O'nun ardından: Cemil Meriç 102 yaşında

HABER MERKEZİ , HÜSNA KÖŞGER
Abone Ol

Cemil Meriç, Türkiye’nin özeti bir fikir işçisi. Savrulmasıyla, kırgınlığı ve kızgınlığıyla öfkesive inancıyla Türkiye’nin özeti bir düşünce adamı. Bugün büyük düşünür Cemil Meriç'in doğum günü. Sizi, CİNS Dergisi tarafından hazırlanan özel bir yazı aracılığıyla Cemil Meriç ile buluşturuyoruz.

Bugün üstat, büyük düşünür Cemil Meriç'in doğum günü. Doğumunun 102. yılında Meriç'i farklı bir şekilde anmak istedik. Bunun için de CİNS Dergisi'nin arşivlerine başvurduk.

CİNS, doğumunun 102. yılında büyük düşünürümüzü, bazı kitaplarından bazı parçalarını alarak andı.

Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın. Daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim.


Yazdıklarıyla Türkiye’nin yolunun rotasına girmesinde asla azımsanamayacak katkılar sunan mabedin büyük bekçisine Allah’tan rahmet diliyoruz.

Ve sizleri bu yazı özelinden Cemil Meriç ile buluşturuyoruz:

Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın. Daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düşüncenin, düşünce mukaddeslerin emrinde olmalı. Hakikat mukaddeslerin mukaddesi… Hakikat ve sevgi.

Mağaradakiler

Sol-sağ... Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı. Sol’un halk vicdanında yarattığı tedailer: casusluk, darağaçları, Moskova; sağ’ın, müphem, sevimsiz, sinsi bir iki hayal. Hıristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne? Bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.

Cemil Meriç

Bu ülke

Bir medeniyetin başka bir medeniyete istihale etmesi tam bir hayaldir. Bu hayali çok pahalıya ödedik. Batılılaşmanın, batmak olduğunu idrak ettiğimiz zaman iş işten geçmişti. Bir medeniyet başka bir medeniyetten ancak malzeme alır. Bu malzeme bütün insanlığın ortak malıdır. Her müessese her iklimde gelişmez. Hangi müesseselerin hangi iklimlerde gelişeceği ancak uzun bir tefekkür ve sabırlı bir tetkik ile anlaşılır. Kendi tarihimizi, kendi içtimai bünyemizi bilmeden, tarihine yabancı olduğumuz, temellerine eğilmediğimiz, tezatlarından habersiz bulunduğumuz bir dünyanın siyasi müesseselerini aynen benimsemek hataların hatası idi.

Kültürden irfana

Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icad edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissi bir istimna...

  • Tam bir kaçıştır televizyon. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı… Bu korkunç tiryakilik, kurbanını Batılılaştırmaz, batırır. Kültürün dün de, bugün de, yarın da tek taşıyıcısı vardır: Kitap.

Hiçbir düşünce emeksiz fethedilmez. Şahikalara ancak dikenli patikalardan tırmanılabilir. Tefekkür, sürekli bir cehdin hak edilmiş mükâfatıdır. Kısaca televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batı’nın bütük fuhşiyatını haremimize taşıyan bu kanalizasyonun hayırlı bir işe yarayacağını ummak büyük iyimserlik olur. Sirenlerin şarkısı çok masum bir hayal…

Kültürden irfana

Avrupa, Makyavel’den beri kasideler okur şiddete. Hristiyanıyla, maddecisiyle, sosyalistiyle bir sara nöbeti içindedir. Ama şiddet, tarihin hiçbir döneminde çağımızdaki kadar yüceltilmemiştir. Sorel’in “Şiddet Üzerine Düşünceler”iyle başlayan bir isteri nöbeti, Batı’nın sözde irfanını bir cinayet kışkırtıcısı derekesine düşürdü.

Türk edebiyatının dekadansla imtihanı (I)
Cins

Camus doğru söylüyor: “Maverayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan.” Öldürmek, maddeci Batı’nın alın yazısı.

Bir facianın hikayesi

Çağdaş insan, kökleri kopmuş bir ağaç. Hem kendine yabancı, hem tabiata. İlim, maziyle ilgimizi keserken bizi kutsala bağlayan bütün köprüleri uçurdu. Kalıplaşmış inançların setleri yıkılınca azgın iştihalarla, hayvani içgüdüler şuura saldırdı. Maddeye başeğdirirken, biz de maddeleştik.

Bir dünyanın eşiğinde

Ne güzel tarif: “Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan (kimse)” (Meydan-Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucubenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi. Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. IV. Murat’a, “Süleyman devrine dön!” diye haykıran Koçi Bey’den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar: kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici!

Bu ülke

Biz Rönesansı yaşamadığımız için mi hümanist olamadık? Unutmayalım ki Rönesans tarihî bir gerçekten çok, bir İtalyan miti. Düşüncede yeniden doğuş ve atlayış olmaz. İslamiyet’te kilise de yok, Allah’la kul arasında herhangi bir aracı da. İslam düşüncesi hangi baskıya karşı direnecek, bağımsızlığını kime ispat edecek?

Cemil Meriç, öğrencileriyle

Kırk ambar

Kanaatimce sağ ve sol tasnifi Avrupa’dan ithal edilen bir bid’attir. Hepimiz aynı tarihin çocuklarıyız. Düşman bir dünyanın kucağında yaşıyoruz. Birbirimize kenetlenmez, ahmakça sloganların esiri olarak birbirimizi hançerlemekten vazgeçmez, İslam’ın birleştirici bayrağı altında toplamaz, İslam’ın şiarı olan müsamaha, adalet ve sevgiye kulaklarımızı tıkamakta ısrar edersek, dünyanın en büyük medeniyetini gerçekleştirmiş olan zavallı milletin mezarcısı oluruz.

Kültürden irfana

Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put.

Kırk ambar

Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar… Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları… İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeye başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.” Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı” diye fısıldadılar, “sen bir-az gelişmişsin.” Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlarımız.

  • Bu ülke
  • Her dudakta aynı rezil şikayet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır.

Bu ülke

Kapitülasyonlar kelimelerden örülü bir zincir. Asırlarca kolumuzu, kanadımızı bağlamış. Lozan’ın en büyük zaferi kapitülasyonları parçalamak. Sahiden parçalanmış mı kapitülasyonlar? Sanmıyoruz. Galiba isim değiştirmiş sadece, “ticaret anlaşması” olmuş, “azgelişmiş ülkelere yardım” olmuş…

Kırk ambar

Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından çok daha asil. İsrail peygamberlerinden beri lânetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir.

Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım.

Bu ülke

“Çağdaşlaşma’yla batılılaşma arasındaki fark” ne demek? Batılılaşma miti eskiyince, yeni bir yalan çıktı sahneye, daha doğrusu aynı nazenin taze bir makyajla arz-ı endam etti: çağdaşlaşma. İntelijansiyamızın uğrunda şampanya şişeleri patlattığı bu ihtiyar kahpe, Tanzimat’dan beri tanıdığımız Batı’nın son tecellisi. Çağdaşlaşma, karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmanın kıstası ne? Hippilik mi, bürokrasi mi, atom bombası imal etme gücü mü...

“Çağdaşlaşma’yla batılılaşma arasındaki fark” ne demek? Batılılaşma miti eskiyince, yeni bir yalan çıktı sahneye, daha doğrusu aynı nazenin taze bir makyajla arz-ı endam etti: çağdaşlaşma.


Çağdaşlaşmak, elbette ki Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak, yani yok olmak. Avrupa bizi çağdaş ilan etti, Avrupa, daha doğrusu onun yerli simsarları. Zira, apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. İki yüzyıldır bir “anakronizm’in utancı içindeyiz, sözümona bir anakronizm. Bu ‘çağdışı’ ithamı, ithamların en alçakçası ve en abesi. Haykıramadık ki, aynı çağda muhtelif çağlar vardır.

Çağının ilerisinde bir düşünür: Said Halim Paşa
Cins

Çağdaşlık, neden Hıristiyan ve kapitalist Batı’nın abeslerine perestiş olsun? Fâni ve mahallî abesler. Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi tarihine ihanet etmek ve köleliğe peşin peşin razı olmak değil midir? Çağdaşlık masalı, bir ihraç metaı Batı için, kokain gibi, LSD gibi, frengi gibi. Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı asrîleşmektir, asrileşmek yani maskaralaşmak, gâvurlaşmak.

Umrandan uygarlığa

İslamiyet bütün insanlığa hitap eden tek dünya görüşü. Temeli vahdet, sevgi, adalet. Bütün insanlar doğuştan müsavi [eşit]. Fert İslâm’ı kabul ettikten sonra gerçek bir eşitlik olur bu. İnsanı, insan olduğu için Tanrı’nın halifesi kabul eder. Avrupa’nın hayâlini aşan bir rüyadır İslâm, bir fikir mimarîsidir. Müsavaat [eşitlik], kazanılmış, doğuştan edinilmiş bir haktır. Temeli adalettir. Hürriyete ihtiyaç yoktur. Nitekim hürriyet kelimesi çok geç çağlarda dilimize girer. Çünkü Türk-Islâm hürdür. Bu itibarla bizim dünya görüşümüz en az üç milletin elele vererek hazırladığı bir sistemdir. İslâm insanı değişiş halinde ele alır. Hakikatler insan zekâsı ile büyür.

Cemil Meriç'i 102. doğum gününde, rahmetle ve saygıyla anıyoruz.