynı bu çerçevede ele alınabilir, yeni şehrin merkezi olarak inşa edilecek alana Hollanda’daki Wageningen Üniversitesi ve Araştırma Merkezi benzeri bir üniversite kurularak Türkiye’nin alanında en iyi öğretim üyeleri ve uzmanlarının yanında gıda-tarım teknolojisinde, biyo-kimyada ve daha birçok alanda ilerleme adına dünya çapında önde gelen akademisyenler ülkemize "hayır diyemeyecekleri kadar büyük" teşviklerle davet edilebilir, çığır açacak büyüklükte AR-GE fonları oluşturulabilir, ulusal ve uluslararası gıda-tarım firmalarıyla yapılacak vergi-teşvik konulu anlaşmalarla şehirde iş ortaklıkları oluşturulabilir, özellikle sermaye açısından son derece güçlü olan körfez ülkelerinin ve coğrafyamızda bu tip projelerde var olmak isteyen dünyanın en büyük gıda-tarım ürünü ithalatçısı Çin’den bu projelere finans katkısı yapması sağlanabilir, afete uğrayan şehirlerimizden biri sadece bu proje ile bile yepyeni bir dünya kentine dönüşebilir.

Tarım Kenti uygulamasına benzer şekilde, uzak doğuda örnekleri olan ve çok büyük tutarlarda doğrudan yatırım alan pilot bir Sanayi Kenti ya da bölgenin yapısına göre seçilecek faaliyetlere kapsamında Yazılım Kenti, Eğitim Kenti, Sağlık Kenti gibi son teknoloji ile desteklenen ve sonucunda büyük üretim çıktıları ortaya koyma ihtimali olan projeler de hayata geçirilebilir.

Hasılı, başımıza gelen bu büyük felaketin, yeniden yapılanma sürecine dönüştürülüp en azından maddi zararların tamiri açısından yepyeni bir sürecin başlangıcına evirtilmesinin, bizim gibi zor günde birlik olma hususunda dünyaya defalarca örnek olmuş, organize olma konusunda doğuştan yetenekli bir millet için zor bir sınav olmadığını bildiğimiz gibi; depremin maddi zararları hususunda karşımıza çıkan bilanço ne kadar büyük gözükürse gözüksün ekonomik anlamda toparlayamayacağımız, sendeleyeceğimiz ya da çözümsüz kalacağımız derecede rakamlardan oluşmuyor.

  • Türkiye dünyanın en kıymetli coğrafyasında bulunan, eşsiz güzelliklere ve her çeşit kaynak potansiyeline sahip bir ülke olarak dimdik ayakta duruyor.

Ülkemizin istisnasız hangi şehrinde olursa olsun, günün teknolojisine ve ihtiyaçlarına uygun şekilde ortaya konan projelerin yaşama, büyüme ve finans kaynağına ulaşma potansiyeli, alternatif ülkelerin şehirlerinin hepsinden daha yüksek olmaya devam ediyor.