Acının tarihi, coğrafyası, omuzlanışı

MEHMET DORUK KANDEMİR
Abone Ol

1950 sonrası Türk şiirinde acı imgesi trajediye dayalı sızlanışın santimental havasından çıkmış ve siyasal, sosyal, kültürel sıkıntılardan doğan varoluşa dayalı çatışmaların odağı haline gelmiştir.

Edebiyat genelde insanı çevreleyen unsurlar ile insan arasında meydana gelen sıkıntıları yansıtmıştır. Modern edebiyatın tekâmül evresinde yansıtılan bu sıkıntılar, şiir özelinde daha derin ve muğlak bir hal almıştır.

Fenomenlere aşkın bir çağrı: Edmund Husserl
Cins

İnsanın zihninde oluşturduğu dünyanın soyutla münasebetinin olduğu yerde imge de vardır. Şair izlenimlerini kendi zihninde belli bir form haline getirir ve yeni bir dış dünya tasavvur eder. Bu süreçte şairin yardımına imge yetişir. 1950 sonrası Türk şiirinde acı imgesi trajediye dayalı sızlanışın santimental havasından çıkmış ve siyasal, sosyal, kültürel sıkıntılardan doğan varoluşa dayalı çatışmaların odağı haline gelmiştir. Toplumdaki keskin değişimlerin hızına ayak uyduramayan birey, çatışmalardan beslenir hale gelmiş ve varoluşunun temeline bunalım, sıkıntı, acı gibi kavramları yerleştirmiştir.

Toplumdaki keskin değişimlerin hızına ayak uyduramayan birey, çatışmalardan beslenir hale gelmiş ve varoluşunun temeline bunalım, sıkıntı, acı gibi kavramları yerleştirmiştir.


Turgut Uyar bahsettiğimiz sıkıntıyı temel alan şiirleriyle tanınan şairlerden biridir ve Ben adlı yazısında bu konu hakkında şu cümleleri kaydeder: “Bir sıkıntıyı ısrarla büyüterek, asıl büyük sıkıntıya ısrarla giden, tümün attığı çekirdek”Turgut Uyar bu ifadeleri ‘ben’ine ithaf etmiştir. Uyar’ın kalıplarda şekillenen insanlığa dahil olmaktan haya ettiği açıktır. Gittikçe büyüyen soyut bir çatışmaya bağlanan varoluş, mevcut dünya ile uzlaşamaz ve kendi dinamikleri içinde kendine yer bulur.

Turgut Uyar, bu imgeyi şiir düzleminde de işlemiştir. Acının Tarihi ve Acının Coğrafyası şiirleri bunun temsili olabilir. Bu iki şiir, Turgut Uyar’ın 1974 yılında yayınlanan Toplandılar adlı eseri içinde birbirinin devamı niteliğindeki şiirler olarak karşımıza çıkar. Acının Tarihi’nde özne, şiir seyri boyunca değişken ve huzursuzdur. Maddeden bunalan insanın maddeden sıyrılma isteği, günlük hayatta insanın üzerine boca edilen nesnelerin tarihsel gerçekliğe uygun olarak sıralanmasıyla anlatılır: “ben şimdi diyorum ki bir bak şu alanlara / sokaklara köprülere kiremitsiz damlara / taşlara sopalara amanvermez silahlara / şehir haritasına trafik lambasına kan içinde adamlara” Bu sıralama sonucunda özne, başka bir ‘ben’e susamış vaziyette yalnızlığın kendi üzerindeki kuşatıcılığından yakınır: “ne kadar yalnız olduğumuz hep hatırla / açlıkları toklukları kırımları / -örneğin sensiz olmak ömrümün bir akşamında”Acının Coğrafyası’nda ise nesnelerin kuşatmasından doğan sıkıntı ‘mekan’ üzerinden anlatılmıştır. Bahsettiğimiz sıkıntı bazı yerlerde nesne-mekân kıskacında sıkışmayı doğurmuştur: “kente kapandık kaldık tutanaklarla belli / sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden” Acı kavramı ise bu sıkışma içerisinde daha da vurgulu ve yüksek sesle anlatılmıştır: “kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat / mutsuzluk acıya varana kadar”

  • Toplumdaki keskin değişimlerin hızına ayak uyduramayan birey, çatışmalardan beslenir hale gelmiş ve varoluşunun temeline bunalım, sıkıntı, acı gibi kavramları yerleştirmiştir.

İsmet Özel ise poetik görüşlerini okura sunduğu Şiir Okuma Kılavuzu adlı eserinde Perulu şair- yazar Cesar Vallejo’nun Umuttan Söz Etmek İstiyorum adlı şiirini alıntılamıştır. Mensur şiir niteliği taşıyan bu metin acının evrenselliğini, sadece insan için olmadığı, sebepsizliğini vurgular. Acının karşısında tüm etkenler önemsizdir ve tek gerçek acıdır. Özel’in Poetik görüşlerini yansıttığı bu eserinde salt acı kavramına odaklanan bir metni alıntılaması manidardır.

İsmet Özel

Özel öte yandan Turgut Uyar’ın şiir dünyasını över ve ‘doğrudanlığı’ndan bahseder. Özel’in Acının Omuzlanışı’nı kaleme alması her iki şairin birbirinden etkilendiğinin göstergesidir. Bu şiirde acı kavramı nesnelerin öz olarak kirlenmesinden doğan karanlığa taalluk eder: “Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık / öbür ucunda o kambersiz geçen düğün” İnsanın nesneleşmesi ise şiirde vurgulanan önemli bir noktadır. Bu nesneleşme hadisesi ‘kadın’ üzerinden anlatılır: “Kadını bir gürültüye sapladılar”, “Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler” Bu şiiri farklı kılan önemli bir nokta ise halk kültüründe çocukları korkutmak için “Markıt. Bacadan torbanı sarkıt. Çocukları al git.” gibi tekerlemelere konu olan mitolojik karakter Merküt’ün şiire yerleştirilmesidir. Bu imge “Çocukların düşlerinde bir Markut”, “Markuuuut torbanı sarkıt” gibi mısralarda görülür.

Çocukların korkusunun ve acısının en gerçek korku ve acı olduğunu düşünürsek bu imgenin kullanımı şiiri farklılaştıran etkenler arasındadır.

Bu iki şair acı kavramına sığ bir sızlanışı merkeze alarak bakmamış, bu kavramı temelde varoluş sürecindeki zıtlıkları esas alarak değerlendirmişlerdir. Bu düşünceye örnek olarak verdiğimiz şiirlerinde bazı farklılıklar olmasına rağmen, acıyı ele alış biçimleri çok fazla değişmez. Her iki şair de acıyı, maddenin sıkıntıya ve bunalıma sürüklediği insanın içinde bulunduğu hal olarak şiirlerine yansıtmıştır.