Ana kokusu ve Atiye’nin şiiri

MUSTAFA ÇİFTCİ
Abone Ol

Atiye’yi nasıl hayat döndürecektik? Psikologlara sorsam onlar profesyonel bir gülümseme ilebir sürü laf ederler ve bana göre büyük dert olan Atiye’nin durumunun oldukça sık rastlananbir durum olduğunu ve çaresinin olduğunu falan söylerlerdi. Hanım psikolog oradan biliyorum.Ama yine biliyorum ki anne eksiliğine yalan dünyanın bir çaresi yok.

Pek sevdiğim bir aile dostumuzun başına ağır bir felaket gelmişti. Evleri yanmış, yangında arkadaşın hanımı ölmüştü. Geride bir kız bir erkek çocuk bırakarak kadıncağız yandı gitti. İki çocuk bir anda ortada kaldılar.

Kitap değil karpuz satsan diyorum
Cins

Hamdolsun arkadaşın maddi durumu iyiydi. Yani he­mence yeni bir ev düzdü. Hatta çocukların gönlü olsun diye arabasını değiştirdi. Ama eşya, ev, araba bunlar çocukları mutlu etmiyormuş anlaşıldı. O kocaman evde İki çocuk yavru ceylan gibi oda oda ana kokusu arıyorlardı. Toparlanmakta çok zorlandılar. Bu arada arka­daşım tekrar evlenmek derdine düştü. Kimi hak verdi kimi çocuklar küçük diye itiraz ettiyse de arkadaşım yıldırım hızıyla bir dul hanım buldu ve evlendi. O kadar hızlı oldu ki her şey. Güney Amerika’da erken kalkıp da ihtilale niyetlenen general kısmı arkadaşın hızını duysaydı pes derler ayağa kalkarlardı. “Esas ihtilal senin yaptığındır bizimki nefis körlemek“derlerdi. Arkadaşım hızla evlendi ama ço­cuklar bu hıza dayanamadılar iki ay içinde ev yanmış, anne gitmiş, eve başka bir kadın “anne” olarak gelmişti. Bu hal çocuklarda farklı tepkiye sebep oldu. Beş yaşındaki Muhsin pek bir şey anlamadı ama on üç yaşındaki Atiye resmen dibe çöktü.

Arkadaşım hızla evlendi ama ço­cuklar bu hıza dayanamadılar iki ay içinde ev yanmış, anne gitmiş, eve başka bir kadın “anne” olarak gelmişti. Bu hal çocuklarda farklı tepkiye sebep oldu.

Atiye’yi nasıl hayata döndürecektik? Psikologlara sorsam onlar profesyonel bir gülümseme ile bir sürü laf ederler ve bana göre büyük dert olan Atiye’nin durumunun oldukça sık rastla­nan bir durum olduğunu ve çaresinin olduğunu falan söylerlerdi. Hanım psikolog oradan biliyorum. Ama yine biliyorum ki anne eksiliğine yalan dünyanın bir çaresi yok.

Atiye’ye bir şey yapmalıydım ama ne olduğunu bilmiyordum. Bir gün televizyonda bir şey gördüm. Programa şöhretli bir adam ve eşi konuktu. Yanlarında da bir tane oğlan çocuğu. Programı sunan kız elinden gelse o çocuğa şehzade muame­lesi çekecek o kadar takla atıyor. Çocuğu bir görsen cücük kadar. Hani gömlek cebinde gezdirsen kim­se yadırgamaz. Neyse çocuğun annesi diyor ki oğlumun besteleri var. Şuna bak el kadar çocuk ne bestesiymiş bu? Ve programcı kız deli oluyor. “Ay öyle mi?” diye çırpı­nıyor ve “Muhakkak din­lemek isterim.” diyerek çocuktan bestesini istiyor. Çocuk gururla söylemeye başlıyor. Söylediği şey; “fın­dılı fıstık sen de oyna” gibi bir şey. Parçada iş yok o yaştaki çocuk ne bestesi yapacak zaten. Ama hem ailesi hem programcı kız nasıl mutlular. Oğlan parçayı bitiriyor papyonunu düzeltip yaslanıyor geriye. Benim kafa o zaman dank etti. Bu cücük kadar oğlanın yeteneği var mı yok mu bilemem ama o çocuğu ayakta tutan, anne babasından gördüğü bu taltiftir. Beğenilmek onu mutlu ediyor. Onu çiçek gibi açtırıyordu. Ve planımı devreye soktum.

Biliyorum ki anne eksiliğine yalan dünyanın bir çaresi yok.

Bizim firmanın reklam desteğiyle çıkan edebiyat dergisindeki çocu­ğu aradım. “Ben sana bir şiir göndereceğim ama benim şiirim değil. Bir kız çocuğumuz var onun şiiri. Siz de bunu yayınlayacaksınız.” dedim. Çocuk, “Ama editörümüzün görmesi ve onay vermesi lazım.” dedi. “Bana bak aslanım seni de editörünü de yerim. Adamı hasta etmeyin bu şiir çıkacak.” dedim. Nasıl sert söylediysem oğlanın gıkı çıkmadı. “Tamam, efendim” diyebildi. “Hah şöyle efendi ol canımı ye.” dedim.

Sonra Atiye’yi aradım. “Kızım” dedim. “…bir şiir lazım bize. Şöyle bahardan, yazdan, çiçekten, kuştan bahseden bir şey.

Ama hemen lazım. Sana iki gün mühlet. Sen zaten sanatçı ruhlusun” dedim. “Bilmem öyle miyim?” dedi. Atiye’nin sesini duymanı isterdim. Ana kokusunu kaybetmiş o yavruya bu kadarcık haber bile serin bir yel oldu. Şaşırdı. Ve Atiye iki günü beklemeden şiiri getirdi. “Tamam“ dedim. “…yayınlanınca dergi sana ge­lecek.” Atiye’yi sevinçten deli eden bu şiir işini Atiye’nin babası benim kalas ar­kadaşım anlamadı tabi. “Derslerine baksa daha iyi olmaz mı ?”dedi. “Bana bak seni şu binanın tepesinden atarım sonra da seyrederim. Be­nim ruhsuz arkadaşım görmüyor musun Atiye tükeniyor?” dedim. Arkadaşım, “ha hı” dedi. Neyse uzatmayalım. Atiye’nin şiiri dergide çıktı. Atiye derginin o sayfasını çerçeveletmiş odasının du­varına asmış. O günden sonra Atiye yanında defter kalem ne görse not alır sonra onları da bana okur oldu. Okuduğu her şiirde “anne” vardı, yemin ediyorum istisnasız her şiirde anne…

  • Atiye anasının arkasından yırtınan serçeler gibi anne uğruna ağıt yakıyor­du. Belki tek tesellim Atiye’nin ağıtı aynı zamanda meşgalesi olmuştu. Şiirle uğraşmak onun yarasına merhem idi…

Dergidekilere durumu anlattım. Benim kızdığım çocuk Atiye’nin hikâyesini duyunca, “Bu dergi gibi bin tane dergi yetim Atiye’nin bir gülüşüne feda olsun” demez mi? Çocuğa sarıldım.

Ağlamak istiyorum sayın seyirciler
Cins

Ağlaştık bir zaman. Son söz, biz sadece bir do­kunuşla Atiye’nin kelebek kanatlarını havalandırdık. Psikologlara ve benim dombili arkadaşıma duyurulur.