Bu dünya insana neden yetmiyor? Ruhun ebedi iştiyakı ne anlatıyor?
İnsanın bir başka dil kurma bir başka gerçeklik inşa etme çabası buraya ait olmadığını bildiğinden ve geldiği/gideceği yere duyduğu baş edilemez iştiyakten kaynaklanır. Buradaki gerçeklik ona yetmiyor. Onu kuşatan varlık her haliyle fanilikten haber veriyor. Gördüğü, duyduğu her şey ona geçiciliğini fısıldıyor. Oysa ruhu ebediyete ayarlıdır.
İnsan bu dünyaya ait değildir. Buraya ait olmadığı gibi burada kalıcı da değildir. Yaşadığı sürece şunu hisseder: Başka bir yerden gelmiş ve başka bir yere gidecektir. Bu yüzden dünya hayatı boyunca gel-gitler yaşar. Buraya alışma mücadelesi verir; varlıkla, çevreyle bir ünsiyet kurmak için kesintisiz bir çaba sarf eder. Geldiği bu yurdu anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Varlığın unsurları arasında bir bağlantı kurmak ister. Çok parçalı ve dağınık gibi görünen eşyayı bütün hale getirmek, birleştirmek için yoğun bir mesai harcar. Adeta bir sırrı çözmek, bir bulmacayı cevaplamak şeklinde geçer buradaki hayatı. Ama tüm bu terkip çabasına rağmen ne soruları biter ne de mutlak bir itminana erer. Geldiği yeri hiçbir şekilde unutmaz. Çünkü orası zihninde, kabinde bir siluet şeklinde, bir tını gibi, bir tortu olarak hayal meyal varlığını muhafaza eder. Fizik alemdeki sahneler, manzaralar bilinçaltında uyuyan hücreleri uyandırır, çağrışımlar yapar, ait olduğu dünyayı ona hatırlatır.
İnsanın bir başka dil kurma bir başka gerçeklik inşa etme çabası buraya ait olmadığını bildiğinden ve geldiği/gideceği yere duyduğu baş edilemez iştiyakten kaynaklanır. Buradaki gerçeklik ona yetmiyor. Onu kuşatan varlık her haliyle fanilikten haber veriyor. Gördüğü, duyduğu her şey ona geçiciliğini fısıldıyor. Oysa ruhu ebediyete ayarlıdır. İnsanın değişmeyen en büyük huzursuzluğu da işte bu fanilik duygusundan neşet etmektedir. Kendi hakikatiyle kuşatıldığı gerçeklik arasında med cezirler yaşar, bu gidiş gelişler yer yer onu cinnetin sınırlarına götürür. Çünkü fizik alemdeki her şeyin bir ömrü vardır. Her şeyin bir başı ve sonu, bir başlangıcı ve bitişi vardır. Ama insanın kalbi ve ruhu ise ona mütemadiyen ebedilik şarkıları fısıldamaktadır. Tahayyülü, tasavvuru, tefekkürü bu dar kalıpların içinde kalmayı kabullenememekte, ötelere, daha ötelere uzanmayı arzulamaktadır. Kendisini daha büyük ve bitimsiz bir gerçekliğe eklemlemek istemesi de işte bu fanilik duygusuyla baş etme isteğinden ileri gelmektedir. Faniliğin dar sınırlarından taşıp ebedi olanla bütünleşme arzusundan yani.
İnsan bu dünyaya ait değildir evet ama bu dünyada yaşar. Zorluk da burada tam olarak. Faniliğin içinde ebedi olanı yaşatmaya çalışmak… Faniliğin akışına kapılmadan ebedi menzile yol alabilmek… Eşyanın davetkar, cezbedici, ayartıcı tahriklerine aldırmadan dikkatini dağıtmamak, odağını kaybetmemek… Burası aynı zamanda imtihan sırrını da barındırmaktadır.
Fanilik hakikatte ebedi olanla baş edecek bir güce, kudrete sahip değildir. Bu yüzden fani olan, eksikliğini çeşitli arzularla, şehvet ve ihtiraslarla, oyun ve eğlencelerle tamamlamaya, güçlendirmeye daha doğru bir ifadeyle örtmeye çalışır. Geçici olanın en büyük gücü yedeğine aldığı bu ayartıcı zevklerdir. Bunlar insanı büyük meselesinden uzaklaştırmak için bin bir türlü entrikaya baş vurur, baştan çıkarıcı ahlaksız tekliflerle onu yolundan alıkoymak ister. Bu yüzden insan hem içerden hem de dışardan saldırılara maruz kalmaktadır.
İnsan, bu dünyada yaşadığı süre boyunca geldiği yeri çağrıştıran sesler duyar, oradan kokular alır. Olur olmaz her yerde ait olduğu hakiki yurdunu ona hatırlatacak bir şeyler çıkar karşısına. Bir ses, bir koku, bir his, bir rüya, bir mısra… Bir şiire, bir resme, bir melodiye kulak kesilir birden, orada kendinden geçer adeta. Bunlar bir parola olur, hayatında yepyeni kapılar açar. Bunlar onu kuşatıldığı gerçeklikten alıp bambaşka bir gerçekliğe götürür çünkü. Dahası başka bir gerçekliğin mümkün, muhtemel olduğunu ona haber verdikleri için bu kadar derin iz bırakırlar ruhunda. Kısa süreliğine de olsa ona ebedilik nefesi üflerler. Bir tarafıyla kurgudur bu evet ama çoğu zaman insan bu kurgu mahsulü muhayyel dünyayı yaşadığı bunaltıcı gerçekliğe tercih eder.
İnsanın dünyadaki serüveni dünyada başlamadığı gibi dünyada bitmeyecektir de. Dünya hayatı daha önce başlayan ve devam bir yolculuğun bir ara durağı, bir teneffüs yeridir. İnsan, zaman zaman kendisini kaptırsa da kalbiyle baş başa kaldığında bilir buraya ait olmadığını. Hem bilir hem de iliklerine kadar hisseder. En derin sarhoşluk anında bile bir küçük dokunuş, bir rüya, bir ses ile uyanabilmesi bu yüzden. Bir uçtan bir uca kolayca savrulabilmesi de tam olarak bu sebepten.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.