Kadim sanatın umut ışığı: Uğur Derman

HATİCE KÜBRA KESKİN
Abone Ol

Geleneksel Türk sanatlarında oldukça önemli bir yere sahip olan Uğur Derman, döneminin en usta isimlerinden ders alarak yetişmiştir. Derman, kadim Türk sanatı ve sanatçılarının arasındaki bağın pamuk ipliğine döndüğü dönemde bile ülkesine umut ışığı olmuştur.

Mustafa Uğur Derman 5 Şubat 1935’te Bandırma’da dünyaya gelir. Doğmadan dört ay önce, babası Maliye Vekâleti merkez teşkilatı memurlarından Mehmed Celâleddin Bey’in vefat etmesi üzerine, dedesi Eczacı Osman Derman’ın himâyesinde büyür. Böylece ilkokul ve ortaokul çağlarını Üsküdar’da geçirir.

Onu derinden etkileyen ve sanat hayatının ilk taşlarını koymasına vesile olan şahsiyetle Haydarpaşa Lisesi’ne giderken tanışır. Bir törende Mehmet Akif’in İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitlerine şiirlerini okuyan Mahir İz’e, o anda kalben bağlandığını ifade eder. Mahir Hoca Divan Edebiyatı dışında Arap ve Fars Edebiyatını da iyi bilen bir edebiyat öğretmeni olarak seminer derslerinde, Derman’ın içine işleyen beyitler, kıtalar okur ve tercümesini yapar. O dönemde böyle bir şahsiyet, Derman için bulunmaz bir hint kumaşıdır adeta.

Sol baştan Mehmet Akif Ersoy, Mahir İz, Uğur Derman.

O zamanlar Arapça okumayı bilmeyen Derman; "Elif görsem mertek zannederdim." diye latife ederek anlatır o günleri. Dersleri pürdikkat dinlemesiyle hocasının dikkatini çeken Derman da, Mahir Hoca’nın kalbinde farklı bir yer edinir. Öyle ki öğrencisi Uğur’un mezun olmasına yakın Mahir Hoca irtibatı koparmak istemez ve ziyaretine gelmesi için evinin adresini verir.

Böylece Uğur Derman, çok sevdiği hocasına hususi ziyaretlerde bulunmaya başlar. Mahir Hoca, öğrencisinin şevkinin ve yeteneğinin farkında olup ona yol göstermeye çalışarak "Sen bu işlere meraklısın ama bunun anahtarını edinmezsen hiçbir şey olamazsın." der. Bu öğütten çok etkilenen Derman, o gün elifbasını eline alarak Osmanlı Türkçesi öğrenmeye başlar.

“Besmele”, Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Naht: Salih Balakbabalar.

Hocasının verdiği ödevlere onun tavsiyesi üzerine hep yazarak çalışır. Çünkü Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerin bir arada kullanıldığı bir dilde imla ancak yazarak öğrenilir. Takıldığı her konuyu hocasına soran Derman, bazen o kadar çok soru sorar ki hocası; "Bugünlük istek hakkın doldu." diyerek cevap verir. Okuması iyileşince gördüğü cami, çeşme, medrese kitabelerini okur ve bunların sanat yazısı olduğunu fark eder. Üsküdar’ın tarihi birikimi onun hayalinde çok tesirler bırakır.

“Şüphesiz Allah, adaleti emreder.”, Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Ebru: Mustafa Düzgünman.

O zamanlar Derman’ın sürekli ismini işittiği Üsküdar’ın namlı bir sanatkarı vardır. Hattat, ebru sanatçısı, kemankeş, gül yetiştiricisi, tuğrakeş, is mürekkebi imalatçısı, aharcı, mücellid, imam ve hatip olan Necmeddin Okyay çok yönlü olması, bilgisinin genişliği ve yeteneği sebebiyle o dönemde hezarfen olarak tanınır. Derman’ın öğrendiği bu ilim, onun Necmeddin Hoca ile tanışmasına vesile olur.

Necmeddin Okyay.

Necmeddin Okyay’ın akrabalarıyla aynı mahallede oturan Derman, bazen hocayı gelip giderken görür fakat çekingen davranır. Çoğu kez elini öpmeye gitmek istese de cesaretini toplayamaz. Nasip böyle bir şeydir ki bir zamanlar Necmeddin Hoca’nın imam ve hatipliğini yaptığı Valide Cami’nin o zamanki kayyımı Derman’ın süt dayısıdır. Büyük hayranlık beslediği bu zatla tanışmak isteyen Derman, artık nezaketi bırakıp doğrudan süt dayısından kendisini Necmeddin Hoca ile tanıştırmasını ister. Böylece, 1955 yılında bir gün Necmeddin Hoca’nın Toygar Tepesi'ndeki evine giderek sebebi ziyaretini açıklar.

Bu yıllarda, hat öğretimi çok nadir olarak görülür ve bilen sayısı da oldukça azdır. 1928’de harf inkılabının çıkmasıyla sürekli gelişen hat sanatı, sekteye uğrar ve bu kopukluk 1968’e kadar devam eder. Çeşitli yasaklar ve cezalar sebebiyle hattat olduğunu dile getirmenin bile zor olduğu bir dönemde yetişen Necmeddin Okyay, işinin ehli ve nadir bir sanatkâr olarak hat sanatının devamlılığı için Derman’ı kabul eder. Böylece ta’lik yazısını öğrenmeye başlayan Derman, geleneksel sanatların unutulmaya yüz tuttuğu dönemde bayrağı devralır.

Uğur Derman, hocası Necmeddin Okyay ile.

Pazar günleri hocasının evini mesken edinen Derman’ın hatıratlarına göre, Necmeddin Hoca’nın kendisi dahil 3-4 öğrencisi vardır. Necmeddin Hoca, Derman’ı arkadaşlarına tanıtırken ''Ben bu evlâdımın yetişmesini, virânede incir ağacı kendiliğinden nasıl biterse, ona benzetiyorum.'' der. Derman, hiçbir arkadaşının hat sanatıyla alakadar olmadığı ve bir neslin öz hazinesini unuttuğu yıllarda bu sanata sıkıca sarılır.

Uğur Derman.

Pazar günlerinde öğrencisi Uğur’un sorularına yetişemeyen Necmeddin Hoca, onunla daha iyi alakadar olabilmek için hafta içi gelmesini teklif eder. Necmettin Hoca, kendisine sorulan soruları, sandığında bulunan cilbentlerle cevaplayarak adeta kendi hazinesini öğrencisi ile paylaşır. Derman buna karşılık, hocasından öğrendiği her bilgiyi defterine kaydederek ona layık olmaya çalışır. Günlük notlarını ve yazışmalarını eski harfleri kullanarak yazar. Hocasının çok yönlülüğünden faydalanarak sadece hat değil sair kitap sanatlarının da inceliklerini öğrenir.

“Bu da geçer ya Hû.”, Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Tezhip: İnci Ayan Birol.

Aralarındaki muhabbet zamanla hoca talebe ilişkisinden baba oğul ilişkisine döner. Öyle ki güle düşkünlüğü ile bilinen Necmeddin Hoca, bahçesiz bir eve taşınmak durumunda kaldığında Derman, bahçeli evinde hocasını yatılı misafir eder. Güle hasretini gideren Necmeddin Hoca eski dostlarıyla burada görüşür. Kimi zaman da Derman, hocasını eski dostlarının yanına götürüp getirir. Bu bağ, Necmeddin Okyay’ın 1976’daki vefatına kadar hiç kopmaz.

“Babamı, erken vefatı dolayısıyla göremedim. Hocama ''Efendi Baba'' diye hitap ederdim.” Uğur Derman.

Derman, aynı yıllarda Prof. Dr. Süheyl Ünver, Hattat Macid Ayral ve Halim Özyazıcı gibi üstatlardan da müzakere yoluyla istifade sağlar.

Uğur Derman ve 3 hocası Mahir İz, Necmeddin Okyay, Süheyl Ünver ile,1963.

Derman, Süheyl Ünver ile Necmeddin Okyay vasıtasıyla tanışır. Böylece Derman, Süheyl Ünver’in hem öğrencisi hem dostu olarak hayatının başka bir dönemecine girer.

Eskilerin vefa örneği dedikleri olsa gerek Süheyl Ünver, Amerika’da bir üniversiteden çağırıldığında Derman onu 1 yıl mektupsuz bırakmaz. Eski yazıyla yazdıkları bu mektuplar en az 4 sayfadan oluşur. Daha sonra vatana dönen Süheyl Ünver de, Derman askere gittiğinde mektuplarını eksik etmez.

Bu mektuplar Sâmiha Uluant tarafından 2018 yılında kitap olarak yayınlandı.

Derman’ın yazı hayatına başlamasında Süheyl Ünver’in büyük bir etkisi vardır. Dostları Macit Ayral’ın vefatı üzerine Süheyl Hoca, Derman’dan Macit’in arkasından bir yazı yazmasını rica eder. O güne kadar, 10 yaşında bir çocuk mecmuasına gönderdiği fıkra ve eczacı yıllığına yazdığı metin dışında yazı tecrübesi olmayan Derman, başta tereddüt etse de teklifi kabul eder. Ertesi gün yazısını Tıp Tarihi Enstitüsü’ne, Süheyl Ünver’in masasına bırakır. Bir sonraki görüşmelerinde kollarını açmış bekleyen Süheyl Hoca, Derman’a "Kardeşim, Macit Bey’i öyle bir yazmışsın ki benim için de yazar mı diye ölesim geldi." der. Bu iltifat ve dost desteğinden sonra, Derman’ın yazı hayatı başlar ve yıllar boyunca çeşitli dergilerde yazıları yayınlanır.

Soldan Rauf Tuncay, Bekir Pekten, Süheyl Ünver, Necmeddin Okyay, Uğur Derman.

Derman, Süheyl hocasına sıkça ziyarette bulunduğu İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü’nde Süheyl Ünver’in asistanı Çiçek Hanım ile tanışır. 1965 yılında evlenen çiftin 3 çocuğu olur.

Çiçek Derman ve Uğur Derman hocaları Süheyl Ünver ile.

Her anının kıymetini bilerek yaşayan Derman, geleneksel sanatlarla ilgilenirken bir yandan da İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde okur. 1960 yılında hem hocası Necmeddin Okyay’dan Ta’lik yazısı icazetini alır hem Eczacılık Fakültesinden mezun olur.

Uğur Derman’ın Necmeddin Okyay’dan aldığı icazetnamesi, Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Necmeddin Okyay, Tezhip: Gülnur Duran.

Aynı yıl askerliğini tamamlayan Derman Taksim Gümüşsuyu’nda serbest eczacılığa başlar. 15 yıl kadar sürdürdüğü meslek hayatı gönlünde yer etmez. Eskilerin sanat eğitiminden geçtiği için olsa gerek maddi işlerle uğraşıp müşterilerin karşısına çıkmak istemez ve böylece çoğu zaman eczaneyle kalfası Demir Bey ilgilenir.

Eczacılığı, yakın dostu Fethi Gemuhluoğlu’nun 1977’de vefat etmesi üzerine bırakan Derman, ardından Türk Petrol Vakfı’nın idaresini üstlenir.

1985 yılında Marmara Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversite’sinin Geleneksel Türk Sanatları bölümünde, Türk Kitap Sanatları Tarihi dersleri vermeye başlar. 1997 yılında kendisine Mimar Sinan Üniversitesi Senatosu tarafından fahrî profesörlük (Prof.h.c.) unvanı verilir. 2008 yılına kadar lisans, lisansüstü ve doktora derslerini sürdürür.

“Allah”, Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Tezhip: Fatma İnci Ayan Birol.

Türk hat sanatını tanıtmak için T.C. Kültür Bakanlığı tarafından 1976’da Kahire’ye, 1980’de Cide’ye, 1987’de Chicago’ya gönderilir. Yine aynı amaçla İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Merkezi (IRCICA) tarafından 1988’de Bağdat’a, 1992’de Kuveyt’e, 1994’te İslamabad’a, 1997’de Kahire’ye ve Tunus’a gönderilir.

Sanatçının, 1961 yılında başlayan neşriyat hayatı hala devam ediyor. Günümüzde hat, sâir kitap sanatları ve geçmişimizde bulunan değerli sanatçılarımız hakkında 500’ü aşkın makalenin, 30’u aşkın kitabın müellelifidir.

Uğur Derman’ın kitaplarından bazıları.

Geleneksel sanatların birçok alanında yetkinliğe sahip olan Uğur Derman, katıldığı her ortamda, yaptığı sanata Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu kabiliyet neticesinde eriştiğini ifade eder. Çokça eser görmesi, hocasına bağlılığı, sabrı ve müdavemeti sayesinde alanında yetkin bir kişi haline gelir. Şahsiyeti, duruşu, giyimi, lisanı, müstesebatı, derin bilgisi ile tam bir sanat insanı olan Uğur Derman; yok olmaya yüz tutmuş bir kültürü geleceğe taşımaya ömrünü adar.

“Kerem-dârân-ı âlem-râ direm nîst / Direm-dârân-ı âlem-râ kerem nîst”, Hüsn-i Hat: Uğur Derman.

Gözündeki rahatsızlık sebebiyle 16 yıl icra ettiği hattatlığı bırakmak zorunda kalır. Kendisini sanatkâr sıfatıyla tanıtmak istemediği gibi yaptığı hat eserleriyle şahsi sergi de açmaz.

Hüsn-i Hat: Uğur Derman, Ebru: Mustafa Düzgünman

Başarılarla dolu hayatı boyunca sayısız ödül alan sanatçı, günümüzde de almaya devam eder. Mütevazılığıyla tanınan Derman, ödüllere ehemmiyet vermediğini sıkça ifade eder. 2009 yılında, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü alırken bu ödülü, Osmanlı döneminde yetişmiş, Cumhuriyet’e hizmet etmiş ama döneminde hiç takdir görmemiş sanatçılar adına aldığını belirtir. 2010’da UNESCO Yaşayan Kültür Hazînesi Ödülü’ne layık görülür.

Uğur Derman dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ödülünü alırken.