Minimalizmin öncüsü: Mies van der Rohe

FATMA MEHMETOĞLU
Abone Ol

Minimalizmin ve modernizmin öncü isimlerinden olan Mies van der Rohe; erken yaşlarda, içinde bulunduğu atölyelerle malzemeleri yakından tanıma fırsatı bulur. Bu sayede malzemeleri en az ve en işlevsel şekilde kullanmayı öğrenen Mies, yapılarına ve mobilyalarına da bu ruhu yansıtır.

Ludwing Mies van der Rohe 1886 yılında Almanya'da dünyaya gelir. Babası taş ustası olduğu için, çocukluk döneminde babasının yanında çalışır. 1902-04 yılları arasında alçı süsleme işleri yapar.

13 yaşında Berlin'e taşınır. Burada önce ahşap yapılar yapan bir mimar ile sonra da, art nouveau mimarı ve mobilya tasarımcısı Bruno Paul ile çalışır. Berlin’de çalıştığı süre boyunca, mobilya tasarımında daima doğal tasarımlar yapmaya özen gösterir.

Mobilya tasarımına da kendi yorumunu getirir.

Riehl Evi ile 1907'de ilk tasarımını yapar. 1908’de ise endüstri tasarımcısı ve mimar Peter Behrens'in yanına giderek onunla çalışmaya başlar. Bir yandan da Karl Friedrich Schinkel ve Frank Lloyd Wright ile ilgili araştırmalar yapmaya ve projelerini incelemeye başlar. Daha sonra 1911'de, Berlin'de kendi ofisini açar.

Mies, ünlü mimarların yapılarını incelemeye özen gösterir.

1912'de Hollanda'ya gider ve burada Hendrik Petrus Berlage'nin yapılarını inceleme şansı bulur. I. Dünya Savaşı sırasında, Balkanlarda Alman ordusunda görev alır.

Savaş sonrasında Berlin'e dönerek serbest mimarlık yapar. Gökdelenlere ilgi duymaya başlayan Mies, yüksek katlı yapılar üzerine çalışmalar yapar. Bu sırada asıl adı olan Ludwig Mies'e annesinin soyadı olan van der Rohe'yi ekler. Gestaltung adlı derginin kurucuları arasında yer alarak çağdaş sanatın sorunlarını ele alır. Berlinli çağdaş sanatçılardan oluşan November Gruppe adlı bir topluluğa katılarak 1925'e kadar burada aktif rol alır.

Mies araştırmaya, okumaya, öğrenmeye önem vermesiyle bilinir.

Gençlik yıllarında ilgilendiği mobilya tasarımcılığını, sonraki yıllarda da devam ettirir. Mobilya tasarımlarındaki ve mimari alandaki başarılarından ötürü, Gropius'un kurduğu Dessau'daki Bauhaus okuluna, 1930'da yöneticiolarak getirilir. Dış baskılardan dolayı okulda oluşan sorunları çözemeyinceBauhaus'u 1932'de Berlin'e taşır.

Mies’in öğrencileriyle çalıştığı bir an.

Bauhaus'da yaptığı yeni düzenlemelerle öğrencilerin eleştirilerine maruz kalır. Meslektaşlarının ve öğrencilerinin isteklerini göz önünde bulundurmadan, geleneksel bir müfredat uygulayarak deneysel atölyelerin sayısını azaltır.

1933'te ise Almanya'daki Nazi yönetimi baskısıyla okulu kapatmak zorunda kalır. Almanya'daki Nazi baskısı giderek artınca da, Stanley Resor'un daveti üzerine 1938'de ABD'ye taşınır.

Henüz ABD’ye gitmeden önce, bilinen mimarlar arasına girmeyi başarır.

Daha sonra Chicago'ya geçerek Armour Enstitüsü'nde dersler verir ve ismi IIT olarak değiştirilen bu üniversitenin Mimarlık Bölüm başkanlığına getirilir. Üniversitede bulunduğu bu sıralarda üniversitenin bazı yapılarını da tasarlar.

Vefat edene kadar çalışmalarına devam eder.

Öğretim görevlisi olmanın yanında Chicago'daki ofisinde de çalışmalarına devam eder ve 1969’da ABD'de hayatını kaybeder.

Mies van der Rohe çalışmalarıyla çeşitli ödüller alır. İngiliz Mimarları Krallık Enstitüsü altın madalyası, Amerikan Mimarlar Enstitüsü altın madalyası, New York Mimarlar Birliği altın onur madalyası, Berlin kenti güzel sanatlar ödülü, ABD Başkanlığı özgürlük madalyası, Alman Mimarlar Birliği madalyası gibi birçok ödülü almaya hak kazanır.

Mies artık dünyaca bilinen bir mimar haline gelir.

Mies, mimarların geleneksel bağlamın yanında, sanayi çağının gereklerine uygun çağdaş yaklaşımlar aramaya başladıkları bir dönemde mimarlık yapar. Mies de bu çağdaş yaklaşımları ile mimarlığı en çok etkileyen tasarımcılardan biri olarak dikkatleri üzerine çeker. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrasındaki tasarımları, yenilikçi birçok mimarlık akımlarınınbirleştirilmiş halini yansıtır.

IIT kampüsündeki SR Crown Hall.

Ünlü mimar, "az çoktur" sözünü tasarımlarına da yansıtır. Cam ve çeliğin birlikteliğini projelerinde sıkça kullanan Mies, ayrıca bu iki malzemeyi tasarımlarında en işlevsel haliyle kullanmaya özen gösterir. Projelerinde taşıyıcı elemanları optimum düzeyde kullanarak iç mekan estetiğini ve tasarımın işlevselliği artırır.

Tugendhat Villası.

Minimalist bir yaklaşımı benimseyen Mies; kare ve dikdörtgen formdaki tasarımlarında minimum malzeme tercih eder.

"Yapının iç düzenlemesi, farklı işlevlere olanak verecek esneklikte olursa ve biçimi de bu değişimi engellemeyecek özellikler taşıyorsa sorun çözülmüş olur." sözüne hizmet ederek planlarını, farklı işlevlere imkan verebilecek esneklikte tasarlar. Mobilya tasarımlarında da sadeliği ve fonksiyonelliği temel alır. Tasarladığı yapı veya mobilyalarda minimum detay kullanarak işlevselliği ön planda tutar.

Farnsworth Evi.

1951'de ABD'de inşa edilen Farnsworth Evi,modern mimari akımının en iyi örnekleri arasına girer. Duvar ve mekan anlayışında soyut bir eğilim gösterir. Kullandığı çelik taşıyıcılarla strüktürü olabildiğince az kullanıp iç mekanı daha işlevsel hale getirir.

Doğayla bütünleşen iç mekan.

Duvarlar yerine kullandığı camlar ile iç mekanı şeffaflaştırarak özgürleştirir. Bölücü duvarlardan uzak durur ve yapıyı bir bütün olarak ele alır. Böylece, mahremiyetin korunması için duvarlarla kapatılan evlere, yeni bir bakış açısı getirir.

Sel baskını sırasında.

Doğaya önem veren Mies, cam cepheler aracılığıyla da mekanı doğayla bütünleştirir. Karşılıklı ve 8,5 metre aralıklarla yapılan dört çelik kolon, Farnsworth Evi’nin ana strüktür elemanlarını oluşturur.

Barselona (Alman) Pavyonu.

Evin yapıldığı arazi iklim koşularından dolayı zaman zaman sel baskınına uğradığı için yapı,zeminden koparılarak 1,5 metre yukarda inşa edilir.

Alman Pavyonu, İspanya'da bir sergi binası olarak inşa edilir. Ludwig Mies van der Rohe ve Lilly Reich tarafından 1929 uluslararası fuarı için tasarlanır. Sergideki diğer pavyonlardan farklı olarak Mies, Alman Pavyonu'nu bir bina olarak ele alır.

Şehirden uzak doğanın içinde bir arazi.

Pavyonu, fuarın karmaşık sanatsal varlığından ve şehrin hareketli yaşamından bir kaçış noktası olacak sakin bir arazide tasarlar.

Traverten bir zemin üzerine oturan yapıda ızgara plan sistemini kullanılır. Alçak bir tavana sahip olan yapı yatayda genişler. Alçak tavan, yapının içinde asılı bir düzlem etkisi verir. Bu durum cam cephelerle birleşince yapı; ağırlıksız, serbest bir izlenime sahip olur.

Doğal taş olan mermer, bölücü duvar olarak kullanılır.

İç mekanda kullanılan doğal taşlar yapının geometrisini ve modern duruşunu güçlendirir.

Sekiz ince kolon, yapının strüktürünü oluşturur. Duvarların herhangi bir taşıyıcı özelliği verilmeyerek sadece tasarım elemanı olarak kullanılır.

Yapının dış mekan ile ilişkisi.

Georg Kolbe’nin Dawn isimli heykelinin bronzdan yapılmış bir replikası da günümüzde pavyonda yer alıyor.

Pavyonla özdeşleşen sandalye.

Mies’in yapıya özgü tasarladığı ve Barcelona Chair olarak bilinen sandalye, yapının ergonomik duruşuyla bütünlük sağlar.

Seagram Binası.

"Az çoktur" felsefesi doğrultusunda 1958'de tamamlanan Seagram ofis binası, Mies’in ilk gökdelenidir. 39 katlı bu yapıda çelik strüktürler kullanılır. Dış cephede tercih edilen cam sayesinde şeffaflık artırılır. Böylece, iç ve dış mekan arasındaki sınırlar kaldırılır. Aynı zamanda, çelik ve cam kullanımıyla gökdelenin ağır ve devasa görünümü kırılarak; yapıya zarif ve hafif bir etki verilir. İlk defa bu yapıda çelik, almaşık bronzla kaplanır. Yapı 2006'da ABD Ulusal Tarihi Yapılar Listesi'ne alınır.

Seagram Binası meydanı.

Mies binayı arazinin yarısına konumlandırır ve diğer yarısını bir meydan olarak tasarlar. Bu meydan; çalışanların gün içinde vakitgeçirdiği, mini konserlerin verildiği, festivallerin yapıldığı, sergilerin düzenlendiği bir yer haline gelir.

Burada da Mies'in, mekanın kullanım esnekliğini dikkate aldığı görülür. “Seagram Binası inşa edeceğim diğer binaların hiçbirinden farklı olmamalıydı. Düşüncem ya da yönelimim temiz strüktür ve konstrüksiyondur. Bu tek bir yapıya ilişkin değildir, bu benim tüm mimarlık problemlerine yaklaşımımdır.” diyen Mies, mimari çizgisini her yapıya işlediğini belirtir. Yarım asırdan fazla zamandır ayakta duran yapı, her yıl bronz kaplamalara yapılan bakım ile zarafetini ve ihtişamını korur.

Bina girişi.

Bina en iyi modern mimari örneklerinden biri olarak kendinden sonraki yapılara da öncü olmaya devam eder.

Riehl Evi, Almanya 1907.

Mies, mimari kariyerinin ilk eseri olan Riehl Evi'ni 21 yaşında Bruno Paul için çalıştığı sırada tamamlar. Sade ve işlevsel bir mekan olarak tasarladığı iki katlı evde, alçı duvarların üzerine dik bir çatı inşa edilir. Yalın bir çerçeveye oturtulan üst pencereler; basit ve net bir forma sahiptir.

Yapının, bahçe duvarı ile dış mekandan ayrılması.

Evin kuzey kısmında yapılan istinat duvarı ile arazi tanımlı hale getirilir. Net form ve detaylardan anlaşılacağı gibi Mies, ilk eserindeminimalyaklaşımların ilk adımlarını atar.

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Tugendhat Evi, 1930.

Projenin kendisine verilmesiyle birlikte Mies, basit ve net hatlara sahip olan bir ev tasarlar. Çelik kolonlar kullanarak duvarları taşıyıcı eleman olmaktan kurtarır ve iç mekan kullanımını özgürleştirir. Yapı bodrumla beraber üç kattan oluşur.

Dış mekana açılan şeffaflık.

Arazinin eğimli kotuna oturan yapının bahçeye bakan cepheleri, döşemeden tavana kadar cam ile kaplanır.

İç mekan.

Mies'in diğer evlerine kıyasla daha büyük tasarlanan yapı; 2 çocuk odası, 1 bakıcı odası, ebeveyn odası ve hizmetli odalarından oluşur.

Evin içinde kullandığı yarım daire şeklindeki duvar, yemek bölümünü diğer alanlardan ayırır. İç mekanda kullandığı mermer duvarla, mekananetlik ve ferahlık kazandırır.

Yapıda kullanılan ince çelik kolonlarla, iç mekanın işlevselliği artırılır.

Dönemindeki müstakil evlere göre çok pahalıya mal olan yapı, inşa edildiği dönemde bazı eleştirilere maruz kalsa da daha sonra unutulmazlar listesine adını yazdırmayı başarır.