Bazen birinin gelip "yapabilirsin" demesine ihtiyacımız var

BETÜL DURDU
Abone Ol

Hani derler ya köye bir öğretmen gelir, herkesin hayatını değiştirir. Böyle bir durumdu Balıkesir’de yaşananlar. Nuri Hoca yerinde duramayan biri, sürekli yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor. Maddi yetersizlikleri dikkate almadan elde ne varsa onunla üretmeyi deniyor. Bu hepimizin yapması gereken aslında. Ağlamadan sızlamadan, neyin güzel olduğunu söylüyorsak, neyin iyi olduğunu söylüyorsak onu yapmak için mücadele etmeliyiz.

  • Ahşap Müzik Atölyesi, Balıkesir’de civar köyler ve kasabalardan Kepsut 125. Yıl Yatılı Bölge Ortaokulu’na gelen öğrencilerin kâğıt bardaklarla başlayıp “Hayatın Ritmini Yakala” grubu olarak 2016’da bir televizyon kanalındaki yetenek yarışmasına katılarak şampiyon olmalarının yer yer neşeli, yer yer dokunaklı hikâyesini anlatıyor. Müzik öğretmeni Nuri Dağdelen’in insanüstü çabaları sayesinde, Anadolu’nun içinde saklığı cevherin sınırsızlığına bir kez daha inanıyoruz. Her şeye rağmen müzik yapabilmenin imkânından bizi haberdar eden belgeselin yönetmeni Emrullah Erbay ile hikâyenin orta çıkış sürecini, dert edindiği meseleleri ve bu meseleleri aktarım biçimlerini konuştuk.

Nuri Hoca ile nasıl karşılaştınız? Nuri Hoca ve öğrencilerinin hikâyesini belgesel yapma fikri nasıl oluştu? Proje fikirden gerçeğe dönüşürken nasıl bir süreç izlendi?

2015 yılında Kalkınma Ajansı’nın destek verdiği projeleri çekmek için Balıkesir’deydik. Röportajda Nuri Hoca’nın anlattıkları yaptıkları çok hoşuma gitti. Dedim bir yazıp göndereyim Kültür Bakanlığı’na belki destek çıkar. Nuri Hoca’ya da söyledim, eğer destek çıkarsa bir süre beraberiz diye. O da çok mutlu oldu. Destek çıkacağına pek inancım yoktu, hatta o kadar unutmuşum ki, Ankara sabit numaralı bir telefon geldi aylar sonra, dedim kesin yine bir borç işidir açmayayım sonra neyse dedim açayım. Dediler belgesel projenize destek çıkmış ama evrakta eksik var falan, hatırlayamadım, hangi proje diye sordum, “Ahşap Müzik Atölyesi” denilince ancak o vakit hatırlayabildim. Sonrasında kendi şirketimizi kurma zamanının geldiğini düşündük. Ardından Faruk (Ulusoy)’la beraber reklam ve sinema işlerini beraber ilerlettiğimiz Kontra Film şirketini kurduk. Kontra Film’le beraber işler profesyonelleşmeye başladı.

Grubun hem ismi, hem temel motivasyon kaynağı “Hayatın Ritmini Yakala” ifadesinden geliyor. Peki, belgeselin adı neden Ahşap Müzik Atölyesi?

Hayatın Ritmini Yakala ismi Nuri Hoca’nın ve öğrencilerinin koyduğu isimdi. Eğer belgeselin ismini bu şekilde devam ettirseydik, o isme göre, onların baktığı yerden ve onların enerjisiyle yaklaşmak gerekirdi olaya bence; ama ben o taraftan bakabileceğimi düşünmedim. Benim gözümde oluşan resim “Ahşap Müzik Atölyesi”, dışarıdan en sade gözüken yer. Projeye isim koyarken de fazla düşünmedim, aklıma ilk geleni yazdım. Bu özensizlik değil aslında, belgesel sürecinde de kamera hep buradan hikâyeyi izledi, ilk gördüğümüz yerden.

Ahşap Müzik Atölyesi nasıl şekillendi? Anlatının çerçevesini nasıl belirlediniz? Çekimler için Balıkesir’e giderken sizi neyin beklediğinden emin miydiniz? Olaylara yaklaşımınız nasıl oldu?

Daha önce TV belgesellerinde yönetmen ve kurgucu olarak çalışmıştım ama onlar çok standart işlerdi. Benim de zaten 21 yaşındayken ilk çalıştığım şirketti. Sonrasında çeşitli işlerde çalıştım. Bu projeye destek çıkınca bayağı düşündüm, ne yapabiliriz diye. O dönem Mahmut Fazıl (Coşkun)’un yanında bir montaj yapıyorduk, ona da danışmıştım. O da Pelin Esmer’in Oyun (2005) belgeselini önermişti. O belgeseli izledikten sonra dedim ki gidelim çekelim. Ne yapıyorlarsa onu çekelim. Bu karakterime daha uygun geldi. Kurmaca bir sahne neredeyse hiç yok diyebiliriz. Çocuğun inekleri götürdüğü sahne var mesela, o götürecek diye bekletmişlerdi. Gelince hızlıca götürdü falan. Bu sahneler gerçekte olanın tekrarı da olabilir, bu çok büyük bir fark değil. O sebeple biçim, beklenti oluşturmamak üzerine kurulu diyebiliriz. Burada dikkat ettiğimiz şey şuydu; sürekli Nuri Hoca’yla telefonda konuşuyorduk önemli anlarda Balıkesir’e gidiyorduk. Bu anlarda orada bulunmak hikâyenin devam ettiği süre içinde, etkileşimin daha yoğun olduğu anları çekmemizi sağlıyordu.

Belgeselde kamera Nuri Hoca ve öğrencilerinin yaşadığı sürece müdahil olmak yerinde sürekli onları takip eden bir gölge rolüne bürünüyor. Böyle bir anlatım dilini tercih etmenizdeki sebep neydi?

Bir kurum için film üretmediğiniz, bir yerlerde işe yaraması için biçim düşünmediğiniz zamanlarda, kendi olduğunuz yerden bakmaya çalışıyorsunuz. Balıkesir’e belgesel çekmeye gitmeseydim ve sadece onların yanında gezen biri olarak gitseydim – bir misafir olarak – yine aynı yerden onları izler yine aynı cümleleri kurardım. Belgesel çekerken de onların yanında bir misafir gibi gezdik aslında. Hatta bu tavır başlarda onların kafasını karıştırdı. Üçüncü kez Balıkesir’e çekimlere gittiğimizde akşam Nuri Hoca’yla oturduk. Bize “Siz ne yapıyorsunuz? ” dedi. Kim olduğumuzu, amacımızın ne olduğunu anlayamamışlardı. Uzun uzun sohbet ettik, hayattaki beklentilerimizi işlerimizi, okullarımızı anlattık. İlk kez o zaman bizi tanıdığını söyledi. Çünkü kafalarında film çekimi için hayal ettikleri şey bunun çok dışındaydı. Bizden direktifler bekliyorlardı. Ama biz sadece onlara eşlik ediyorduk. Ve onlar yerine biz soruyorduk, bugün ne yapacaksınız diye. Bu tercihi açıklarken “gerçekliği bozmamak” gibi havalı cümlelerde söylenebilir belki, ama benim gerçeklik kaygım falan da yok, ortada akan bir süreç vardı, ilerliyordu zaten. Bir yandan “Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasına diğer yandan güzel sanatlar lisesi için genel yetenek sınavına hazırlanıyorlardı. Yazın sokak müziği yaparak para kazanıp, o parayla geziyorlardı. Bu kadar çok hareket varken bizim hareket oluşturmamıza gerek kalmıyordu. Bu sebeple de olduğumuz yerden takip etmek daha iyi hissettirdi. Bu tarz akan ve ilerleyen hikâyeler insanın hayatında çok da denk gelecek şeyler değil. Eğer böyle akan bir hikâye olmasaydı, dışarıdan durumlar oluşturarak onların bu durumlar içerisindeki tepkilerini belgesele aktarmayı denerdik. Ancak bu hikâyede böyle bir duruma gerek kalmadı.

Nuri Hoca’nın idealizmi başka hayatlara dokunmak ve anlam katmak açısından önemli bir örnek. Ayrıca blok flütle birkaç melodi çalabilmekten ibaret olan müzik derslerini de tüm imkânsızlıklara rağmen başka bir boyuta taşıyor. Siz onun bu mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hani derler ya köye bir öğretmen gelir, herkesin hayatını değiştirir. Böyle bir durumdu Balıkesir’de yaşananlar. Nuri Hoca yerinde duramayan biri, sürekli yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor. Maddi yetersizlikleri dikkate almadan elde ne varsa onunla üretmeyi deniyor. Bu hepimizin yapması gereken aslında. Ağlamadan sızlamadan, neyin güzel olduğunu söylüyorsak neyin iyi olduğunu söylüyorsak onu yapmak için mücadele etmeliyiz. Balıkesir’de Nuri Hoca’nın arzusunu, çocukların saygı ve özverilerini görmek bizi de hayata karşı motive ediyordu. Orada derin bir nefes alıp öyle geliyorduk İstanbul’a. Nerede olursa olsun, karşınızda bir şeyler öğrenmek isteyen meraklı gözler varsa, onlara bakarak motive olmak ve onlarla zaman harcamak tüm şartların ötesinde bir mücadele olmalı. Herhalde bu, hepimizi kapsayan “iyi”nin hikâyesi.

Nuri Hoca taşrada yitip gidebilecek pek çok yetenekli çocuğun hem kendini hem de dış dünyayı keşfetmesine vesile oluyor. Belgeselde yer alan öğrencilerin hepsi şimdi güzel sanatlar lisesindeler ve belki de ileride önemli müzisyenler olacaklar. Ayrıca yeni öğrenciler de yetişmeye devam ediyor. Bu çabanın kelebek etkisine dönüşerek bir şeyleri değiştirmesi sizce ne kadar mümkün? “Ahşap Müzik Atölyesi”nin bu noktada rolü ne sizce?

“Ahşap Müzik Atölyesi” olarak bizim belgeseli kastediyorsak; bu belgesel izleyen kişilerde üretmek için ufak da olsa bir arzu, bir heyecan oluşturabiliyorsa biz kendi açımızdan en iyi filmi yapmışız demektir. Bunun ötesinde de yitip gidecek insanlar her yerde var, taşrada veya şehirde olması hiçbir şeyi fark ettirmiyor. Hepimiz bildiklerimizi aktarmak için istekli ve yeni bir şeyler öğrenmek için mücadele etmek zorundayız. Bu mücadele, bir milletin bence olması gereken en önemli değeridir. Belgesel çekerken çocuklarla da çok vakit geçirdik, hepsine sorduk, ileride ne olmak istiyorsunuz diye. Çoğu öğrenci Nuri Hoca gibi olmak istiyordu. Nuri Hoca gerçekten güzel şeyler olsun diye mücadele ediyor. Şu anda da bir sürü yeni öğrenciyle çok güzel işler yapıyor. Türkiye’yi geziyor, doğuda batıda farklı okullarla beraber konserler veriyor. Bunun yanında çocukların fikirleri her zaman değişebilir. Güzel sanatlar lisesine gidip ayrılan da oldu. Benim gördüğüm Nuri Hoca’nın çocuklara verdiği en önemli katkı özgüven oluyor. Gruptaki çocuklar özgüven dolular ve çalıştıkları zaman çok güzel şeyler başarabileceklerini ve değer göreceklerini hissetmişler. Bu özgüven onların Nuri hocaya küsmesine de sebep olabiliyor zamanla, ama yine de kazandıkları özgüven -eğer kaybetmezlerse- onlara hayat boyu çok büyük bir miras olarak kalacaktır.

Müziğin de etkisiyle olsa gerek belgesel sürekli neşeli bir ritimde seyrederken tercih edilen hüzünlü sonla her şeyi tersine çeviriyorsunuz. Böyle bir sonu tercih etmenizdeki sebep neydi?

Aslında bu sonu belgeseldeki tüm kişiler beraber tercih etti. Filmin sonundaki olay biz çekimleri tamamladıktan yaklaşık bir yıl sonra gerçekleşti. O zamanlarda yaşanan sıkıntıları Nuri Hoca’yla konuşuyorduk. O kadar ilginçtir ki bir şey anlatacağım şimdi size, bu durum belgeselde de yok. “Yetenek Sizsiniz”in finalinde, Nuri Hoca teşekkür konuşmasını yapamadan yayını hızlıca bitirdiler. Bu durum öyle bir tepki aldı ki Balıkesir’de Nuri Hoca yaklaşık 5 ay sadece bu durumun olumsuzluklarını gidermek için mücadele etti. O kadar mutsuzdu ki keşke kazanmasaydık diyordu bana telefonda. Biz de çok üzüldük, sonra para meseleleri başladı ardından. Belgeselin sonuna eklediğimiz kısım noter huzurunda yapılmış bir konuşmaydı ve görüntüsü de Nuri Hoca tarafından çekilmişti. Bir müddet belgesele ekleyip eklememeyi düşündüm. İç muhasebemdi o benim, sonunda eklemeyi uygun gördüm. Çünkü hikâye bu şekilde tamamlanıyordu. Anlatmaktan utandığım bir şey olsaydı ekleyemezdim muhtemelen.

Modern hayat çıkar ilişkilerini devreye sokarak “amatör ruh” dediğimiz şeyi her geçen gün biraz daha ölüme sürüklüyor sanırım. Nuri Hoca ve öğrencileri de oldukça amatör bir çabayla yola çıkıyorlar fakat söz konusu para olunca ilişkiler geriliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durumun gerçekleşmeyeceği hiçbir yer yok sanırım etrafımızda. Bu bizim hikâyemiz. Hiçbir yere kimseye suçu atmamıza gerek yok. Biz böyleyiz, etrafımızda her zaman gerçekleşiyor. Belki de en çok gerçekleşen yer sinema dünyasıdır. Ya da orayı daha fazla gördüğüm için böyle düşünüyor olabilirim. İnsanlar akıllarını kenara bırakıp konuşmaya başlayınca cümlelerin sonu gelmiyor. Makul olmak gerek diye düşünüyorum. Açıkça konuşmak ve konuşulanın ardından art niyet aramadan dinlemek. Bunu kendim bile hayata geçirebildiğimi düşünmüyorum o yüzden şaşırmıyorum da. Her yerde her zaman olması gereken oluyor.

Belgeselin Türkiye galası Boğaziçi Üniversitesi’nde, Sinebu’da yapıldı. Seyirciden nasıl tepkiler aldınız?

Belgeseli tanımadığımız kişilerle ilk kez bir salonda izledik ve salonun büyüsünün ne olduğunu orada anlamış olduk. Çok değerli yorumlar yapıldı. Benim bu galadan arzum insanların belgeselden ne hissettiğini görebilmekti. Çoğu sinema profesyonelinin eleştirdiği şeyler salondaki kişiler tarafından takdir gördü. Bu o kadar güzel bir motivasyon ki savunduğumuz uyguladığımız biçimin karşılığının olduğunu gösterdi. Bunun yanında doğum günüme denk gelen ilk gösterimin, ayrıldığım üniversitede gerçekleşmesi benim için hayatın ufak bir ironisi gibiydi.

Son olarak festival süreci nasıl gidiyor? Galayı kaçıranlar başka bir yerde izleme fırsatı bulabilecekler mi?

Festival sürecine biraz küsmüş durumdaydık aslında ama galadan sonra gelen tepkiler bizi tekrardan motive etti. Bu ay itibariyle festivallere göndermeye başlayacağız. Festivallerde olmasa da çeşitli yerlerde insanlara ulaştırmaya da çalışacağız. En sonunda da internette herkesin erişimine açık bir platformda yayınlamayı düşünüyoruz.