Deizm tartışması neyi gizliyor?
Ey gençler siz de bizim gibi incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerde din kardeşlerinizi üzünüz; ama dünyanın gidişatını zinhar televizyondan izleyiniz. İzlerken de portakal soyup yeyiniz, vitamin deposu.
Aydınların gençler hakkındaki değerlendirmeleri körün fili tarifine benziyor. Gerçi bu Aydınlar denen kişinin hangi değerlendirmesi körün fili tarifine benzemiyor ki? Organizmacı, genellemeci, her şeyi bilir Türk Aydını, sana söylüyorum, gençler siz anlayın. Ben de genelledim, okur yazar herkesi vücudun belli bir uzvu yerine koydum ve her şeyi bildiğimi ima ettim, değil mi? Aynen. Zaten mesele bu. Bana ne deizm tartışmasından... diyemiyoruz. İlla bir şey dememiz gerekiyor. Deizm şudur, Türk gençliği budur... Yoksa cehaletimiz ortaya çıkar hafazanallah. Efendim bu Deizm dedikleri... diye başlarmışım. Yok başlamayacağım. Deizm hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Söyleyebileceklerim ansiklopedik bilgi seviyesinde zaten. İkincisi, en son Deist 1789’da falan görülmüş olabilir. Üçüncüsü, bana ne yahu sahiden Deizmden meizmden. Doğru dürüst Müslümanlarmışız da gençliği Deizm illetinden kurtaracakmışız.
Deizm tartışmasının gizlediği ilk şey, yetişkinlerin din konusundaki yalanları, değilse yanılgıları. Türkiye’de şeriat varmış, ana karnından düşen her çocuğa Kur’an ana dili gibi belletiliyormuş; sonra da her çocuğa yetenek ve eğilimine göre siyer, fıkıh, kelam öğretiliyormuş gibi. İkinci husus ahlak. Gençlik bir ateşli çağ. Gençken insan yetişkinlerin tutarsızlıklarını, yetersizliklerini görmeye daha eğilimli olur. Yoksa kızlar analarına erkekler babalarına karbon kopya gibi benzerdi; böylece dünyada üç buçuk milyar Havva, üç buçuk milyar Adem olurdu. Öyle olmadığına göre, gençlerin yetişkinlerden farklılaşmak yolunda attıkları adımlara daha iyi gözle bakabiliriz. Ahlakımızda bir yükseklik varsa gençler onu zaten miras olarak alacaktır. Asıl mesele kusurlarımız. Sanki kusurlarımızı kakalamaya çalışıyoruz gençlere. Ey gençler siz de bizim gibi incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerde din kardeşlerinizi üzünüz; ama dünyanın gidişatını zinhar televizyondan izleyiniz. İzlerken de portakal soyup yeyiniz, vitamin deposu.
Bir başka mesele haset kurumu. Biz hayatımızı yaşayamadık, gençler de yaşayamasın. Mesela ben hayatımda hiç şüphe duymanın havasını atamadım; şöyle ellerimi kapüşonlu sweatshirt’ümün ceplerine sokuşturup “Bilmiyorum ki anlamıyorum ve şüphe ediyorum, Allah var mı gerçekten?” diyemedim. Sen kim oluyorsun da şüphe ediyorsun? İnanacaksın. Biz nasıl inandıysak. Yani inanman da yetmez. Aynen bizim gibi inanacaksın. Mesela iraden olmadığına yüzde yüz iman etmezsen yandın. İnanıp inanmama iraden de olamayacağı için, inanacaksın bitti! İnanmıyorsan inançsızsın demektir ve cehenneme gidersin; yapılacak bir şey yok. İnsanların yüzde 90’ı cehenneme gider zaten. Ya da kadınların, orasını hatırlamıyorum; ama önemli değil. Hatırlayıp hatırlamamak benim elimde değil. Hatırlasaydım da kader olurdu; hatırlamadığım için de kaderdir. Kaderi hem zihnen hem bedenen işlettiğimiz asıl dükkân olan tembelliğimizin vekilharcı yapmışız, ticarete devam ediyoruz; işin gerçeği. İnsanların sırf genç oldukları yani fıtraten yükseldikleri soruları, şüpheleri, merakları es geçmişiz.
Ya cemaate yanlamışız ya devlete; kariyere veya ticarete. Evleneceğimiz kızı bile annemiz bulmuş. Her neyse. Siyasi çapraşıklık Deizm tartışmasının gizlediği bir başka sıkıntı. “Çapraşık” özellikle seviyorum; çünkü yaşadığımız pek çok rahatsızlığı ifade ediyor. Girift ve zor demek çapraşık; biraz da belirsiz. Bizim durumumuz da bir hayli belirsiz. Demokrasiyle İslam’a varmaya çalışmak gibi; faizle yatırımları geliştirmek, milli geliri artırmak gibi; laikliğin yasal hükümlerini kuvvetlendirip dindar nesil yetiştirmek gibi. Bunlar direkt yanlış deyip silemeyiz, doğru da diyemeyiz. Bunu yaşıyoruz zaten. Yani doğru olsa da yanlış olsa da olgu olarak mevcut. Mevcudu inkar makul değil. Ama hazmedemiyoruz da. Siyasi çapraşıklık bizi iki sapa yoldan birine mecbur ediyor: Tevilcilik, hayalperestlik. Konformizm veya ütopizm. Gerçeği bükmeye çalışıyoruz; yoksa o bizi bükecek diye korkuyoruz.
Gençler dediğimiz 18-25 yaş arası nüfus bu mevzulara hazır doğuyor işte. Siyasi çapraşıklığımız bizim on yıllardır yaşadığımız bir şey; adam onu veri olarak alıyor. Genç adam bize bakıp az gitmişler uz gitmişler arpa boyu yol gitmişler diyor. Yapamamışlar. Olmamış bu. Şunu da söyleyeyim, gençler arasında yaşlılar da çok. Şu yaşa gelmişiz; aklın, bilginin, düşünmenin her insanı getireceği açıklıkta bazı şüpheleri, merakları, inanmayışları dile getirince gelenek dedikleri (ama aslında ne olduğunu pek bilmedikleri) bir putu herkesten önce genç insanlar dikiyor karşımıza. Ölülerin yattıkları yerden yaşayanlara şefaat edeceklerine inanmıyorum. Yaşlı gençler bu ifadeyi bir büyüyü bozmuşum gibi büyük bir şaşkınlık ve esefle karşılıyor. Daha ortalama genç fazla kafa yormaz. Çaktırmadan yorar. Bakar meselenin sağına soluna. Kendi gündemine ters düşmeyecek bir itikat bulur kendine. Biraz kadere inanır biraz kendi iradesine.
Ben bu görüntüdeki rahatlığın altında Maturidiyye itikadının topluma derinden işlemiş olmasının etkisini görüyorum. Yapacağımı yaparım, gerisini Allah’a bırakırım diyen bir genç herkes tarafından makul bulunur. İşte Maturidi itikadının altın dengesi. Ben her şeyi yaparım diyen adamı biz sevmeyiz. Burnunun sürttüğünü görmek isteriz. Ama hiçbir şey yapmayan, kader kader deyip duran adama da gıcık oluruz. Ya kaldırsana mabadını deriz. Geriye züppeler, şaşkınlar, hedonistler, travmatikler ve depresifler kalıyor. Böyle insanlar, böyle gençler hep oldu ve hep olacak. Bazıları ana babalarının kurbanı, ki kurban olmayı kendileri seçmiş olmasalar dahi kurbanlıktan kurtulabilirler. Yani dinî eğitimin sıfır, anan baban maddi olarak sahip çıktıkları halde manen sahip çıkamamışlar sana, akranların vampir sürüsü gibi. Ben Batı taklitçisi ailelerin uyumsuz çocuklarında hayat var diye düşünüyorum. Böyle biri Deistim diyorsa bunu hayat belirtisi sayma eğilimindeyim. Tünele aydınlıktan bakınca karanlık görünür çünkü; ama tünelin içinden aydınlığa bakmayı da tercih edebiliriz.
Günahkar insanlarız. Bunu çocuklarımızdan ne kadar gizleyebiliriz? Birçok genç anne babasının günahlarının bedelini öder. Günah değilse kusur; o da değilse çapraşıklık. Kendimizi pazara çıkarmadan gençlik üzerinden alışveriş yapıyoruz. Değil mi anne babamız “Olaylara karışma!” dediği için kendimizi İslamcılığın göbeğinde bulduk? Birçoğumuz ailesinin, iş ve okul çevresinin, devletin gadrine uğradı. Allah’tan başka otoriteye boyun eğmemek için şehit düşenler oldu. Aklını oynatanlar da oldu elbette; kendini rezil edenler de. Çoğumuz kendimizi koruyabilecek bir şey bulabildik. Buna din mi diyeceğiz şimdi? Senin dinin devlet memurluğu veya ticaret mi, siyaset mi, arkadaş toplantıları mı?
Biraz dağınık bir yazı oldu; ama çapraşıklığımızın fotoğrafını çekmeyi denedim. Fotoğraf biraz flu çıktıysa o da yazarın beceriksizliğine verilsin. Ama o flu fotoğrafın gizlediği gerçeği bir ömür yaşadık, yaşıyoruz. Dinimizi kurtaralım derken şahsiyetimizden oluyorduk nerdeyse. Başımıza gelenleri tek yaşayan da biz değiliz. Her ümmet gibi yeni gençlik de ağır bir sınavdan geçiyor. Çocukken ödevlerini yapmaya kendimizi o kadar alıştırmışız ki sırat köprüsünden de sırtımıza alıp geçireceğiz sanki. Yok öyle dünya.