Babalar, oğullar, meczuplar, vesveseler ve mükemmel hatalar

RIDVAN TULUM
Abone Ol

Necad İbrişimoviç, Uğursuz adlı romanında, bir kalabalığın ilk yumruğu yedikleri andan itibaren yumruğu yiyenlerin hepsine kuşkuyla yaklaşmalarını, bir aileyi dağıtan ve giderek çelikten zırhı kalınlaşan vesvesenin onların etrafını sarmasını Samuel Beckett benzeri bir üslupla anlatıyor.

Şüphe; her yerde bulunan, kolaylıkla temin edilen, en az iki insanın bir araya gelişinin hemen ertesinde paraşütle zihnimize iniş yapan, misafir olarak geldiği aklımızda bir süre konakladıktan sonra bizi kendi misafiri kılan, belirsiz olan her şeyi vatan bilen düşüncenin adı desek gayet yerinde bir tanım yapmış olabiliriz. Peki, nerenin şüphesi meşhurdur, o hangi ortamlarda daha verimli olur ve boylanır?

Onun gözleri kapalı bir şekilde bulabildiği, bir mihmandara ihtiyaç duymadan, herhangi bir konum atılmasına gerek olmadan kapısında bitebildiği yer kalabalık ailelerdir. Ailelerdeki bireylerin, çocukların, çalışanların ama en çok babalarına endişeyle bakan oğulların ve yine bir daha en çok babası öldükten sonra yüz yüze gelen bey oğullarının şüphesi, ilk kötü anda geri çekilmeye başlayan, geri çekilirken de geride kalan her şeyi yakanların şüphesi; görülmüş şüphelerin en yetişkinidir.

Uğursuz, adından anlaşılacağı üzere her şeyin kötü gideceğini ön kabul olarak cebinde taşıyan bir aile üzerinden dönemin sosyolojik anlatısı.

Necad İbrişimoviç’in Uğursuz adlı romanı, on dokuzuncu yüzyıl Bosna’sında yozlaşmış bir bey ailesinin durumunu, kendi aralarında düştükleri çatışmayı ve iktidar mücadelesini görülmüş şüphelerin en yetişkini etrafında konu ediniyor. Bir kalabalığın hepsinin ilk yumruğu yedikleri andan itibaren yumruğu yiyenlerin hepsine kuşkuyla yaklaşmalarını, bir aileyi dağıtan ve giderek çelikten zırhı kalınlaşan vesvesenin onların etrafını sarmasını, herkes ona köpek gibi davrandığı için köpek taklidi yapan köle ve yarı meczup Muzaffer’in ağzından ve onun tanıklığını başucunda tutarak Samuel Beckett benzeri bir üslupla anlatıyor.

Muzaffer’in romanın başında sorduğu soru aslında çok basit ama her basit soru bir karmaşanın ortasında bulmalıdır kendini diyor bu romanda İbrişimoviç, hele de bu soru “ben kimim ve beni neden aralarında tutuyorlar” ise. “Evet, ben Muzaffer; pislik bir köleyim. Çevre dağlardaki insanlar beni köpek adam olarak bilirler, çünkü efendim ava çıktığında ona mükemmel koku alma duyum ve dur durak bilmez zıplamalarımla hizmet ederim. Dünyanın ışıklar içinde nasıl yandığını seyrediyorum.”

  • Yine de bütün roman bir şüpheden ibaret değil, bazen şüphe bir kuleden olan biteni izliyor, bazen yürüyor, bazen konuşuyor, bazen sadece susuyor, evet, şüphe de susar, çünkü İbrişimoviç’in inşa ettiği şüphe her şeyin aynı yerinde durmasının kabullenilmişliğiyle başlıyor. Yani bir suskunluk olarak.

“Kapı çok eskiden kapanmış gibi susuyordu ama öyle değildi.” İnsan, bir kere her şeyin kötü gideceğine inanmaya başladıysa artık umut denen köy haritadan silinmiştir. Yine de o köyün yok oluşu gerekli şartlar sağlandığında, ön kabuller ve şüpheler kırılmaya başladığında haritadaki yerini alabilir. Uğursuz, adından anlaşılacağı üzere her şeyin kötü gideceğini ön kabul olarak cebinde taşıyan bir aile üzerinden dönemin sosyolojik anlatısı. Dönemin Bosna’sına dair önemli referanslarından biri. Bütün ön kabullerine, umutsuzluğuna ve arayışına rağmen… Uğursuz, yıkıma değil, kuruluşa giden bir roman.

Toprak adımlardan, ölümden, üzüntülerden, günahlardan, iç çekişlerinden, her türlü kırılmalardan bıkarmış. Herdekovats’ı derinden çapalamak ve dokunmadan yıllarca bırakmak gerektiğini, insanların etrafından dolaşmaları gerektiğini söylüyorlar.

“Uğursuz, Boşnak kimlik mücadelesinin poetik ve yürekten anlatan bir roman olduğu için böylesine kabul gördü.”

Aileler üzerinden kendi dönemlerinin şartlarını anlatan iki kitaptan da söz açmanın tam sırası, Necip Mahfuz’un Ezilenler’i ve Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ından bahsediyorum. Yine de Uğursuz’u muadili olarak gördüğüm bu kitaplardan kesin çizgilerle ayıran şeyler olduğunu söylemeliyim, bunlardan birkaçı ise; zaman geçişinin Uğursuz’da ön planda olmaması, anlatıcının bir roman kahramanı olması ve karakterlerin değişimin tek bir olaya bağlanma yerine birçok olayın sonucu olarak gösterilmesi olabilir.

Bir de bu iki kitapta hikâye kuruluşla başlayıp ardından yıkıma doğru giderken, Uğursuz’da yıkımın ardından bir kuruluş inşa ediliyor. Yıkımdan kuruluşa giden bir anlatı olduğu için roman içindeki bütün endişeye rağmen Boşnak kimlik mücadelesinin önemli referanslarından biri olduğunu belirtmekte fayda var. Zaten Necad İbrişimoviç de Ayhan Demir’e verdiği röportajda bu minvalde konuşmuş ve söyle demişti: “Uğursuz, Boşnak kimlik mücadelesinin poetik ve yürekten anlatan bir roman olduğu için böylesine kabul gördü.”

Sevmek de yorulur mu hocam? Sevgi yorulmaz, seven yorulur...
Cins

Görünenin olanın dışında, arayışın şimdi dediğimiz zaman dilimin içinde, endişenin her şeyi yıkıma götüren bir eylemin adı olduğunu söyleyen, ilk endişede dağılmaklara gebe olduğumuzu belirten yine de elini omzumuza koymaktan ve “her şey bir kuruluşla yenilenir” demekten çekinmeyen Uğursuz, Ketebe Yayınları tarafından okuyucuyla buluştu. Evet, bu okunması mesai isteyen romanda İbrişimoviç’in sorduğu soruyla bitirelim yazıyı: “Delilikten yorulmak gerçekten mümkün mü?”