Türk mimarisinin kült isimlerinden biri: Cengiz Bektaş

FATMA MEHMETOĞLU
Abone Ol

"Mimarlığın diğer sanatlarla birlikte olması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bedeni çizmeden mimarlık yapılmaz." diyen Cengiz Bektaş, mimarların diğer sanat dallarıyla da ilgili olmaları gerektiğini söyler. Hayatını da bu bakış açısıyla şekillendiren Bektaş; mimar, mühendis, yazar, şair, öğretmen, gezgin gibi birçok unvan kazanır.

1934 yılında Denizli’de doğan Cengiz Bektaş, ilkokul 4. sınıfta duvar gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Orta öğretimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamlayan Bektaş; bu dönemde yazarlığa devam eder ve 16 yaşındayken Denizli’deki yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapar. Yeni yerler görmeyi çok seven mimar, tatillerini gezerek değerlendirir. Gezilerinde kaleme aldığı anıları, lisede "Bizim Petek" adlı dergide yayınlanır. Seyahatlerinde görmüş olduğu yapılar ilgisini çekmeye başlayınca tasarıma ilgi duyduğunu fark eder. Böylece, o dönemlerde mimar olmaya karar verir.

Bektaş’ın edebi yönü mimarlığını, mimarlığı da edebi yönünü etkiler.

Arkadaşlarıyla "Dağarcık" topluluğunu kurarak el yazması bir dergi çıkarır. Dergide dil devrimi, Türkçenin özleşmesi gibi konular işlenir. 1954'te, D.G.S. Akademisinde düzenlenen, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun jüri üyeleri arasında bulunduğu şiir yarışmasında birinci olur. 1960'ta ise Bektaş'ın şiirleri, Fazıl Hüsnü Dağlarca tarafından Türkçe Dergisi'nde yayımlanır. Daha sonra şiirleri birçok dile çevrilir. Bektaş’ın "Bizim savaşımız, düşünceyi dile getirme özgürlüğü içindir. Düşünceyi dile getirmenin kısa yoludur şiir." sözleri, şiire olan bağlılığını ifade eder.

Cengiz Bektaş, öğrenmeyi ve öğretmeyi kendisine amaç edinir.

Üniversiteyi, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisimimarlık ve mimarlık bölümleri ile Münih Teknik Üniversitesimimarlık bölümünde tamamlar. 1959-62 yılları arasında Münih'te kalmaya devam ederek serbest mimarlık yapar. Almanya'da kaldığı bu süreçte arkadaşları ile birlikte Dilmaç dergisini çıkararak şiir ve yazı yazmaya devam eder. Bu dönemde, ODTÜ’den öğretim görevlisi olması için davet alır ve Türkiye’ye döner.

Cengiz Bektaş, kültürüne olan bağlılığını sıkça dile getirir.

Almanya’da Alexander Baron von Branca ve Prof. Dr. Fred Angerer gibi ünlü mimarların ofisinde çalışmış olsa da kendisini ülkesinden başka bir yere ait hissetmez. Bu düşüncelerini, "Ben Almanya’da yabancı bir yerdeydim. Ben kendi insanımın dilini biliyordum, kendi insanımın sorunlarını biliyordum. Türkiye'den başka hiçbir yer düşünmedim. Hatta Denizli'yi düşünüyordum ama boğulacaksan büyük denizde boğul derdim kendi kendime." sözleri ile ifade eder. Türkiye’ye döndüğünde, 1962 – 63 öğretim yılında ODTÜ İnşaat İşleri Başkanlığı, Mimarlık işliğini bir yıl yöneten Bektaş; 1963'te Oral Vural ile birlikte kendi ofisini açar.

Bektaş, öğretim görevlisi olduğu ODTÜ’den ayrılarak ofisteki işlerine yoğunlaşır.

Cengiz Bektaş, piyasadaki ilk beş yılını yarışma projelerine katılarak geçirir. 1963-69 yılları arasında katıldığı, mimarlık ve şehircilik yarışmalarında 25'ten fazla ödül alır. İş dünyasında tanınmaya başlandığı bu süreçte, yarışma projelerini bir daha dönmemek üzere bırakır.

Bu durumu, "Tanınmışken hala yarışmalara katılıyor olmayı gençlere saygısızlık olarak değerlendirdim. Bir de ciddiyetsizlik sorunu vardı. Ben, aldığım bir proje üzerinde en az altı ay çalışırım. Fakat yarışmalar için çok kısa süre harcıyordum. En uzun çalıştığım yarışma projesi Lizbon Büyükelçilik Binası’ydı, 20 günde çizdim. Bu da ciddiyetsizlikti bence. Bir daha yarışmalara katılmayacağıma dair söz verdim kendime ve bir daha katılmadım." ifadeleriyle açıklar.

Cengiz Bektaş, maket üzerinden anlatım yaparken.

Kendi ofisinde çalıştığı süre zarfında; yurt içinde ve yurt dışında birçok üniversitede dersler vermeye devam eder. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde, Anadolu Üniversitesi’nde, Trakya Üniversitesi’nde, Marmara Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi’nde verdiği derslerin yanında Makedonya, Amerika, Almanya'daki üniversitelerde de dersler verir. "Beni detay çok ilgilendirmiyor. Beni, yapıya bir kişilik bir kimlik verebilmek ilgilendiriyor. Bundan ötesi benim için teknoloji ve ayrıntıdan ibaret." diyen Bektaş; yapıyı malzemelerin üst üste istiflendiği bir nesne gibi görmek yerine, yapının da bir ruhu olduğunun üstüne basar. Öğrencilerine de bu bakış açısını kazandırmaya çalışır.

Genç kesime önem veren Bektaş, onlara verdiği ve onlardan aldığı bilgiye önem verir.

Bir yapıyı, sahip olduğu hikayesiyle birlikte ele alan Bektaş; aynı zamanda yapının inşa edildiği dönemdeki ruhunu hissederek anlamaya çalışır. Bu özellikler, Cengiz Bektaş’ın edindiği mimari bakış açısının en güzel göstergesidir.

Genç kesime önem veren Bektaş, onlara verdiği ve onlardan aldığı bilgiye önem verir.

Cengiz Bektaş, TDK binasının tasarımına başlamadan önceki kaygısını şu şekilde açıklar. "Türk Dil Kurumu benim kişisel korkumdu, çünkü bütün sevdiğim insanlar orada üyeydi. Lisedeki edebiyat hocamdan, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ki o benim şiir babam diye saydığım adamdır. Ya orada başarısız olursam?" Bu sözleriyle Bektaş’ın projelerini, kullanıcılarının gözünden düşünerek tasarladığı anlaşılır.

Galeri boşluğu.

Dikey sirkülasyon.

İç mekan doğal ışıkla aydınlatılıyor.

"Lakin yapı bittiği zaman gerçekten çok sevildi herkes tarafından. Ama şunun farkında değillerdi: Ben oditoryumu, konferans salonunu maket şeklinde yaptım, sedirden. Çünkü oraya sığsa sığsa 350 kişi sığıyordu normalde. Hâlbuki bizim üye sayımız 550’ydi." dediği vebeton, ahşap, alüminyum, cam kullanılarak inşa ettiği TDK Binası, mimarlar ve mimarlık öğrencileri tarafından büyük ilgi görür.

TDK Binası girişi.

1978’de tamamlanan yapı, 1988 yılında Ulusal Mimarlık Ödülleri Yapı DalıÖdülü'nü alır.

Mersin’de bulunan gökdelen iş merkezi (Mertim).

Bektaş, Mersin için yaptığı iş merkezini geleneksel mimari bakış açısından farklı bir şekilde ele alır. Fakat proje bittikten sonra yapının; kültürel değerlere önem veren Cengiz Bektaş imzasını taşımadığı eleştirileri yapılır.

2000 yılına kadar Türkiye’nin en yüksek binası olan gökdelen, Mersin’in simgesi haline gelir.

Bektaş bu eleştirilere cevap olarak, yapının kentsel tasarım anlamında bir başarı elde ettiğini vurgular. Kentin tekdüzeleşen betonarme yapılarının yanında bölgeye dinamizm kattığını belirtir. Ayrıca bölgenin ihtiyaçlarına karşın yenilikçi bir yaklaşım sergilediğini de dile getirir.

Etimesgut Camii.

Cengiz Bektaş’a, 1964’te Ankara’da askerliğini yaptığı sırada bir cami projesi teklifi gelir. Etimesgut Camii projesinde, geleneksel Türk mimarisine yönelmek yerine çağdaş bir yapı tasarlamayı tercih eder. Ayrıca bu yapı, Türkiye’de çağdaş cami özelliklerini taşıyan ilk yapıdır.

Etimesgut Camii vaziyet planı.

"Geleneğin ilk şartı çağdaş olmasıdır." diyen Bektaş, geleneğin temel ilkelerini korur ve kendi çizgileriyle birleştirerek özgün bir yapı ortaya çıkarır. Bilgiyi ve sonsuzluğu simgeleyen ışık; projesinde temel tasarım ögesi olur. Cephede kullandığı açıklıklar, ışığın içeriye ulaşmasını sağlarken aynı zamanda, iç mekan ve dış mekan arasındaki bağlantıyı güçlendirir.

Işığı içeri alan dik yarıklar.

Kıble duvarının dışındaki beş duvar, Hz. Muhammed ve dört imamı simgeler. Bektaş, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında strüktürel bir eleman olarak kullanılan kubbenin; Türkiye’deki camilerde vazgeçilmez bir tasarım ögesi olarak kalmasını taklit olarak yorumlar. Bu bakış açısından yola çıkarak çatıyı, kendi mimari anlayışıyla tasarlar. Minareye ise geleneksel kullanımdan farklı olarak, kişileri kadınlar bölümüne ulaştıran bir merdiven görevi verir.

Etimesgut Camii içten görünümü.

Cami minaresi.

Cami içine yazılan tüm yazılarda latin alfabesi kullanımına özen göstererek bu durumu "Cami içindeki tüm yazılar bizim ABC’miz kullanılarak yazılmıştır." diye ifade eder. Bektaş’ın bu çağdaş tasarım yaklaşımı, o güne kadar süregelen geleneksel cami tasarımının sorgulanmasına ve yeni yaklaşımların üzerinde düşünülmesine sebep olur.

Afrodisias Müzesi Ek Binası.

Türkiye’nin önde gelen fotoğrafçılarındanAra Güler, Aydın’ın Geyre Köyü’nde tesadüfi bir şekilde denk geldiği, MÖ 5.yüzyıldan kalma Afrodisias Antik Kenti’ni gün yüzüne çıkarır. Bu alanda inşa edilen müze yetersiz gelince, mevcut müzeye ekleme yapılmasına karar verilir. Bunun üzerine Cengiz Bektaş’tan bir proje tasarlaması istenir.

Kazıklarla yükseltilen alan.

Bektaş, alan analizi yaparak ek binanın yapılacağı yeri belirler. Daha sonra bu alanda arkeolojik kazılar yapılır ve Roma ile Bizans dönemine ait duvarlar bulunur. Arazide bulunan kalıntılar dikkate alınarak, çelik bir yapı tasarlanır.

Arazideki mevcut ağaçlar korunur.

Zeminde tasarlanan cam açıklıklar, yer altındaki kalıntıların görülmesini sağlar.

Kazıklar, hiçbir duvar kalıntısına ve ağaca temas etmeyecek şekilde hassasiyette yerleştirilir. 180 cm aralıklı çelik ayaklar, 5,40 m açıklık geçen çelik kirişlere oturtulur. Böylece yerden yükseltilen yapının altında kalan kalıntıların da ziyaret edilmesine olanak sağlanır.

İç mekan tasarımı.

Hacı Halil Bektaş İlkokulu.

1970 yılında yapılan Hacı Halil Bektaş İlkokulu, Cengiz Bektaş’ın babası Hacı Halil Bektaş tarafından yapılır.

Silindir şeklinde tasarlanan kütüphane.

Bektaş’ın "Babam bir gün beni çağırdı. İstanbul'dan gittim. Her şeyini satmıştı. Evimizi bile. Kirada oturuyordu. Bir okul yaptırmak istiyordu." diye anlattığı bu okul, babasının tüm sermayesini ve iş gücünü ortaya koyarak yaptırdığı okuldur.

Kütüphanenin içi.

Hacı Halil Bektaş, oğullarına da okul yaptırmalarını vasiyet eder. İlerleyen yıllarda ilkokuldaki derslikler yetersiz kaldığında, babasının vasiyetini hatırlayan Bektaş; eski yapıya ek bir bina tasarlar ve yapım masraflarını da kardeşleriyle birlikte karşılar.

Kütüphanenin sütunlarla yükseltilmesi.

15 derslik ve 7 laboratuvarın yanında bir de kütüphane tasarlanır. Silindir bir hacme sahip olan kütüphane yapısı, yine silindir kolonlarla zeminden koparılarak, zemin kotunda öğrencilere bir toplanma mekanı sunar.

Öğrencilerin toplanma alanı.

Bektaş, okulun açılışına Bedri Rahmi ile gider. Bedri Rahmi bir ara duvara yaslanıp ağlar. Bektaş neden ağladığını sorunca "Mimarlık budur işte! Bak çocuklar ne denli mutlular." der. Bu söz üzerine Bektaş, ressam ve şair olan birine bu ruhu hissettirebilmenin mutluluğunu yaşar.

Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü Binası.Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü Binası.

1964’te, Ankara’da genel müdürlük binası yapılması için Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü bir yarışma başlatır. Yarışmayı, Bektaş’ın Oktay Vural ortaklığıyla açtığı ofis kazanır. Birkaç bloktan oluşan bu projede; genel müdür ve genel müdür yardımcıları E bloğunda toplanır, diğer müdürlükler ise A ve C bloklarında toplanır. Servis birimleri C bloğuna alınır ve böylece bloklar işlevsel olarak ayrılır.

Ortak alan.

Arsada bulunan 10 m derinliğindeki çukur korunur ve iç avlu olarak değerlendirilir. Türkiye’de bir ilk olarak değerlendirilen bu projede, prefabrik cephe elemanı kullanılır. Ofis katlarında, 60x60 cm’lik kasetler, çelik kalıplarla elde edilerek daha az maliyetli bir sistem kullanılır. Aydınlatmalar bu kaset sistemin içine yerleştirilir.

Aydınlatma elemanları.

Yapının dış cephesi.

Kaset sistem aynı zamanda, mekanın akustiğini de olumlu yönde etkiler ve istenmeyen sesler bu sistem sayesinde absorbe edilir. Toplantı salonları, prefabrik ahşap elemanlar ile diğer bölümlerden ayrılır. Binanın tüm mobilyaları da mekan kullanımına uygun olarak tasarlanır.

Olbia Sosyal Özek Akdeniz Üniversitesi, Antalya.

Akdeniz Üniversitesinde, sosyal tesis ve çevre düzenleme amaçlı yapılan proje, 1999 yılında tamamlanır. Proje, 2001 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü alır.

Avlu.

Peyzaj çalışması.

3,641 m²’lik alana sahip proje, Akdeniz Üniversitesi’nin girişinden itibaren başlar. Sosyal tesiste, kıvrımlı yolun her iki tarafına kitap dükkanları, paket servis restoranları, öğrenci kulüpleri, video kaset dükkanı gibi birçok işletme yerleştirilir. Ayrıca proje kapsamında; sinema, müze ve 1.200 koltuk kapasiteli amfi tiyatro da tasarlanır.

Su kanalları.

Kıvrımlı yolun ortasından bir su kanalı geçer. Ayrıca yürüyüş yolunun üstüne yerleştirilen pergolalar, sıcak iklimli bölgede gölgelik alanlar oluşturur.

Projelerinde, Almanya’dayken yanında staj yaptığı ve Bavyera'nın Le Corbusier'i diye anılan Prof. Dr. Fred Angerer’in etkileri görülür. Bektaş projelerinde, geleneksel mimariyi taklit etmek yerine, yapıları çağdaş mimari ile harmanlayarak özgün bir mimari tarz oluşturur. Birçok yapısında kullandığı brüt beton, minimal yaklaşımını simgeler. Yeniliğe ve farklı fikirlere her zaman açık olan Bektaş; ekip arkadaşlarının fikrini aldığı gibi ofisinde çalışan genç mimarları da dinlemeye özen gösterir. Bu durumu "Eleştirileri çok önemserim. Aynı yöntemle çalıştığım arkadaşlarım çok iyi eleştiriler yapabiliyorlar ama ben örneğin çocuklara da fikirlerini sorarım. Bazen büyüklerden daha iyi cevaplar verebiliyorlar. Onların cevaplarına göre anlıyorum ki yapmışım ya da yapamamışım." sözleriyle özetler.

Cengiz Bektaş ile söyleşi sonrası.

"Eğer benden ev yapmam istendiyse ben evlerini yapacağım insanları tanımak isterim. Kendi kardeşime bile ev yapacağım zaman, 10 gün onlarda yaşadım ve ev yaşantılarını gözlemledim. Günlük yaşantılarında nelere ihtiyaçlarının olduğunu saptadım. Aynı şekilde Japonya'da yapacağım bir ev için beni davet ettiler. Japon kültürünü tanıdım. Amerika'daki bir arkadaşıma ev yapmak için 20 gün onunla yaşadım."

Başarıları ödüllerle taçlandırılarak Türkiye’nin duayen mimarları arasına giren Bektaş; geride birçok yapı, kitap, deneme, söyleşi ve şiir bırakarak 2020 yılında hayata veda eder.