Bir ilkellik olarak: Dijital mimari

RAŞİT KARATAŞ
Abone Ol

Ne boş bir muhafazakârlıkla bekliyorum ne de dünyaya uyum sağlıyorum. Gazzali'nin şu sözünü unutmuyorum:" Leyse fi'l-imkâni ebda'u mimmâ kân "(İmkânda, var olandan daha mükemmeli yoktur).

  • "Leyse fi'l-imkâni ebda'u mimmâ kân"
  • Gazzali

Mimarinin, inşa edilenden, temel bir gereksinimden çıkıp, hayatımıza dahil olması çok eski çağlara dayanıyor. İlk insanın ihtiyaç olarak bir yere sığınmasından sonra, sığınma ihtiyacının ikinci basamağı olarak sığınılan yerin düzenlenmesi gerektiği fikri başlıyor. Aslında bütün bahsettiğimiz, Hz. Adem'in yaratılışından bugüne kadar gelen bir müdahale silsilesi. İnsan en nihayetinde bir müdahaledir. Mimari, sanat, sosyoloji, felsefe... Hepsi bu müdahalenin sonunda oluşmuş alanlardır. O ilk güzellik ihtiyacının. Hz. İbrahim'in Kabe'si gibi. Mimari de güzelliktir bir yerde. Türk mimarisi ya da Arap mimarisi dediğimiz zaman; Türk güzelliği ve Arap güzelliğini anlarız. Bu güzellik, imar edilme anlamında ev, yapı, eşya gibi şeyler üzerinden gerçekleşse de bugün gelip internete dayandı.

Yeni bir sosyal mekân alanı olarak sosyal medya, bir grafiğin imarı ve tasarımı olarak, yine de bir tür mimaridir aslında. Tasarımcılar da bu yeni imkânsız dünyanın mimarları olarak görülebilir. Tabii bu bir süreç. Bir şeyi imar etmekle, dizayn etmek arasındaki farkın gittikçe azaldığı bir süreçteyiz. Üç boyutlu yazıcı vasıtasıyla yapılan evlerde oturan insanlar var. Burada ilginç olan şey, dünyanın tüm birikimini, internetin icadından önceki zaman aralığına bırakmasıdır birazda. Şöyle örnekleyebiliriz aslında: Osmanlı'da ahşap evler yaygın mimarî yapıyı oluşturuyordu. Yangınlara karşı dayanıksız olan bu nadide yapılar, imkânı olan insanlar tarafından değişime uğrayıp taş veya betonlaşmaya başladı. Osmanlı'nın son dönemlerinde bu evler terk edilip, daha sağlam olan taş ve betonun ilk evrelerindeki hâlleriyle yapılmaya başlandı.

Buradaki malzeme değişimi, ekonomik anlamda ahşap ustalarını öyle zor durumda bıraktı ki mesleğin sürekliliği akamete uğradı. Her şeyi ağaç vasıtasıyla hatta bir keserle, yapan bu adamlar, yeni tür malzeme geldiğinde âdeta bir anda kapı dışı kaldılar. Başka çareleri de yoktu zaten. Değişen bu yeni inşaat malzemelerini nasıl kullanacaklarını bilmiyorlardı. Ahşap ev, artık bir tercih anlamında değil, bir beceri anlamında geride kalmıştı. Bütün bu boş boğazlığı, ellerimizin arasında kalan internetin, bilgili insanları, usül yönünden nasıl kapıda bıraktığıyla ilgili bir örnekti. Programda bir yapı inşa etmeye başlayan insan, önce en temel şeyleri öğrenmek durumunda kaldı. Yaşayan somuttan- yaşanılan değil de "etkilenilen soyuta" doğru bir evrilme gerçekleşti. Bir tür insan, kendi tercihiyle, bu etkilenilen soyutun ilkel hâlini kabul etmiş oldu. Böylelikle bir program üzerinden, inşa etmenin ilkelliğine döndü… Tabii bu durum geçtiğimiz on beş sene içerisinde çok fazla yol kat etti.

MIMARÎ YAPI OLARAK: SOHBET ODASI / MESAJ KUTUSU

Gaston Bachelard'ın Mekânın Poetikası adlı kitabında, evi anlatırken güven kavramı üzerinden anlatır. Ev güvendir. Aynı zamanda bir savunma alanıdır da. Teorik düzlemde ev güvenli ve savunulması gereken bir yer olsa da Türk hayat tarzında ev güvenli ve hücum etme imkânı veren bir alandır. Güven bizde, savunmaya değil, bir hücumun, atılmanın hazırlandığı bir alan olarak yer etmiştir. Dışarıya karşı iç dizayn edilmemiş, içeriye karşı dışarısı yani toplumsal hayat düzenlenmiştir vs. Fakat bugün mekânla ilgili bilgilerimizi unutup bir tür dijital ilkelliğe evrildik. Dijital göçebeliğimiz de Google sayesinde bittiğine göre… Çoğu sosyal medya uygulamaları, mavi renk kullanılarak oluşturulmuş tasarımlar içeriyor. Mavi renk, renkler sözlüğünde güven duygusu taşıyan renk olarak biliniyor. Bizim kendi kültürümüzde de durum böyle aslında. Sıkıldığımız zaman göğe bakarız ve hatta bunun şiirini de yazarız.

Hülasa, verilerimize ihtiyacı olan bu şirketler, kendimizi güvende hissetmemiz adına maviyle açıyor kapılarını. Bir dış kapı gibi şifre ve mail yazıyoruz. Daha sonra önümüze, görüntü itibariyle basit kutucukların olduğu bir ara yüz formatını sunuyor. Bu ilk geçiş formatında, sosyalleşmeyle ilgili bölümler yer alıyor. Örneğin, tivit akış sayfası gibi. Mahremiyet ise, tabii bu sözde bir mahremiyet, bir tık daha içeri girilerek oluyor. Daha da içeri girmiş duygusuyla mesajlarımız bölümüne giriyoruz. Kendimizi güvende hissettiğimiz bir an. Ve gün geçtikçe bu basit kutucuklar daha da hayatımız hâline geliyor. Burada kendimizi güvende ve en tuhafı da olağanlıkta hissediyoruz. Aslında en başa, medeniyetler öncesindeki dönemlerde olduğu gibi iletişim ve olağan akışta bulunma ihtiyacıyla oradayız. Yani en ilkel hâlimizle. Temel ihtiyaçlarımızla. İnternetteki bu dijital dizayn ve imar, daha ileriki dönemlerde geliştiğinde neler göreceğiz bilmiyorum ama, kodlama dilinin, insanı yakaladığı yer olarak iletişim, hâlâ ilkelliğini koruyor.

Buradaki tek sorun, doğal akış altında oluşmamış olan bir kodlamayla, şahsiyet kazanma meselesidir. İnternette bir Türk tasarımı/mimarisi veya 3 boyutlu yazıcıdan çıkacak milli bir yapıdan bahsedebilir miyiz? Mimariyi düşünürken, internetin ve teknolojinin es geçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. İnşa ile dizaynın arasındaki ani yakınlaşma, tarih kurgumuz içindeki müthiş bir uyumla bizi yine hazırlıksız yakalıyor. Bir çözüm değil ama her yeni başlangıç öncesi bizi sağaltan o teselliyi bulmak, bizi diri kılabilir belki. Ne bu dünyaya uyum sağlayalım diyenlere kulak asıyorum. Ne de heybelerinin içindeki boşluğu muhafaza etmeye çalışan muhafazakârlara kulak asıyorum. İsmi ve cismi anlamında bizi dünyaya uyum sağlama kolaylığından kurtaran, sözüyle boş bir muhafazakârlıktan uzak tutan, Gazzâlî'nin şu sözünü hatırlıyorum:" Leyse fi'l-imkâni ebda'u mimmâ kân "(İmkânda, var olandan daha mükemmeli yoktur).