Bağcılar'dan mezun olmak

SAMED KARATAŞ
Abone Ol

Bağcılar'dan mezun oldum. Birçok şeyi geride bırakarak. Suriyelileri, Pakileri, bitimsiz Erzurum halaylarını, Altay dağları silsilesi gibi dizilmiş Kazakların oturduğu Altay isimli sokakları, Eski binaların yüzündeki "Mülk Allah'ındır" yazılarını, yapılacak çeyizlerin kızların yüzüne bıraktığı enerjiyi, hayalleri sigara gibi söndüren cüzdanları. Geride. Böyle.

Niye olmasın ki? Bu yalan İstanbul'un hakiki okulları gibi duruyor semtler. Her semtin kendine has dikkatleri, kelimeleri, raconları ve usulleri var. Tabii şimdi racon ve usul deyince nostalji hastalarının eski İstanbul güzellemeleri altında boğulmak da istemiyorum. Bugünün İstanbul'unu yalan eden şey, nostaljiden ayrı düşmesi vs. değil, iktisadi uçurumlar ve temel insani yaşam kalitesidir.

Bağcılar. Yani biz Bağcılar diye biliyoruz. Osmanlı'dan günümüze çok belirgin olmasa da kendine has "çıtırdan" bir tarihi de var Bağcılar'ın. Osmanlı döneminde elbette çiftlik ve köy hüviyetinde bir mekân olarak okuyoruz Bağcılar'ı. Hatta bu ilginç bir şekilde 90'lı yıllara kadar da devam ediyor. Günümüz Bağcılar'ı, Osmanlı döneminde Yahudi Bergos (Yahudi Burgaz), Cuhûd Bergos (Cuhûd Burgaz) ve Çıfıtburgaz olarak anılıyor. Yahudilerin yaşadığı bir bölge yani. Daha sonra seneler içerisinde, iskân ve göç hareketleriyle nüfus Müslümanlar lehine gelişiyor. 1920'li yıllarda Balkan muhacirlerinin önemli bir kısmı Bağcılar'a yerleştiriliyor. Cumhuriyet sonrası da aslında kaderi hep dışardan gelenin yerleştiği bir mekân olarak kalıyor. Erzurum'dan gelen Bağcılar'a geliyor, Ordu'dan, Kastamonu'dan, Diyarbakır'dan... Sadece Anadolu içinden değil, Orta doğu, Kafkasya ve Orta Asya coğrafyası bazında da bu böyle oldu.

Bağcılar / Güneşli bölgesinde Kazakların yaşadığı bir Kazak mahallesi var. Yer yer bölük pörçük Gürcüler, son dönemde Suriyeliler ki onların da Şam'dan gelenleri değil, Halep, İdlip, Afrin gibi bölgelerinden gelenlerinin yaşadığı mahalleler... Pakistan, Afganistan, Azerbaycan ve ticari sebeplerle gelen İranlılar. Bağcılar'da yaşamayan, internet veya gündelik sohbetlerden tanıyan insanlar, Bağcılar'da sürekli kan gövdeyi götürüyormuş gibi düşünüyor. Çeşitli adli olaylar yaşansa da bu olaylar İstanbul ortalamasında gerçekleşen olaylar. Ayrıca bu olayların fazlalığı veya azlığını değerlendirirken, Bağcılar'ın nüfusunu da düşünerek yorum yapmak gerekiyor.

Türkiye ile ilgili yapılan olumlu (olumsuzlar da tabii) yorumların çoğu aslında ilçe çapında düşünüldüğünde Bağcılar gibi semtlerin çabalarıyla çıkıyor. Mesela bahsettiğimiz ve övündüğümüz bir arada yaşama kültürünü en güçlü Bağcılar'da görebiliriz. İktisadi açıdan daha yüksek gelir gruplarının bulunduğu ilçelerde insanlar bir tür tekilliğe sığınarak bir arada yaşama kültürünü devam ettiriyor. Bağcılar (Esenler, Sultangazi.) ise bu konuda istisna olarak görülebilecek bir ilçe. Çünkü Anadolu insanından tutun da Kazakistan'a kadar giden yerel kültürlerin hepsi, kendi karakterini yitirmeden, bir arada yaşıyor Bağcılar'da. Bir sokakta felafelci, bir sokakta Pakistanlılardan gelen köri kokusu, bir tarafta Erzurumluların sonsuz halayları, Kazakların atsız koşturmaları...

Yine örneğin Türkiye'ye gelen mülteci ve muhacirlerin Türkiye'ye adaptasyonu da Bağcılar üzerinden gerçekleşiyor. Pakistanlı, Kazakistanlı, Suriyeli... Hepsi Türk kültürünü Bağcılar'da öğreniyor. Öğrenme sürecindeki bütün çatlakları, yükleri ve sıkıntıları Bağcılar sessiz bir şekilde çözüyor. Diğer semtler bu kadar sabırlı ve öğretici olabilir mi bilmiyorum. Kendi kültürümüzde övdüğümüz diğer yerellikleri yine ancak Bağcılar'da görebiliyoruz. Boş arsalarda yün eğiren Kürtler, tarhana seren Çankırılılar, sabah akşam kışa hazırlık yapan, birbirlerini akraba gibi kabul etmiş komşular. Kavgayla, barışla, ikramla, sohbetle devam eden hayatlar... Geceleri yüksek sesle arabesk müzik açıp sokaklarda gezen aşıklar. Düşüncesizce; hastaya, ölüye, uyumayan bebeğe saygı duymadan gezen aşıklar. Tam da aşık bir adama yakışan bir şekilde. Tedbirsiz. Yani bir arzu, aşk, keder, umut ne arıyorsak Bağcılar'ın sokaklarında bol bol bulunuyor. Bunları neden söylüyorum? Bir ülkeyi ayakta tutacak soyut altyapının varlığını, nefes alıp verdiğini, bunun yönlendirilmesi gerektiğine işaret etmek maksadıyla yazıyorum. Yönlendirecek birileri kaldıysa kıyıda köşede. Makam ziyaretlerinden kalan vakitlerde.

Bağcılar'dan mezun oldum. Birçok şeyi geride bırakarak. Suriyelileri, Pakileri, bitimsiz Erzurum halaylarını, Altay dağları silsilesi gibi dizilmiş Kazakların oturduğu Altay isimli sokakları, Eski binaların yüzündeki "Mülk Allah'ındır" yazılarını, yapılacak çeyizlerin kızların yüzüne bıraktığı enerjiyi, Hayalleri sigara gibi söndüren cüzdanları. Geride. Böyle. Yeni taşındığım yerde kediyle köpek bile kavga etmiyor. Konfeksiyon çıkışları yok. Sonsuz Erzurum halayları... Gerçeğin olmadığı bir yer gibi. Bunlardan memnun muyum? Hem de çok. Vatani görevimi yapmış gibi de hissediyorum bir yandan elbette. Ama gerçeği geride bırakmanın insana verdiği aptallığa da talip olmuşumdur belki.