Afrika notları: Acaba bizi ne zaman öldürecekler?

SAİD YAVUZ
Abone Ol

Burada sanki yeni iman etmiş bu gençlerin üzerine ayetler yeniden iniyor. Hadisler sanki dün söylenmiş gibi taptaze. Bir Erkam evi kurulmuş Burkina’da. İslam’ın emirlerini öğrendikçe yaşayan, onun müjdeleri ile sevinen sahabeler gibiler.

BAOBAP

Bugün Baobap ağaçlarını gördüm. Gece görseniz korkarsınız bu ağaçlardan. Bizim çınarların biraz daha yol yordam görmemişleri. Bıçkınları yani. Sanki ta göklerden düşüp toprağa çakılmışlar. Rahmetli Erdem Beyazıt “yaslandım mı çınar gibidir onlar.” der ya Anadolu kadınını anlatırken. Afrikalı biri için bu sözü çevirecekseniz “yaslandın mı baobap gibi” demelisiniz. Baobap Saint Exupery’in Küçük Prens’inden bilenler onu iyi anmazlar. Ama ben onun aksine bizim çınarlar gibi bakıyorum ona. Konuşuyorum onunla. Meyvelerini görmelisiniz. Sanki gelmiş biri çengelli iğne ile tek tek takmış dallarına meyveleri. Hiç ondanmış gibi durmuyorlar. Baobap yalnız ağaçların en güçlülerinden biri. Afrika’nın mazlum insanının en büyük sığınağı. Bazılarının içleri oyuktur, içlerinde dinlenir yerliler. Bazı insanları ağaçlara bakarken görmelisiniz. Sanki onlarla mahalleden arkadaş gibidirler, eskiden beri tanışıyor gibidirler. Babam öyledir, İbrahim Tenekeci de öyledir. Bu nedenle ben bazı ağaçlara onlarla kardeş olanlarla bakmayı çok isterim. Baobap. Daha çok konuşacağız onu.

ŞEHİRDEKİ MÜSLÜMANLAR

Yeni Müslüman olmuş gençlerden biri şehre gelir. Geliş sebebi okumaktır. Bulunduğu köye imam olup yeni Müslüman olanlara dinlerini öğretmek. Bu programı yapanlar ve onu şehre davet edenler onun hidayetine vesile olan vakıf mensuplarıdır. Tedirgindir genç adam. İlk kez şehre gelecektir. İlk kez bina görecektir. Kendilerini davet eden insanlar hakkında kötü şeyler duymuştur. Müslümanlar teröristtir. İnsanların kafalarını keserler. Gerçekten bu insanlar, yani bize her türlü iyiliği yapan ve bizi İslam’a davet eden bu insanlar gerçekte böyle değillerse… Şehre hiç gelmemiş dünya ile bağı, bozuk, cızırtılı bir radyodan ibaret olan insanlara dahi bu propaganda işlemiştir. Sonunda şehre ulaşırlar. Şaşkınlık içinde etrafı izlemektedir. Kendisi gibi değişik köylerden seçilmiş imam adaylarını görür. Onlarla konuşur. Onlar içinde de şüpheleri olanları görür. Binaya girerler. Şimdi üst kata çıkarıp bu adamları öldüreceklerdir. Artık şüpheleri hastalığa dönüşür. Üst katta yerde kırmızı halıyı gördüğünde aklından geçen şudur: Daha önce burada demek ki insanları boğazladılar. Bu halı o yüzden bu renkte. Buraya kadar varır düşünceleri. Ama dakikalar ilerledikçe, günler birbirini kovaladıkça gördüğü şeyler bütün şüphelerini ortadan kaldırır. Müslüman Türklerdir bunlar. Şefkatle merhametle bakarlar ona. Adeta onun gibi olmak istemektedirler. Buna çok şaşırır. Senin gibi olmak derler, çünkü sen annenden doğduğun gibi tertemizsin. Geçmişte yaptıkların senin yaptıkların değil artık. Yeni berrak bir sayfan var derler ona. Oysa bizler hatalarla yüklüyüz. Günler geçtikçe ilk gün düşündüklerinden utanır. Onlardan arınır. Tatillerde köyüne döndüğünde kendisi gibi düşünenlere gerçek Müslümanları ve gerçek Müslümanlığı anlatır. Hiç tedirgin olmayın der onlara. Girdiğiniz bu din daha önce taptığınız putların size veremediğini verecek. Huzuru ve merhametli olmayı. O gençlerle buluştum geçtiğimiz hafta. Gözleri ışıl ışıldı. Yeni Müslüman olup şehre dinini öğrenmeye gelen gençlerden birinin anlattıklarını aktardı oradaki Türk arkadaşım. Bir gün buradaki hocalardan biri derste annesi babası yanında yaşlanıp da cenneti kazanamayanın burnu yerde sürtülsün, hadisini anlatmış. Bu hadisi duyunca ağlamış o genç. O gece hiç uyuyamamış. Çünkü babası ile küs yaşamış iki yıldır. O sabah izin alıp köyüne gitmiş, babasının elini öpüp barışmış, şehre geri dönmüş. Burada sanki yeni iman etmiş bu gençlerin üzerine ayetler yeniden iniyor. Hadisler sanki dün söylenmiş gibi taptaze. Bir Erkam evi kurulmuş Burkina’da. İslam’ın emirlerini öğrendikçe yaşayan, onun müjdeleri ile sevinen sahabeler gibiler. Onların içindeydim. Ama bana parlayan o gözlerle bakanlardan rikkat ateşi sönmüş, közlerinde belli belirsiz kıvılcımlar aradığım kalbimi kaçırdım. Belki birkaç ay önce kurban adadıkları putlara tapıyordu bu gençler. Şimdi hakikati buldular. Ya biz, bizim taptıklarımız. Onları ne kadar arkada bıraktık?

BAMBAŞKALAR

Köyde göğe baktım. Ellerimi uzatsam yıldızları toplayacağım. Az önce burada yüksek sesle kuran okudum. Burada. Belki birkaç ay önce Allah’ın kelamının hiç duyulmadığı bu yerde. O vecd ile okudum. O şevkle. Yeni Müslümanların gözlerimizin içine baktığı, selamımızı almak için kelimeleri aradıkları o köyde müthiş bir sekine bir güvercin asaletiyle pencereye konmuş, gözlerini yummuştu.

OKULDAKİ İLK GÜN

Emir Saint Exupery Okulu’nda 1. Sınıfa başladı. İlk gün annesiyle ikimiz öyle tedirgin, öyle perişanız… İlkokul çocuk için zordur zaten. Bir de dillerini anlamadığı 25 kişi içine gönderiyoruz. Öğretmeni de dahil. Her sabah onu bırakırken yaşadığımız o yabansı duygu, o kimsesizlik… Dünyada aslında böyleyiz. Dünyanın bütün verdiklerine karşı… Buralı değiliz çünkü.

Geçen gün ben götürdüm annesi yoktu. Bıraktım onu içeri. Sanki kafese koyuyorum bir kuşu. Döndü geri geldi. Baba ne yapacağım. Biraz erkendi on dakika kadar. Okul bahçesi çocuk dolu. Oyunu bu kadar sevmesine rağmen döndü geldi. Yüzünde belirli bir tedirginlik. Ürkeklik. O hali ruhumun ıstırap raflarında yerini aldı. Bana baktın oğlum / Gözlerini gördüm senin. Dillerini bilmediğin çocuklar arasında / Bütün telaşları toplamış gibiydin. Şiirdi ama yazılmayanlar denli zor. Okulun adı hayatı ve yazısı ile hep hayranlıkla izlediğimiz küçük prensin hassas ruhlu açık zihinli içindeki çocuğu yaşatmak için yaşayan kahramanı… Saint Exupery… Onu bin bir telaşla içeri salmama, acaba ne yapıyor içerde, nasıl anlaşıyor arkadaşlarıyla sorularıyla geçirdiğim o beş saate rağmen okulun kapısındaki o isim ve küçük prens figürü sanki sakin ol diyor bana… İyi olacak… Biraz sabır… Hayatta o ismi duyduğumda hep olduğu gibi… Güzellik ve iyilik en yücedir…