Doğu Türkistan gerçeği | Taha Kılınç anlattı: Camiye bile pasaportla giriliyor...

Araştırmacı gazeteci Taha Kılınç, Doğu Türkistan’daki zulmü belgelemek için çıktığı seyahatte gözlemlediği anekdotları ve bizzat yaşadığı baskıyı anlattı. Bölgeyi sokak sokak gezen Kılınç, her adımda izlendiğini ve sokakta karşılaştığı Uygurların selam vermeye bile korktuklarını söyledi.
Taha Kılınç, Doğu Türkistan'daki zulmü belgelemek adına çıktığı yolculuğu GZT Alfa YouTube kanalında anlattı. Kaşgar, Yarkent, Hoten, Turfan gibi bir zamanlar İslam medeniyetinin kalbi olan şehirler, bugün büyük bir gözetim laboratuvarına dönüşmüş durumda.
“Sokaklar kameralarla izleniyor, sesler kaydediliyor”
Kılınç, “Her sokakta kamera var. Adım adım gittiğimiz yerler takip ediliyordu” dedi. Bölgedeki Müslümanlar, ibadet etmekten, selamlaşmaktan, sakal bırakmaktan ya da başörtüsü takmaktan bile uzaklaştırılmış durumda. Bir kadının başını örtmesi “radikalizm”, bir erkeğin sakal bırakması “aşırılık”, ezan duymak istemesi ise “devlete karşı faaliyet” olarak fişleniyor.
Kimsenin fark edemediği o detay
Kılınç, bölgeye gitmeden önce YouTuber ve vlogger’ların çektiği videoları izlediğini, gerçeği ise ancak sahada fark ettiğini anlattı. "Street food çok güzel diyorlar. Görüntülerde her şey renkli, canlı. Ama o tezgâhlarda fark etmedikleri bir detay var,” diyerek sözlerine devam etti. Kılınç’ın Kaşgar’da çektiği fotoğraflarda, tüm bıçakların ve satırların zincirlerle tezgâha bağlandığı görülüyor.

“Et doğranan, sebze kesilen bütün bıçaklar altlarından zincirlenmişti. O an anladım; bu sadece güvenlik değil, korkunun zinciriydi. Bir halk, mutfağında bile devletten korkuyorsa, orada özgürlükten söz edilemez,” dedi.
Bu küçük detay, Çin’in “radikallikle mücadele” bahanesiyle toplumu nasıl kuşattığını gösteren sembolik bir kareye dönüşüyor. Zincir, sadece metal değil düşüncenin, kimliğin ve gündelik hayatın zinciri.
Çin polisi her adımlarını takip etti: Hoten’in en güzel pilavcısını bulmuşsunuz
Kılınç, seyahat boyunca attığı her adımın izlendiğini de anlattı. “Bir gün çarşıdaydık, telefon çaldı. Polis arıyordu. ‘Neredesiniz?’ dedi. ‘Çarşıdayız’ dedim. Hangi dükkândasınız? diye sordu. Adım adım takip ediliyorduk,” dedi. Polisin alaycı bir tonla “Hoten’in en iyi pilavcısını bulmuşsunuz, tebrik ederiz” demesi, Kılınç’a göre gözetimin sıradanlaştığının göstergesiydi.
Yemeğe oturduklarında ise ortam daha da gerginleşti: “Pilavcıda oturduk, bir süre sonra yan masadakiler yavaş yavaş bize doğru yaklaştı. Konuşmalarımızı dinliyorlardı.” dedi. Kılınç, bu anı “bir turist için gergin birkaç dakika, ama bir halk için bir ömürlük sessizlik” olarak tanımladı.
Doğu Türkistan'da camiye pasaportla giriliyor
Kılınç, Hoten’de cuma namazına gitmek istediklerinde caminin kapısında pasaport kontrolüyle karşılaştıklarını söyleyerek o an yaşananları detaylıca anlattı. “Kapıda bir görevli pasaport istedi. İçeri alınan yaşlıların isimleri listede tek tek işaretleniyordu. Ardından Çin bayrağının önünde bağlılık yemini ettirildiler. O manzara gözümün önünden hiç gitmiyor,” Bu tabloyu, Çin’in inancı denetim altına alan baskıcı politikasının en çıplak hali olarak nitelendirdi.

Camiler açık, ibadet etmek yasak değil diyenlere karşı ise bizzat yaşadığı bu olayın delil olduğunu vurguladı. Çin’in, kısıtlama yapmıyoruz diyerek adeta yalan söylediğini gözler önüne serdi.
Susturulan ezan, sessiz şehirler
Doğu Türkistan’daki birçok tarihi cami artık ya müze, ya bar, ya da otopark. Kaşgar’daki meşhur İdgah Camii bile, “açık” görüntüsüne rağmen bir ibadet yeri olmaktan çıkarılmış durumda. Kılınç durumu şöyle anlattı: “Bir görevliye ‘Can we pray? (İbadet edebilir miyim?)’ dedim. Adam panikledi, eli ayağına dolaştı. Üç farklı vakitte gittim, hiçbirinde ibadet edemedim.” Camilerin açık ama camilikten çıkarıldığını söyleyen Kılınç, Çin’in “din özgürlüğü” söyleminin bir vitrinden ibaret olduğunu belirtti.
Kılınç, seyahati boyunca tek bir ezan sesi duymadığını vurguladı. Bir zamanlar İslam’ın kalbi sayılan Kaşgar’da, bugün semaları ezanların değil, gözetim sistemlerinin mekanik seslerinin doldurduğunu dile getirdi. “En azından çoğunluğu Müslüman olan bir coğrafyada ibadetin sesini duymayı bekliyordum, ama tam tersine sessizliği dinledim,” dedi. Bu sessizliğin ne anlama geldiğini ise küçük bir ayrıntıyla anlattı: “Bir teyze gördüm, yaşlı ve belli ki inançlı biri. ‘Selamünaleyküm’ dedim, cevap veremedi. O an, selamın bile yasak olduğu bir ülke gördüm.”
Aile olmak: Gözetimin yeni adı
2017’den beri uygulanan “Aile Olmak Programı”, Çin’in asimilasyon politikasının en sinsi adımı. Devlet, her Uygur ailesine bir “Çinli misafir” gönderiyor. Kılınç, “Bir Müslüman’ın evinde devlet memuru yatıyor, birlikte yemek yiyor, birlikte televizyon izliyor. Bu, tarihin gördüğü en sinsi asimilasyon biçimi,” dedi.

Resmî açıklamada “entegrasyon” olarak tanımlanan bu sistem, aslında evlere kadar giren bir gözetim mekanizması. Kılınç, Çin’in “terörle mücadele” bahanesiyle aslında İslam’la savaştığını söyledi. “Uygurların Türklükten getirdiği enerjiyle İslam birleştiğinde ortaya çıkacak güçten korkuyorlar,” dedi. Bu yüzden camiler, medreseler, başörtüsü ve ezan aynı anda hedefte. Çünkü Çin için “radikallik” = “Müslüman olmak.”
Tarihten silinmek istenen bir halk
Çin, 1949’da bölgeyi işgal ettiğinden beri sistematik bir kültürel soykırım yürütüyor. Bugün Doğu Türkistan’da doğan bir çocuk, ne dilini konuşabiliyor ne dinini yaşayabiliyor. Sokaklarda Uygurca bir tabela görmek yasak; Kur’an eğitimi evde bile verilemiyor. Kıyafetlerden selamlara kadar her şey “politik tehlike” olarak fişleniyor. Kılınç, “Bu yüzden bu kitap yalnızca bir gazetecilik ürünü değil, bir vicdan tanıklığı,” dedi.
Her adımda hissedilen baskı ve korkunun, bir halkın hafızasından inancına kadar silinmek istendiğine şahit olduğunu ve ‘Tarihten Silinmek İstenen Bir Halk’ adını bu yüzden seçtiğini söyledi. Kitabıyla unutturulmuş bir coğrafyayı yeniden görünür kılmayı ve Doğu Türkistan’daki zulme tanıklığını geleceğe bırakmayı amaçladığını belirtti.
Çin neden korktu?
Doğu Türkistan’ı sokak sokak gezen Kılınç’a göre Çin, Doğu Türkistan’daki gerçeğin duyulmasından korkuyor. Bir Müslümanın vicdanıyla gördüğünü anlatması, Pekin’in kurduğu sahte anlatıyı yıkacağını söyledi. Bu yüzden yasaklamak istedikleri aslında bir kitap değil, hakikatin kendisi.
Tüm bu karanlık tabloya rağmen Kılınç, ümitvar olunması gerektiğini vurguladı. “İslam coğrafyası nice istilalar, nice yıkımlar gördü. Her defasında küllerinden doğdu. Ben Doğu Türkistan için de ümitvarım,” dedi. “Orada selam bile yasaktı. Ama ben o selamı şimdi burada, dünyanın duymasını umarak veriyorum.”
