Bir ahlak anıtı: Nurettin Topçu

HABER MASASI
Abone Ol

1.

Pek çok şey söylenebilir elbette. Bir biyografi yazılabilir mesela hayatı hakkında. Bir kronoloji çıkarılabilir, ‘şu gün şu oldu’ diyerek. Kitaplarının listesi, talebelerinin adları, etkisinin büyüklüğü ve daha pek çok şey… Üzerine konuşulabilir, saatlerce. Sempozyumlar, bildiriler, tebliğler, oturumlar ve pek çok şey daha… Yapılabilir. Sözü uzatmak isteyenler için diledikleri kadar uzatabilecekleri geniş bir coğrafya sunuyor şüphesiz. Sözde takılıp kalanlar için ve sadece sözün büyüsüne kapılacaklar için derin bir kuyuyu açıyor yani. Ama bu değil. Sadece bu değil.

2.

Bir İsmet Özel dizesiyle selamlamak yerinde olacaktır belki öncelikle: “Yalnız doğurandır doğruyu bulan.” Çünkü karşılık beklemeksizin doğurmanın adıdır o. Karşılık beklemeksizin hizmet etmenin… Öğretmendi ama bugün her yerde durmaksızın ‘yüz milyon öğretmen atansın’ diye bağırıp duranlar gibi değil. Fikir adamıydı ama bugün çeviri ya da telif her yerde karşımıza çıkan ve durmadan ‘bilgi’nin kendisini put haline getirenler gibi değil. Filozoftu ama bugün pek çoklarının saplanıp kaldığı gibi dünyayı yalnız yorumlamak derdinde değil; asıl değiştirmek derdindeydi.

3.

Çünkü dünyayı görmesine ve bilmesine rağmen kendi tarihinin çocuğuydu. Hikâyenin öncesini biliyor, sonrası için de endişe duyuyordu. ‘Eylemek için bilmek’ gerektiğini iyi bilenlerdendi. 1877’de Erzurum’u işgal etmek isteyen Rus’a karşı savaşmış bir dedenin torunuydu Topçu. Babası Ahmet Hamdi Efendi ise, tarım ve hayvancılık işleriyle meşgul bir zat. İstanbul’da yazıhane tutup başkente taşınınca, o da bu evde gözlerini dünyaya açıyor ilkin. İlk mektep, orta mektep, lise derken eğitim hayatı ikmale kaldığı dersler olsa da başarıyla geçiyor.

4.

1927’de liseden mezun olduğunda, yakından tanıdığımız pek çok isimle beraber diplomasını alacaktır. Mezunlar arasında Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Kemal Yörükoğlu, Abidin Nesimi ve daha pek çok başka isim… Lisede hocaları da büyük doğumu hazırlayacak isimlerdir doğrusu: Celalettin Ökten, Hasan Ali Yücel, Hilmi Ziya Ülken ve daha pek çok başka kıymetli hoca. Lise bitince hocalarının da yönlendirmesiyle yurt dışı eğitim sınavlarına girer, kazanır. Yarım kalmış bir hesabı kapatmaya gider gibi anlamaya gider.

5.

1928’de İstanbul’dan gemiye biner, önce Napoli, sonra Marsilya ve en son Bordeaux’ya geçer. Remzi Oğuz Arık ve Ziyaeddin Fahri gibi bazı Anadolu Düşüncesi’nin önemli isimleri de oradadır. Onlarla temasa geçer. Avrupa’daki öğrencilik günleri, okul ile kütüphane arasında geçer ‘büyük adamımızın’… Tam da olması gerektiği gibi… İlk yazı denemelerini burada kaleme almaya başlar. Maurice Blondel’i de burada tanır ve daha sonra mektuplaşırlar bile. Psikoloji sertifikasını verdikten iki yıl sonra Strazburg’a geçer ve felsefe okur. Meseleyi anlamak için.

6.

Sonra Sorbon’a geçen Topçu, burada doktorasını tamamlar. Daha sonra Türkçeye ‘İsyan Ahlakı’ diye çevrilecek olan bu doktora çalışması epey yankı uyandırır. 1934’te Paris’te kitap olarak yayınlanır hatta. Doktora tezi, üniversitedeki en başarılı tez kabul edilir. Üniversite teamüllerine göre en başarılı olan tezin sahibi öğrenciye yerine getirilmek üzere talebinin ne olduğu sorulur. Topçu, hiç tereddüt etmeden üniversitede İstiklal Marşı’nın okunmasını ister. Ve isteği yerine getirilir. Genç adam, başka hikâyelerin peşine düşmez yani, varlığının farkındadır.

7.

Fransa yıllarında, aile dostu olan Birinci meclisin muhalif vekillerinden Hüseyin Avni Ulaş’ın tavsiyesiyle o yıllarda Avrupa’da bulunan Dr. Adnan Adıvar’la tanışan Topçu, Adnan Adıvar’dan Türkçe dersleri alan tasavvuf tarihçisi ve Hallac-ı Mansur uzmanı Louis Massingnon ile de tanışır ve vahdet-i vücud felsefesine yaklaşır. Hallac-ı Mansur, Yunus Emre ve Mevlana üzerine düşünmeye başlaması muhtemelen bu yıllara rast gelir. Düşünen adamın düşüncesine, bembeyaz kanatlar eklenir yani.

8.

Doçentlik tezini büyük oranda Türkiye’ye tanıttığı Bergson üzerine yapan Topçu, Fransa’da kalıp çalışmalarına devam etme teklifleri almasına karşın bu tekliflere itibar etmeyip aynı yıl Türkiye’ye geri döner. Yarım kalmış bir hikâyesi ve savaştan yeni çıkmış yorgun bir ülkesi vardır çünkü. Ardından Galatasaray Lisesi’nde öğretmen olarak göreve başlar ve sosyoloji dersleri okutur ilkin. Bir süre sonra baba dostu Hüseyin Avni Ulaş’ın kızı ile evlenir. Aynı gün İzmir’e tayini çıkar. Yıl, artık 1935’tir.

Hareket, tek parti devresinde çıkan ilk muhalif yayınlardan biridir.

9.

İzmir’deyken daha sonra pek çok kişinin yetişmesine vesile olacak olan efsane Hareket Dergisi’ni çıkarmaya başlar. Yıl 1939 olmuştur. Hareket, tek parti devresinde çıkan ilk muhalif yayınlardan biridir. Felsefe, fikir, edebiyat ve sanat dergisi olarak ortaya çıkar. Bir yazıdan dolayı hakkında soruşturma açılır ve Denizli’ye sürgün edilir. Denizli sürgününden sonra İstanbul’a geri döner. Haydarpaşa ve Vefa liselerinde öğretmenlik yapar.

10.

Paris dönüşünden kısa bir süre sonra çocukluk arkadaşı Sırrı Bey’in rica ve ısrarı üzerine, ‘Abdülaziz Efendi’ diye birisiyle tanışmaya gider. Hikâyenin onun açısından yeniden başladığı yer burasıdır. ‘Abdülaziz Efendi diye birisi’ değil, yeni bir dünyanın kapısıdır bu. Devrin büyüklerinden Nakşibendi şeyhi Abdülaziz Efendi’ye intisap ettikten sonra Celal Hoca’dan (Celaleddin Ökten) kelam, İslam felsefesi ve İslam tarihi konularında faydalanır. Daha sonra İmam Hatip Okulları’nın kuruluşunda ders tespiti ve program hazırlanmasında Celal Hoca’ya yardımcı da olur.

11.

Fikri faaliyetlerini, Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği, Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti ve Milli Türk Talebe Birliği’nde sürdürür. İlim Yayma Cemiyeti’nin de kuruluşunda katkılarda bulunan Nurettin Topçu, ömrü boyunca içinde yaşadığı cemiyette ‘almadan vermek’ fikrinin müşahhas örnekliğini göstermiştir. Bu uzun dernek çalışmaları, peyderpey hayal kırıklığına uğramasına yol açar her seferinde. Beraber yola çıktıklarının da bir zamanlar talebeliğini edenlerin de ‘iktidar’ karşısında yalpalamalarına şahitlik eder. Yalnız bir adamdır yani.

12.

‘Bergson tezi’yle felsefe doçenti unvanı almasına karşın ‘devrin hassas nizamı’na bir şekilde uyamadığı için üniversite kadrosu verilmez kendisine. Emekliliğine kadar liselerde ders verebilir sadece. Çünkü çağdaş ve ilerici Kemalist kadrolar, bu büyük ve farklı kafayı, bu aziz ahlak abidesini önlerinde ceketini iliklemediği için hiçbir zaman sevmez. Ama hiçbir zaman da küsmez Nurettin Topçu. 1974’te yaş haddinden emekli olana kadar talebelerinin karşısına aynı şık tavırla çıkar ve dersini anlatır titizlikle.

13.

Baş davası ahlak olan Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli filozoflardan, mütefekkirlerden biriydi Nurettin Topçu. Kanatsızlığın anlaşılamaması gibi anlaşılmadı ama. Eseriyle yaşantısı örtüşen çağının büyük mustariplerinden biri olarak, çağının ahlak savaşçılarından biri olarak, çağının kahramanlarından biri olarak yaşadı. Onun için var olmak buydu çünkü. Ama hep olan, yine oldu: Emekliliğinin ertesi yılı hastalandı. Birkaç ay sonra da 10 Temmuz 1975 günü ıstırapla yaşadığı dünyayı, sonsuz gerçek dünya ile değiştirdi.

14.

Nurettin Topçu bir sentezdi. Doğu’yu da Batı’yı da anlayan ve kim olduğunu bilen komplekssiz bir fikirdi. Türkiye’nin ‘kıymetli olanın görülmediği’ bir devresinde yaşadı ne yazık ki. Yaşarken de öldükten sonra da üstü ısrarlı bir şekilde örtüldü. En yakın talebeleri bile yakın zamanlara kadar kayıtsız kaldı emeklerine. Ama ‘iyi olan’ kendini doğurur her seferinde. O da öyle oldu. Şimdi anlaşılmayı bekleyen bir anıt olarak duruyor kitaplarının içinde.

15.

Her biri şahsiyeti kadar muhkem, her biri şahsiyeti kadar derin birbirinden kıymetli pek çok eser yazdı. Hiçbir karşılık beklemeden bütün ömrünü harcadığı Türkiye idealine, ömrünün her günü olduğu gibi ölümünden sonra da hizmet etti ve etmeye de devam ediyor hala. Çalışkan bir kafa, hakikatli bir iman, soylu bir ruh, yüksek bir duruş nasıl olur herkese göstererek üstelik. Belki son sözü özellikle iki eserinden bahsederek kapatmak gerekir: Türkiye’nin Maarif Davası ve Yarınki Türkiye.