Merkez bankalarının sorumluluğu artıyor

İbrahim Acar.
İbrahim Acar.

Küresel büyümeyi tehdit eden riskler büyük bir korku balonuna dönüştü. Her ülke kendi şartlarında büyüme mücadelesi sürdürse de, global bir köye dönüşen dünyamızda gelişmeleri bir birinden bağımsız değerlendirmek imkansız.

ABD ile Çin arasında yoğunlaşan ticaret savaşının sürmesi, anlaşmasız bir Brexit ve bu risklerin beslediği endişeler, herkesi temkinli davranmaya itiyor.

Büyümeyi yavaşlatan, yatırımları zayıflatan ve arz zincirini bozan davranışlar merkez bankalarını sürekli tetikte olmaya itiyor. Gümrük duvarlarının yükseltilmesi ve teknoloji şirketleri üzerinden yürütülen piar çalışmaları tansiyonu yükseltiyor. Yaygınlaşan dezenflasyon baskıları da cabası. Önümüzdeki nümüzdeki dönem için en büyük risk unsuru olarak bu üç unsur öne çıkıyor. Böyle bir tablo, merkez bankaları üzerinden sağlanan parasal genişlemeleri sonlandırmayı imkansız hale getirdi. ‘Ticarete ve büyümeye ilişkin endişeler azaldı ve artık parasal genişleme hamlelerinin sonu geldi’ derken, merkez bankaları yeni stratejiler ile büyümeyi desteklemeye devam etmek zorunda kalabilirler.

IMF Ekim’den bu yana büyüme tahminlerini dördüncü kez aşağı yönlü revize etti. Temmuz’un son haftasında yayımlanan Küresel Ekonomik Görünüm raporunda IMF, küresel ekonomik büyümeyi bu yıl için yüzde 3,3’ten 3,2’ye, 2020 için ise yüzde 3,6’dan 3,5’e çekti. Raporda; bu yıl açıklanan ekonomik verilerin ve genel olarak yavaşlayan enflasyonun beklentilerden daha zayıf bir küresel aktiviteye işaret ettiğine vurgu yapıldı.

En büyük ikinci dev olan Çin ekonomisinin son 27 yılın en düşük büyümesini kaydetmesi, uzak doğu ülkelerini ürkütmeye yetti. Asya’nın en büyük ekonomisine sahip altı ülkesinden üçü (Endonezya, Güney Kore, Avustralya) faizleri düşürdü bile. Doğudan başlayan faiz düşürme dalgası batıya doğru hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeleri içine alacak şekilde ilerliyor.

Son olarak Türkiye’de uzun bir aradan sonra güçlü bir faiz indirimi yaptı. Geçen yıl karşı karşıya kaldığı kur saldırısının ardından faizleri yüzde 24’e çıkaran Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, 25 Temmuz tarihli toplantısında politika faizini 425 baz puan düşürdü. Yıl sonuna kadar üç toplantısı daha olan Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine devam etmesi lazım. Türkiye ekonomisine ilişkin veriler, bu imkanı Merkez’e sunuyor. İş dünyasının bu yönde güçlü bir beklentisi var. Bankalarda donuk halde bekletilen ve mevduat sahibine getiri sağlamaktan başka işe yaramayan kaynağın yatırıma, üretime kazandırılması lazım. Büyük daralma yaşayan gayrimenkul ile otomotiv gibi sektörlerin buna hareketle ihtiyacı var.

Türkiye ile birlikte Arjantin ve Avro Bölgesi’nde ekonomi dengelense de bu tek başına yeterli görülmüyor. İran ve Venezuela gibi ülkelerde ekonomik çöküşten kaçınılması lazım. Gelişen Avrupa ekonomileri için 2019 yılında baskılanmış ekonomik görünüm tablosu var. Bütün dünyanın nefesini tutarak izlediği ABD Merkez Bankası Fed, yeni bir faiz indirimine çok yakın duruyor.

Avrupa Merkez Bankası; Temmuz toplantısında da faiz indirimine gitmedi. Mario Draghi, bankaların endişesiyle Avrupa’daki hükümetlerin parasal genişleme beklentisi arasında kararsız kalınca, sessiz bir vedayla son toplantısını faizlere dokunmadan geçiştirdi. IMF Başkanı Christine Lagarde böyle zor bir süreçte; Draghi’nin koltuğuna oturacak. Ekim sonunda yeni görevine başlayacak Lagarde; ticari ihtilaflar, jeopolitik gerginlikler ve gelişmekte olan piyasalardaki zayıflığın neden olduğu ekonomik faaliyet ve enflasyondaki yavaşlamaya karşı ne yapacak acaba? “Parasal genişlemeye devam” mı diyecek? Yoksa ekonomik aktiviteyi canlandırmak için mi çalışacak?

Yüksek faiz vaadiyle sıcak para çekme düşüncesi iyice zayıfladı. Uluslararası doğrudan yatırım hareketliliği azalınca, ülkeler öz kaynaklarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Böyle zorlu bir dönemde hükümetler; finansa erişimi kolaylaştırarak parayı üretim ve istihdama destek verecek şekilde yönlendirme telaşında. Merkez Bankalarına çok iş düşüyor. Sırtlarındaki yükün ağırlığı artıyor.