Kahve değil ilaç içiyoruz: Osmanlı tıbbı gençlere ne söylüyor?

Prof. Dr. Ayten Altıntaş kahvenin ilk keşfedildiğinde kullanım alanının aslında hastalıkların tedavisi olduğunu açıkladı. Fazla ve yanlış tüketildiğinde vücuda zararları olabileceğinin altını çizerek Osmanlı tıbbı kaynaklarından bilgilerle anlattı
“Biberon gibi kahveyle gezen bir nesil”
Altıntaş, özellikle üniversite ortamlarında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor: “Asansöre biniyorum, derse giriyorum, çıkıyorum… Herkesin elinde o biberon gibi büyük bardaklarda kahve. Resmen kahve salgını var.”
Bugün kahvenin uykuyu açtığı, ferahlattığı, dikkati topladığı biliniyor. Gençler de sabah kalkar kalkmaz kahve içip gün boyu devam ediyor. Fakat Altıntaş’a göre asıl mesele şu: Eski tıpta kahve bir meşrubat değil, ilaç. Bu yüzden kuralları var: ne zaman neyle ve ne kadar içileceği hekimlerin konusu.
Osmanlı’da hekimlerin bir numaralı görevi, insanları sağlıklı yaşatmak için “ne yenir, ne içilir, ne yenmez” sorularına cevap vermekti. Bu yüzden kahve de önce hekimlere soruldu.
Kanuni döneminde kahve raporu: “Bu bir ilaçtır”
Kahvenin İstanbul’da yaygınlaştığı 16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman döneminde saray, devrin en önemli hekimlerine başvuruyor. Soru basit: “Kahve içiyoruz ama bu nasıl bir şeydir? Faydası nedir, zararı nedir, varsa nasıl düzeltilir?”
Hekimler de bugün elimizde olan raporlarını hazırlıyor. O raporlarda kahve şöyle tanımlanıyor:
Meşrubat değil, eski bir ilaç.
Uykuyu kaçırıyor, ferahlatıyor, zihni açıyor, keyif veriyor.
Ama mideyi yakma ihtimali var.
İdrar söktürücü olduğu için bedeni kurutuyor.
Eski tıpta her yiyecek ve içeceğin “sıcak, soğuk, kuru, yaş” gibi nitelikleri olduğu kabul ediliyor. Kahve bu tasnifte “soğuk ve kuru” bölümünde. İşte bugün hâlâ süren bazı alışkanlıkların kökeni de tam burada ortaya çıkıyor.
Kahve yanı lokum ve su geleneği: Tesadüf değil, reçete
Osmanlı hekimleri, kahvenin zararlarını azaltmak için iki temel kural koyuyor: Soğuk niteliğini dengelemek için kahvenin yanında mutlaka tatlı bir şey yenmesi. Kurutucu etkisini azaltmak için kahvenin yanında mutlaka su içilmesi.
Bugün Türk kahvesi ikramı denince akla ilk gelen tabak: bir fincan kahve, yanında bir bardak su ve küçük bir lokum ya da tatlı. Altıntaş’a göre bu sadece “gelenek” değil, doğrudan hekim tavsiyesi.
Hatta Osmanlı sarayında ve haremlerinde arka arkaya birkaç fincan kahve içilmek istendiğinde şu öneri yapılıyor:
Önce birkaç lokma tatlı, hatta ekmek. Ardından kahve.

Zamanla bu alışkanlık “kahvaltı”ya dönüşüyor. Çünkü o dönem bildiğimiz anlamda bir kahvaltı kültürü yok. Önce tatlı ve ekmek, sonra kahve derken süreç sabah öğününe evriliyor.