Pandemi ve Kent: New York

HABER MASASI
Abone Ol

Yaşamını New York’da sürdüren Fatih Ergün’ün pandemi sonrası değişen ‘kent düzeni’ ve ‘alışkanlıklarına’ ilişkin yorumları bizi kilometrelerce uzakta yeni bir yaşama götürüyor. Pandemiyle yeni boyutlar kazanan özel alan, ev, güvenlik duygusu, yol ve ara kavramlarının bu dönemdeki yansımaları birçok açıdan alışılmışın dışında bir şehir profili doğuruyor. Ergün’ün New York izlenimleri, Karşılaştırmalı Kentler serimizde sizlerle…

İki aydır evden mimarlık yapıyorum. Karantina sürecinde, normal zamanlarda etkilerinin farkına varmadığımız fiziksel şartlarımız, aslında hiç istemeyip zorla yaptığımız işler, fıtratımıza uymayan zorlama pratikler, belki bize sorulsa ''tabii ki istemeyiz'' diyeceğimiz ama biz farkına varmadan norm olmuş davranışlar, ''böyle olmadan da oluyormuş'' dediğimiz bir sürü şeyi fark etmeye başladım. İnanılmaz bir hızla akıp giden hayat içinde uzun zamandır ilk defa durup düşünme fırsatı yakaladım diyebilirim. Aslında bir nevi gerçek ihtiyaçlarımı fark etmeye başladım. Pandeminin de etkisiyle oturduğumuz evleri, çalıştığımız ofisleri ve bunlarla kurduğumuz ilişkileri yeniden düşünmeye başladım. Bunun sonucunda Covid’in fark ettirdikleri serisi çıkmış oldu. Bu vesileyle ben de eskiz yapmaya başlamış oldum.

Özel Alan - Kamusal Alan

Farkına vardığım ilk şey fiziksel mekanın bir topluluk bilinci oluşturmadaki inanılmaz etkisi oldu.

Her akşam saat 7'de teşekkür saatinde sokağın karşısındaki binadan yükselen alkışın haddi hesabı yok. Alkışlar, şarkılar, vuvuzelalar vesaire. Normal zamanda rahatsızlık verici şeyler işte. Katılım oranı da çok yüksek. Hemen hemen bütün daireler dışarı çıkıp alkışa katılım sağlıyor. İlerleyen günlerde bizim binadan karşılık buluyor bu gayret. İki bina karşılıklı olarak her gün alkışlıyoruz.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 2.

Tabii bir süre sonra bu alkışlama işi bizim için tam bir zulme dönüştü. Alkışlamak için ellerimizi mi dışarı çıkarsak, yoksa olup biteni görmek için kafamızı mı dışarı çıkarsak, yoksa darbuka ile sesimizi duyurabilmek için yangın merdivenine mi çıksak bilemez hale geldik. Bir müddet sonra zaten bizim binadan katılım oranı da çok düştü.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 3.

Yaşadığımız bina bir şekilde bize bu toplumsal birlikteliğe katılma işini zorlaştırıyordu. Fiziksel mekanın insan üzerindeki yaptığı etkileri teorik olarak bildiğim halde hayatımda ilk defa fiziksel olarak kendim tecrübe etmeye başladım. Bu basit alkışlama merasimi sayesinde tasarımın, fiziksel mekanın kişisel ve toplumsal etkilerini çok yoğun bir şekilde hissetmeye başladım.

Bu iki konut arasındaki temel farklardan bir tanesi, bina sirkülasyonunun bir yapıda içerde, kapalı bir alanda çözülmesi, diğerinde ise sokağa bakan cephede, dışarıda çözülmesi. Söz konusu sokağı ilgilendiren bir ilişkiler bütünü olduğunda içinde bulunduğumuz binanın tasarımı sebebiyle sokakla sağlıklı bir ilişki kuramaz hale geliyoruz. Özel, yarı özel ve kamusal alan arasında kurulan yanlış ilişki sonucunda bizim binada yasayan insanların, sadece sokakla olan ilişkileri değil, komşularıyla olan ilişkileri de sorunlu olmaya başlıyor.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 4.

Fark ettiğim diğer bir şey ise, içinde bulunduğum binada komşularımı gördüğüm tek yer, koridor ya da asansörde bir yere yetişirken. Hiçbir komşumla toplumsal bir aktivite yaparken iletişim içerisine girmediğimi farkettim. Zaten içinde bulunduğumuz sosyal ve fiziksel şartlar altında, böyle bir ilişkinin kurulma imkanı yok. Komşularımızla kurduğumuz tek ilişkinin çok hızlı kapanan bina giriş kapısı ve asansör kapılarını tutma vasıtasıyla olduğunu fark ediyorum.

Diğer apartmanın tasarımı, komşuların birbirleriyle ve sokakla olan ilişkilerini güçlü kılıyor. İnsanlar dairelerinden dışarı çıktıklarında hemen yanlarında aynı şeyi alkışlayan komşularını görüyorlar. Selamlaşma imkânı doğmuş oluyor. Hatta pandeminin getirdiği bazı kısıtlamalar nedeniyle birbirlerinin doğum günlerini ve mezuniyetlerini dahi beraber kutlayabilme fırsatı doğuyor.

Bu konuyu diğer paylaşımlarda daha çok açabilirim.

Peki sizlerin mekana dair hissettiğiniz şeyler var mı?

Güvenlik Duygusu

On bir yıl önceydi. Kahramanmaraş otogarında babamla otobüse binmeden önce helalleştik. Elini öpüp, kucaklaştık. Filmlerden görmüş olacak ki bana "New York tehlikelidir, kendine dikkat et evlat, gece vakti çok dışarda kalma" dedi. New York a geldiğimde, "New York the city never sleeps" diye bir deyim olduğunu öğrendim. Evet geceleri tekinsiz hissettiren yerleri vardır. Ama genelde günün her saatinde etrafta insan görmek mümkündür. Sokakta ışığı yanan vitrinlerden gelen ışıklar bir pizzacı önünde oturmuş sohbet eden birkaç hafif kafası iyi insan veya gece vakti köpeğini yürüyüşe çıkaran birilerini görmek insana güvende hissettiriyor genelde.

Fatih'te Çapa Tıp Fakültesi ve İbn-i Sina Hastanesi arasında çoğunlukla hasta ve ambulansların kullandığı yolda akşam ezanından kısa bir süre sonra bıçaklı saldırıya uğramış, göğsüme dayanan bıçaktan korkumdan Nokia 3110 telefonumu kaptırmıştım. Ondan mıdır nedir bilmem ama kimsenin olmadığı ıssız bir sokakta yürümek bana biraz ürkütücü gelmiştir her zaman. Bir mekanda birkaç insanın varlığı o mekanı güvenli kılıyor, diğer türlü şu anda olmamam gereken bir yerdeyim hissi oluşturuyor.

Akşamları yürümeyi sevmediğim yerler azalan nüfus yoğunluğu nedeniyle genelde şehirlerin ticari koridorları.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 5.

New York'ta her şehirde olduğu gibi konut ve ticari bölgeler her zaman için net hatlarla ayrılmış değil. Birçok bölgede ticari ve konut bölgeleri iç içe girmiş durumda. Fakat ticari ve konut bölgelerinin daha net bir şekilde ayrıldığı bölgeler de var elbette. Mesela bunlardan birisi New York'un hatırı sayılır mağazalarının olduğu SoHo bölgesi. SoHo'da ilk birkaç kat ticari,diğer katlar ise genelde ofis olarak değerlendiriliyor. Konut miktarı ise azınlıkta. Bu durum, bölgelerin gün içindeki nüfusu ile gece nüfusu arasında yaklaşık bir 10 kat farklılık oluşuyor. Tenhalığından ötürü gece vaktinde bu bölgelerde yürümek istemeyebilirsiniz.

Pandemi sürecinde yerli, yabancı turistlerin ve çalışan kesimin elini eteğini çekmesiyle günlük nüfusu iyice düşen SoHo artık bitmeyen bir gece gibi hissetmeye başlamış olmalı ki kendini güvende hissetmeyen birçok mağaza vitrinlerini kontrplak ile kaplamaya başladılar. Ortalıkta dolaşan insanların şehirlerde sağladığı bir güvenlik hissi var aslında. Bizim için yaşadığımız yerde olmazsa olmazımız güvenlik ihtiyacı. Pandemi süreci bu güvenlik ihtiyacını bazı bölgelerde mimariyi etkileyecek derecede ortaya çıktı.

Güvenli diye düşündüğümüz bölgelerdeki bütün mağazalarda; güvenlik hissinin zayıflamasıyla cepheler camdan, kontrplağa dönüşüverdi.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 6.

Tam bu sırada aklıma New York'ta çalışmaya başladığımda yaptığım ilk işlerden bir tanesi olan drug storelar(market/eczane karışımı bir şey) geldi. Ofiste benden bir tasarım istendi. Oturup olabilecek en büyük açıklıktaki pencereleri yerleştirdim cepheye. Işığı bol olsun, insanı içeri davet etsin diye düşünüyordum. Patronum geldi sen bu binanın nerede olduğundan haberin yok herhalde dedi. Koyduğum pencerelerin hepsini tuğla duvara çevirdi. Sonra dışarıdan insanların yetişemeyeceği yükseklikte pencereler koydurttu. O gün için hiçbir şey anlamamıştım. Ama zaman geçtikçe bu drug storeların güvenli bölgeler dışında cephelerinin olabildiğince tuğla duvar olduğunu farkettim. Güvenli bölgelerde ise o duvarlar yerini alüminyum pencereler ve cama bırakıyordu.

Güvenlik ihtiyacı bizi, şehirlerimizi ve mimariyi işte böyle etkiliyor.

Ev

Garip bir durum şu ki evinden kaçan, kente akan, kenti dolduran ve belki evine çok az giden, evinde çok az vakit geçiren modern insan bugünlerde evine kapanmış durumda, ev dışı hayatın albenisini alıp götüren korona virüsten dolayı.

Evine sığmayan adamın tek çaresi ev. Bu evin intikamı mı acaba? Yahut evin kötü bir şakası mı? Ev kendini yenidenmerkeze alarak, vazgeçilmez olduğunu nasıl da gösteriyor tekrar tekrar. Ev böyledir, ondan vazgeçen de ona döner. İnsanın kaderimsi bir yolculuğudur ev; evde doğar evde ölür, nereye giderse gitsin insan evini oraya götürür, oraya eviyle gider. Evine döner. Şairin dediği gibi:

Pandemi ve Kent: New York, görsel 7.

“Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!”

Pandemi ve Kent: New York, görsel 8.

Diyordu Köksal Alver bir söyleşisinde. Evet! evin dönüşümü kaçınılmaz ve yine evet! mecburen eve döndük fakat döndüğümüzde evi yerinde bulamadık. Modernite ile birlikte ev dediğimiz şeyi bambaşka bir şeye dönüştürdük. Ev kendisine dönülen bir şey olmaktan çıkıp kendisinden kaçılan bir yer haline geldi. Yuva olmaktan çıkıp barınak haline geldi. Ev dediğimiz şey, emlak piyasasının altın çocuğu haline gelip, alınıp satılan bir meta haline geldi. Covid nedeniyle evlerine dönmek zorunda kalan bizler eve döndüğümüzde evlerimizi yerinde bulamadık. Ev yerine bulduğumuz, birçok hayati fonksiyonunu dışarıdan sağlayan, içinde eğlenmeyi dahi beceremediğimiz, hayatları paylaşmayı hiç tecrübe etmediğimiz, bazen yemek kokusuna bile hasret kaldığımız, birliktelik kuramadığımız aslında bize yetmeyen, kendi başına ve içindekilerle de bir anlam ve bütünlük ifade etmeyen bir kutunun içine döndük. Ev dediğimiz şey bir kutuya dönüşmüştü.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 9.

Pandemi ile birlikte evi anlamlandırmak, ev ile kurduğumuz ilişkiyi yeniden gözden geçirme, evi yeniden düşünme fırsatı bulduk belki.

Bunları düşünürken zihnimizi yoran, bu yeni bağı geliştirmeyi engelleyen en büyük engel, evlere sığmıyor oluşumuz oldu. Hele de New York gibi bir yerde normal zamanda dış dünyada kapladığımız ofis, okul, park, kütüphane gibi tüm metrekareleri ve fonksiyonları bir şekilde eve sığdırmak zorunda kaldık. Mesela bu dönemde süpermarketlerde depolayabileceğimiz ama istediğimiz zaman alabildiğimiz herhangi bir gıda malzemesini kendi evimizde depolamak zorunda kaldık. Mina’nın okulda kapladığı alanı ona evde açmak zorunda kaldık. Şu günlerde eve iki tane ofis sıkıştırmak zorunda kaldık. Yine Mina'nın park ihtiyacını evin içinde bir şekilde görmek zorunda kaldık. Ev 40 metrekare ama evin içine sığdırmaya çalıştığımız fonksiyonlar ise normalin 2-3 katı neredeyse.

Galiba biz eve ihanet ettik ve şimdi ev bizden intikam alıyor.

Yol

Hiç özlemediğimi fark ettiğim ev-iş arası yolculuklarımdan bahsetmek istiyorum.

Ev ile ofis arası eğer trafik yoksa yaklaşık 50-60 dakika. Bazen 1.5-2 saati bulduğunu da gördüm. Hatta bir gün yolda kalıp trenden inip tünelin içinden yürümek zorunda olduğum bile oldu. Normal şartlarda sabah 8:07 deki trene bindiğimde saat 8:55 gibi ofiste olabiliyorum. Bir durakta aktarma yaparak aynı yöne giden daha hızlı bir trene biniyorum. Trende oturma gibi bir beklentim olmuyor ama eğer akıllı davranarak inme ihtimali olan birinin tam önünde beklersem bazen oturarak da gidebiliyorum. Normalde tren yolculuklarımı günlük kendime ayırdığım iki saatlik bir zaman dilimi olarak tanımlamıştım aklımda. Hani kimsenin karışmadığı, ne yapıyorsun demediği bir zaman dilimi.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 10.

Günler geçtikçe farkettim ki her gün en azından iki saatimi yolda geçirmek hiç sevmediğim bir şeymiş. O iki saati sevişim sadece içinde bulunduğum durumu en iyi şekilde değerlendiriyor olup ona adapte olmamdanmış. Yoksa geç kalan, tünelde sıkışan, içi sidik kokan, pis bir trende iki saat geçirmenin hiçbir güzel tarafı yokmuş.

Covid bana aslında toplu taşıma sistemlerinin hiç de insani olmayan bir tarafının olduğunu gösterdi. Günde 3-4 milyon insan ile aynı anda tıkış tıkış trenlerde ite kalka yolculuk etmenin aslında farkında olmadan alışmak zorunda olduğumuz bir davranış olduğunu gördüm. Bu süreç bana bir alternatifin olduğunu ve her gün o saçma tren yolculuğuna katlanmak zorunda olmadığımı farkettirdi. Tasarladığımız şehirlerin bizi insanı olmayan şartlar altında yaşamaya mahkum ettiğini farkettirdi. Şehrin ölçeğinin ve yoğunluğunun kaderimiz olmadığını ve bir an önce değişmesi gerektiğini farkettirdi. New York metrosunun taşıma şartlarının alt sınırında olduğunu farkettirdi.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 11.

Peki bu aralar yoldan arttırdığım o iki saati nasıl mı değerlendiriyorum?

Daha düzenli bir uyku çekiyorum kendime.Daha verimli çalışıyorum. Akşam yemeklerini daha düzenli ve erken yiyebiliyorum. Ailemle daha çok vakit geçiriyorum. En önemlisi işten eve mutlu geliyorum. Eşim ''hiç eve gelmiyorsun, hep iştesin'' diyor ama olsun yine bence o da mutlu.

Siz ne dersiniz?

Her gün evden işe, işten eve olan yolculuklarınızı özlediniz mi? Artık evden işe her gün gitmek zorunda olmadığınız farklı bir yaşam düşünebiliyor musunuz?

Not: Bu vesile ile Netflix bağımlılığından da kurtulmuş oldum.

Ara'ya İhtiyacımız

13 Mart'ta eve girmiştik. Yer yer sessizliği, hayatın sakin oluşunu sevdik, ama sık sık da yalnız hissettik. Yalnızlığımızı zoom görüşmeleri ile bastırdık. Çocukların literatürüne zoom yapmak, konferans yapmak gibi kelimeler girdi. Hatta bir gün bizim çocuğun canı kebap çekmiş, dedemlerle kebap konferans yapalım diyordu. Acı olan şu ki onca yalnızlığımıza ve komşularımızın Türk olmalarına rağmen hemen hemen hiçbir komşumuzla ilişkimiz olamadı. Sadece birkaç kere, yol üzerinde bir ağacın gölgesinde ayaküstü konuştuk o kadar. Birçoğumuz evimizden çıkıyorduk hâlbuki. Bütün görüşmelerimiz sokakta, bir bankın üzerinde ya da bir ağacın gölgesinde gerçekleşti. Yaşadığımız apartman kompleksi bize komşuları, tanıma, bilme onlarla sohbet edebilme imkanı sunmuyordu maalesef.

Yaşadığımız binaya fazlaca suç attığımı düşünebilirsiniz ama farklı fiziksel mekanlarda bizim yaşadıklarımızın tam tersinin yaşandığına her gün şahit oldum. Mesela, bir New York klasiği denebilecek yaklaşık 3-4 katlı binalarda, ikinci katı sokağa bağlayan basamaklar bu süreçte bir sosyal katalizör olarak hizmet etti. Bina sakinlerinin kapı önünde basamaklarda oturup, kahvelerini yudumlayıp laflayabilecekleri, güvenli mesafeyi koruyarak sosyalleşebilecekleri bir mimari eleman haline dönüşmüştü. O merdivenler bir eylem alanı, bir varlık alanı olarak hizmet ediyordu. Evin içi ile dışarıyı mekansal olarak birbirine bağlıyor ve devamlılık hissi veriyor.Ara (eşik) mekanlar bu süreçte güvenli bir eylem alanı olarak karşımıza çıkıyordu.

Pandemi ve Kent: New York, görsel 12.

İşte tam bu arada "ara"ya olan ihtiyacımızı farkettik. Pandemi öncesi evi bir otel gibi kullandığımız bir düzende dikkatimi hiç çekmemişti ama pandemi süreciyle yaşadığımız mekanla kurduğumuz manalı bir ilişki olduğunu fark ettikçe özel mekandan, kamusal alana geçişin birden yaşandığı konutlarda sosyalleşmenin, komşuluk bilincinin gelişmediğini,mekanın sürekliliğin sağlanmadığı, bir mekandan diğerine birdenbire düştüğümüz mekân kurgularının bizlerin şehirle, sokakla, komşularımızla kurduğumuz ilişkileri hiç büyütmediğini farkettik.

Özel alandan, sokağa direkt düşmek yerine bir "ara" mekan olsaydı belki daha az yalnız hissederdik.