Çocukluk travmasıyla gelen yeteneği kırk yıl gizledi, o gün her şey değişti
Nadir Işıldak kasabanın tek caddesi üzerinde bulunan tek avizeci dükkânının sahibi ve tek çalışanıydı on sekiz yıldır ama son günlerde işler pek yolunda gitmiyordu. Çünkü kasabanın tek caddesi üzerinde bulunan tek elektrikçi dükkânının sahibi ve tek çalışanı ve Nadir’in de ilkokuldan beridir arkadaşı Selahattin dükkânına avize de koymaya başlamıştı. Çünkü biraz bahtı kapalı biraz da boyu kısa olduğu için bu yaşına kadar evlenememiş, ama bu yaşında boyu uzamasa da bahtı açılır gibi olunca boyu boyuna, yaşı yaşına uygun bir bahtsızla evlenince taze karısının bahtsızlığından intikam almak ister gibi talepleriyle baş edebilmek için işleri büyütmek gibi bir arzuya kapılmıştı.
Nadir Işıldak bunu sorun etmedi. “Azıcık aşım ağrısız başım.” diyen bir adamdı, işler yarı yarıya düşse, ekmeği tam değil yarım yerdi, arasına tam soğan değil yarım soğan koyardı ve yine de karnını doyururdu. Hiç evlenmemişti. Dolayısıyla çoluğa çocuğa karışmamıştı. Bir ağabeyi vardı, evi damı ayrıydı, yeğenlerini yolda görse tanırdı da belki yeğenleri kendisini tanımazdan gelirlerdi. Zaten çocuklar büyümüştü iyice, yakında kendi ayaklarının üstünde durur, bu kasabada ne kadar yürünürse yürürlerdi. Babası çok yıllar önce, annesi de üç beş sene önce hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ayrıca Nadir Işıldak’ı böyle dünya işlerinden, dünya dertlerinden koruyan, hayatındaki eksiklikleri fazlalıkları görmekten kendisini esirgeyen bir yeteneği vardı. Nadir Işıldak dört yaşında, hayatındaki ikinci büyük yeteneği anında sinirlenmek ve krize girmiş gibi öfke kusmak olan babasının kendisine çok şiddetli bağırdığı o tuhaf günden ve andan beri, duvarlardan geçebiliyordu. Babasının birinci yeteneği ise genç ölmekti.
Evet, duvarlardan geçebiliyordu Nadir Işıldak. Duvarların içinden, kapılardan geçebiliyordu. On dört yaşında babasını toprağa verdikleri günün akşamı matematik defterinin arkasına şunu yazmıştı: “Hayatım boyunca kimseyle çarpışmadım. Kapıların duvarların içinden geçtim. İnsanlar benim içimden geçip gittiler.”
Parantez açalım; hayatında kimse ile çarpışmamasının sebebi dikkatiydi aslında, çünkü bir insanla çarpışacak raddeye gelip de onun içinden geçerse, ya da o kişi Nadir’in içinden geçerse, neler olacağını kestiremiyordu. Bir süper kahraman zannedilip askere alınabilir, bir yaratık zannedilip taşlanabilir, ya da uzaylı diye Amerikalıların çölde açtıkları gizli bir laboratuvarda kesilip biçilebilirdi. Bu yüzden yapacağı tek şey gizlenmekti. Öyle de yaptı. Dört yaşından bu yaşına değin, kırk yıl boyunca bu yeteneğini gizledi. Gizledi ve hiç kullanmadı. Bir gören olur diye umuma açık yerlerde zaten kullanmadığı gibi, tek başına yaşadığı evinde bile bir odadan bir odaya gidecekken bu yeteneğini kullanmadı. Çünkü mesela o an perdeler kapalı da olsa, duvardan hop diye geçmeye alışırsa bir gün perdeler açıkken de dalgınlığına gelip perdelerin açık olduğunu fark etmeyip geçmekten korktu. Böyle böyle yaşadı, böyle böyle büyüdü. Kimsenin eline dokunmamak, çünkü dokunamazdı, kimseye yaslanmamak, çünkü yaslanamazdı, yaslanırsa boşluğa düşüverirdi, yeteneği görülürdü, ucube ya da süper kahraman muamelesi görürdü, kimseyle temas etmemek için büyük bir çaba harcadı ve başardı.
Ama o gün Nadir Işıldak on sekiz yıldır işlettiği avizeci dükkânının kepenklerini kapatırken hayatının hiç, bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmediğini düşündü. Bunun sebebinin ölümün eşiğine yaklaşmamış olduğu değil de, görecek kayda değer bir şey olmadığını ise gece yatağına yattığı zaman fark etti. Kepengin sesi belki düşüncesinin ileri bir aşamaya geçmesini engellemişti ama yatak odasındaki sessizlik, o ana gidip de o andan sonraki düşüncenin zihninde belirmesine yol açtı. Bunun sebebi ise kasabanın tek kasabı Hüsamettin’in birden bire ölüvermesiydi. Hüsamettin’in dükkânı Nadir’in dükkânının hemen yanındaydı. Hüsam (Hüsam derdi Hüsamettin’e) baba mesleğini devam ettiriyordu. Kasap dükkânı babasından kalmıştı. Ama aslında kandan korkuyordu. Bu yüzden gözlerini tülbentle bağlayarak dövüyordu pirzolalık etleri, asıyordu vitrin çengeline koyunları, kesiyordu butları. Adam yıllardır dükkânını açtığı an körleşiyor, dükkânını kapatana kadar kör yaşıyordu. Ama muhtemelen içine doğru atıyordu fıtratına uymayan bu işi yapmasının taşını toprağını. Sonunda belki de içine atılan taş toprakla içi dolmuştu ve o gün sabah Hüsam dükkânını açarken gözüne bağladığı tülbendini dükkânı açtıktan on dakika sonra gözünden çözüverip tezgâhın üstündeki kaburgaya bakarken olduğu yere devrilivermişti.
Cenazede herkes “İyi bilirdik.” dedi ama Nadir o an sinirlendi ve kimsenin iyi bir yana, Hüsam hakkında tek bir şey bile bilmediğini düşündü. Kendisi hakkında tek bir şey bilmedikleri gibi.
İşte her şeyin kendi içine doğru çöküşünün ilk adımı böyle atılmış oldu. Çünkü Nadir Işıldak o an bir karar verdi. Hayır, cenazede değil, cenazeden sonra döndüğü dükkânını akşam olup da kapatırken kepenkleri indirdikten sonra içinde uyanan hissiyatın, gece yatağına uzandığında zihninde tamama ermesiyle. Artık saklanmanın ne gereği ne de değeri vardı. Yeteneğinden kaçmanın, onu gizlemenin bir anlamı yoktu. Görmeleri gereken şeyleri görmeyen insanların, görmemeleri gereken şeyleri görmesinin bir şeyi değiştirmeyeceğine hükmetti. Korkmamaya karar verdi. Aslında bilinmek istedi. Belki daha güzel olurdu öyle olursa. Kararının ferahlığıyla gözlerini kapattı. Uykuya daldı. Güzel rüyalar gördü. Sabah huzurla uyandı. Giyindi, evinden çıktı. Dükkânını açtı. Öğlene kadar vitrin camından dışarıya baktı. Nasıl yapacağını düşündü, kurdu zihninde. Öğlen ezanı okunduğunda dükkânından çıktı, kasabanın meydanına yürüdü. Cami ve kasaba kahvesi ve kasabanın okulu kasaba meydanındaydı. Günün en kalabalık saatiydi. Gözleriyle taradı ve duvarı seçti, caminin duvarı daha alçaktı, okulun duvarı daha yüksekti, daha yeniydi. Kahvenin içinden ve önünden daha net görülebilecek bir açıdaydı ayrıca. Gülümsedi ve duvara doğru koşmaya başladı. Duvara yaklaşırken büyük bir haz duydu içinde. Duvara bir metre kala haz büyüdü. Duvara on santimetre kala, umduğu şey gerçekleşti; Hayatı bir film şeridi gibi canlandı gözlerinin önünde; ilk sahne şuydu:
Dört yaşındaydı, babası çok sinirlenmişti. Evet, o gün. Bağırdı küçük çocuğa. Dört yaşındaki Nadir sesin şiddetiyle parçalandı, paramparça oldu, paramparça oldu, atomlarına kadar bölündü, maddenin en küçük parçasına kadar, atom altı parçacıklarına kadar ayrıldı ve bu haliyle babası arkasını dönüp giderken kendisi de döndü ve hemen arkasındaki duvarın içinden geçti o maddenin en küçük zerresine dönüşmüş parçaları ve duvarın arkasında tekrar birleşti o parçaları. Ama birleşirken galiba bir zerre yerini bulamamıştı. Bu yüzden Nadir o andan kırk yıl sonra tam da şimdi, duvara tam bir milimetre kala, doğru bir şekilde bütünleşmediği için yeteneğini kaybetmiş olabileceğini hissetti.
Ama durmak için çok geçti artık.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.