Ana kucağına ait bir anının olmaması hüznü

AHMET SARI
Abone Ol

Ana kucağı, zayıflığı da imler. İnsan gibi uzun süre ana kucağına muhtaç bir canlı olma hâli; zayıflığın, melek olamamanın, ivedi ana kucağından ayrılan canlılar kadar gökyüzünden nasibini alamamanın remzidir.

Rilke’ye göre “hayvan bakışı” ile bakan yaşlıların durumu oldukça trajiktir.

Kucağa ihtiyacı olan varlıkların zayıf ve ölümlü olduğu tezi, Rilke’nin Duino Ağıtları’nda yer alan sekizinci ağıttan sonra yeniden bir düşünülmeyi hak ediyor. Ölüm bilincine sahip insanın karşısına, bu bilinçten uzak hayvan konulduktan sonra; hayvanın ölümü idrak edemeyen bilincinin ölüm hürlüğü taşıdığı noktası, korkunç bir bilgidir. Ötelere açıklık ve gökyüzü insanın üzerinde durduğu sürece; açıklığa ve gökyüzüne onun açıklık ve gökyüzü olduğu bilinciyle bakan insanoğlu, oradan ötelere açılan kapıların derinliğini ve mahiyetini düşündüğü sürece, kendi ölümüne bakışının anlamı ve rengi değişecektir.

Ana kucağına ait bir anının olmaması hüznünün tanrı kuşlarında daha ziyade olduğunu düşünüyorum. Göğün kendisi, bir ana kucağı olur mu?

Çocukken boşluğa bırakılan, boşluğa yaslandırılarak salınan çocuğun bakışı, yaşlıyken ölümü yaklaştığından, ölümü göremediğinden göğe garip garip bakan insanoğlunun bakışı… Rilke’ye göre “hayvan bakışı” ile bakan yaşlıların durumu oldukça trajiktir. Bilincin yükü, acı bilgidir. Kucağa ihtiyacı olan varlıkların zayıf olduğu; memelilerin, memeli hayvanların ölümü bilmedikleri ama varlıklarını hatırlayabildikleri ana kucağının sıcaklığını hatırladıkları ve bunu asla unutmadıkları dillendirilir. Memeli olmayan hayvanlar, -sivrisinek ya da kuş bu anılara sahip değillerdir. Yumurtadan çıkan kuşun ana kucağı eksikliğinden göğü bir kucak olarak kabul ettiği de düşünülebilir. Kim ki canlı olarak ana kucağı görmemişse sanki gökyüzünden payı vardır.

Her maktul katilinin yüzünü kendi yüzünde gösterir
Cins

Kanatlılardan, meleklerden kuşlara kadar görülen ve görünmeyen âleme kadar tüm canlılar ana kucağına indirgendiğinde, gökyüzünden kendilerine düşen evleği, o manevi hakkı yitirirler. Yarasanın kanatları vardır ve sırf memeli olduğu için kendisine gökyüzünden, gökyüzünün o saf sütünden içme payı azaltılmıştır. Memeli olduğundan gökyüzünden yeteri kadar faydalanamaz. Geceleyin karanlıkta avlanmaya çıkar ve gökyüzü tarafından ana kucağı hâliyle kucaklanmaz. Rilke için ana kucağına sahip olamama özelliği, uçma yeteneği ya da kanatlı olma yeteneği elde etmek için bir girizgâhtır. Ana kucağı, zayıflığı da imler. İnsan gibi uzun süre ana kucağına muhtaç bir canlı olma hâli; zayıflığın, melek olamamanın, ivedi ana kucağından ayrılan canlılar kadar gökyüzünden nasibini alamamanın remzidir.

Göğün kendisi, bir ana kucağı olur mu? Ana kucağı olarak göğe yaslanılabilir mi? Kuşlar bunu hep böyle yaparlar.

Bu, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarında sıklıkla bahsettiği “ekmek yiyen insanlardan korkulmamalı” düsturunu da beraberinde getirir. Ekmek yiyen insan, ölümsüz olamaz. Birisi ekmek yiyorsa ondan korkmaya hacet yoktur. Hz. Hamza’nın (as) “Gözümün gördüğü şeyden korkmam.” söylemi de buna yakın bir söylem olarak durmaktadır. Gözün görmediği “gayb” olan şeylerden korkulur, ama vücut bulmuş ve görünür olan şeylerden korkmaya gerek yoktur Hz. Hamza (as) söylemince. Çünkü onlar ölümlüdür.

"Kırlardaki zambakları kim sağaltır?"
Cins

Ana kucağına ait bir anının olmaması hüznünün kuşlarda fazlasıyla olduğunu dillendirdik. Peter Sloterdijk “Dünyaya Gelmek-Dile Gelmek” adlı Frankfurt Poetik Okumaları’nda, tanrı kuşlarından söz eder. Tanrı kuşları ebabil kuşları gibi yeryüzüne konmaya, yere adım atmaya dayalı bir vücut yapısına sahip olmadıkları için hep gökyüzünde uçmak durumundadırlar.

Balinanın denizde ebatı nedeniyle hiç konuşlanamaması, yorulduğunda bile bir yerlerde duramaması durumu gibi

Balina, suda durursa yeniden hareket etme imkânı bulamayacağı için bu, onun ölümü olur.
  • Ömrü boyunca yaşamaktan yorgun olsa bile hareket eder daima. Uykusunu hareket halinde gerçekleştirir.

Tanrı kuşları da öyle.

Tanrı kuşları ömürleri süresince ne yapar?

Memeli olmadıkları, bir rahme sahip olmadıkları için gökyüzünün kendisini bir rahim olarak kullanırlar. Öyle yükseğe çıkarlar ki yumurtlama zamanlarında insanın aklı almaz bu yüksekliği. O yükseklikte yumurtlarlar. Yumurtanın gökyüzünde o sınırsız yükseklikten düşme hızı, yumurtanın ısınması ve kuluçka süresini oluşturur. İlginç olan, anne tanrı kuşu yumurtlamayı ve yumurtanın düşeceği yüksekliği çok iyi ayarlamalıdır. Yumurta gökyüzünden düşerken, düşmenin ısısıyla kuluçka gerçekleşecek ve yavru tanrı kuşu yumurtada şekil bulacak, yere çakılmadan da yumurtadan çıkmak zorunda kalacaktır. Yükseklik iyi ayarlanmazsa, düşüş çabuk gerçekleşirse, mesafe iyi kotarılamazsa yavru tanrı kuşu, yumurtadan çıkamadan yere çakılacaktır.

Rilke için ana kucağına sahip olamama özelliği, uçma yeteneği ya da kanatlı olma yeteneği elde etmek için bir girizgâhtır.

Ana kucağına ait bir anının olmaması hüznünün tanrı kuşlarında daha ziyade olduğunu düşünüyorum. Göğün kendisi, bir ana kucağı olur mu? Ana kucağı olarak göğe yaslanılabilir mi? Kuşlar bunu hep böyle yaparlar. Yumurtanın ince zarından çıkmış kuş, göğün çatısında başka bir kabuğu ömrü boyunca kanatlarıyla arar durur mu? Kırmak ve kurtulmak için mi? Yeniden doğmak ve bir ana kucağı aramak için mi? Kim bilebilir?