Fransız devrimini etkileyen Rousseau’nun siyasal düşüncesi ve toplumsal sözleşme

MURAT GÜZEL
Abone Ol

Fikirleriyle, Fransız Devrimi'ni hazırladığı ve onu yönlendirdiği iddia edilen Voltaire, Diderot, d'Alembert gibi Aydınlanma Çağı Fransız filozofları arasında seçkin bir yerde Jean-Jacques Rousseau'dan günümüze yadigâr kalan en önemli siyasal tasavvuru toplumsal sözleşmedir.

NE DÜŞÜNDÜ?

Toplumsal sözleşme teorisini açıklamak üzere Jean-Jacques Rousseau'nun "muhayyel bir doğa durumu" tasavvuruna başvurduğunu söylemeliyiz. İnsanların başlangıçta eşit ve özgür, birbirlerine karşı yansız, yani iyi ya da kötü sayılmadıkları, tek amaçlarının fizyolojik birtakım ihtiyaçlarını gidermek olduğu bu doğa durumundan hareketle onun uygarlaşmayla birlikte kaybedildiği, eşitliğin ortadan kalktığı bir teoridir modern siyasal toplumun oluşumunu açıklarken Rousseau'nun kullandığı. Ona göre bir insan bir toprak parçasının etrafını bir çitle çevirip, "burası benimdir" deyince, yani mülkiyet ortaya çıkınca doğa durumu ortadan kalkar ve uygar toplum kurulur. Uygar toplumun kurulmasıyla da "doğa durumu" olarak nitelenen iyi ve mutlu düzen sona erer.

Doğa durumundaki insanlar arasında hiçbir manevi ilişki ve görev bağı yoktur. Dolayısıyla herhangi bir baskı da varsayılmaz. Birbirlerine karşı herhangi bir görevleri ya da manevi ilişkileri olmadığından suçun, erdemin, iyiliğin ve kötülüğün varsayılmasını da gerektirecek bir durum yoktur. Doğa durumundaki insanın bu anlamda "özgür" olduğu da varsayılabilir. Mülkiyet, güç sahibi olma ve başkalarına hükmetme hırsı ile hareket eden uygar toplum insanları arasında zamanla zengin-fakir, köle-efendi, üstün-aşağı, güçlü-güçsüz şeklinde birtakım ayrımların da oluştuğunu ileri sürer Rousseau. Bir anlamda insanlar arasında "muhayyel doğa durumu"nda varsayılan eşitlik ortadan kalkmıştır. Bu eşitliği ortadan kaldıran olguların ilki "mülkiyet" ise, ikincisi elbette "iş bölümü"dür; yani bizatihi toplumsallaşmanın kendisi. "Yaratıcı'nın elinden çıktığında her şey iyidir. Her şey insanların elinde bozulur." diye yazarak açıklar bu durumu Rousseau.

Uğraştığı sorunu özetlediği en önemli cümlelerinden birinde "Üyelerinden her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği hâlde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun. İşte, toplum sözleşmesinin çözüm yolunu bulduğu ana sorun budur" diyen Rousseau böylelikle "doğal hukuk", "genel irade", "toplumsal sözleşme", "eşitlik", "özgürlük", "yurttaşlık" vb. kilit kavramlar eşliğinde normatif bir tarzda (normatif, çünkü doğru bir siyasal toplum modeli oluşturmak için olgulara başvurmanın olumsuz sonuçlanacağını belirtir Rousseau.

NASIL DÜŞÜNDÜ?

Düzenli bir eğitim almamış biridir Rousseau. Bir ara Topkapı Sarayı'nda da saatçilik görevi yapan babasının yanında Fransız ve Yunan edebiyatıyla tanışan Rousseau'nun babasının kendisini teyzesiyle terk edip bir daha dönmemesi sonrası doğduğu Cenevre'den ayrıldığını biliyoruz. Cenevre'den ayrılmasını müteakip bir Protestan papazdan eğitimini tamamlayan Rousseau, son derece açık, halkçı bir dille görüşlerini ifade eder. Yaşadığı maişet sorunları sebebiyle birçok görüşünü çeşitli yarışmalara sunduğu makalelerle açıklaması da ilginçtir. Sözgelimi Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev'i böyle bir yarışmada birincilik ödülü alır. Yine İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Üzerine Konuşma'sı da her ne kadar herhangi bir ödül alamasa da Dijon Akademisi'nin düzenlediği bir yarışmaya sunulmuştur ki zaten o yarışmada bir ödül alamayan bu eser asıl ödülünü yazarına kazandırdığı ünle edindi. Eserlerini son derece tutkulu ve edebi bir dille kaleme aldığı söylenebilecek Rousseau'nun özellikle İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Toplum Sözleşmesi'nde sistematik bir düşünür olarak da sivrildiği görülür.

Devletin, bir anlamda "siyasal toplum"un oluşumuna kontrast oluşturmak üzere tahayyül ettiği doğal durumun mülkiyet ve iş bölümü ile sınıflaşmalar dolayısıyla bozuluşu sonrasında insanlar arasında savaş ve mücadelelerin de başladığını ileri süren Rousseau, bu savaş ve mücadeleleri sona erdirecek bir tasavvur olarak "sözleşme" ve "genel irade" kavramları eşliğinde toplumu yöneten bir güç olarak devletin ortaya çıktığını da belirtir. Egemenlik kavramını halk olmanın temeline yerleştiren Rousseau'nun bu açıdan da modern ulus-devlet tasarımlarının başlangıcında düşünülmesi mümkündür. Yasaların olmadığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini düşünen Rousseau, ayrıca onların halkın tümü için geçerli olmasını gerekliliğini vurgular. Olgulardan yola çıkmak, bir yerde birtakım siyasi çıkarlar, menfaatlere kapı aralamak demektir) yurttaşı, ortak benliği, halkı, devletin temellerini atan bir "toplum sözleşmesi"ni ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dâhil olması gerektiğini savunur.

NEREDE DÜŞÜNDÜ?

Zaman zaman Akıl Çağı olarak da nitelenen Aydınlanma Çağı'nda Fransa'sında temel düşüncelerini geliştiren Rousseau'nun özellikle Jean Bodin, Thomas Hobbes vb. isimlerle temayüz eden modern siyasal düşüncelerin eleştirel değerlendirmelerine dayalı yaklaşımının Fransa'da devrim öncesi kazandığı popülerlik kısmen Voltaire, D'Alembert, Diderot gibi "les philosophes" le gerilimli birlikteliğini yansıttığı düşünülebilir. Özellikle köklü bir felsefi geçmişin yükünü üzerinde taşıyan "doğal hukuk" ve "toplum sözleşmesi" gibi kavramları halka mâl etmiş ve bu kavramların siyasal hayatta gerçekleşebilmesi için mücadele vermesiyle de bilinen Rousseau'nun etkisinin özellikle Fransız Devrimi sonrası Jakobenler üzerinde belirleyici boyutlara vardığı da iddia edilir. Gerçi Jakobenlerin kendi eylemlerini meşrulaştırabilmek amacıyla Rousseau'nun birçok görüşünü eğip büktükleri görülse de Jakobenlerin yer yer totalitarizme de kapı aralayan fikir ve eylemlerinde Rousseacu temaların geniş bir yer tuttuğu gösterilebilir.

Devrim öncesi Fransa'sında; monarşi ve krallığa destek çıkan toprak sahibi kilise ile birçok haktan yoksun bir halk, feodalizmin çözülmesine karşın hâlâ büyük ölçekte arazi ve emlake sahip aristokratlar ve bu arazilerde kime çalıştığını bilmeyen, neredeyse "köle" bir pozisyona düşürülmüş durumdaki köylülerin bulunduğu aktarılır. Devrim öncesinde mali durumun bozulması sebebiyle krallık hazinesinin borçları dahi sırtından karşılanacak olan orta burjuvazinin kararsız ve gelecek için programsız olduğu bir noktada, burjuva sınıfına bir ideoloji vermesi ve bu sınıfı devrimci süreçlere yönlendirici fikirler üretmesi de Rousseau'nun ayırt edici özelliği olarak zikredilir. Yazıları ve kitapları dolayısıyla birçok kez hapse atılan, hatta neredeyse Fransa ve İsviçre'de yaşayamayacak bir pozisyona getirilen Rousseau'nun bir ara da İngiltere'ye giderek David Hume'un davetine icabet ettiğini biliyoruz. Burada kendisiyle dalga geçildiğini düşündüğü için çok fazla kalmadığını zikrediyor biyografi yazarları.

NEYİ DEĞİŞTİRDİ?

Monarşi karşıtlığıyla tarihsel akışın değişimine etkili olmuş Fransız "les philosophes" arasında seçkin bir yere sahip olan Rousseau, Robert Nispet, Isaah Berlin gibi 20. yüzyılda yazan bazı muhafazakâr ve liberal düşünürlerin modern totalitarizmlerin kaynağı olarak belirledikleri biridir. Birçok eserinin özellikle Jakobenizmin temel başvuru kaynaklarını teşkil etmesi onu zaman zaman demokrasi karşıtı biri olarak değerlendirenlere haklılık payı verilmesini kolaylaştırıyorsa da onun temsili demokrasilere ilişkin yaptığı bir nevi "seçilmiş aristokrasi"ler nitelemesi çoğu zaman uygun bir tespit olarak düşünülebilir. Fransız Devrimi'ni hazırlayan fikirlerin birçoğunun ilk üreticisi olması, onun bir şekilde bu devrimde yaşanan olumsuzlukları da önceden kestirebilmiş bir kişi olarak nitelenmesini zorlaştırmıyor. Zaman zaman Aydınlanmacı, zaman zaman Aydınlanma'nın temsil ettiği ilkelerin ihlalcisi olarak lanse edilen Rousseau'nun özellikle Fransa ve Almanya'da etkin olmuş romantizmden hem etkilenip hem de kendisinden sonraki romantikleri etkilediği biliniyor.

Almanların büyük filozofu Immanuel Kant'tan İngilizlerin büyük filozofu David Hume'a çağdaşı birçok filozof üzerinde birçok kalıcı etkisi sıkı okunursa keşfedilebilecek bu düşünürün siyasi görüşlerinin günümüzde bile bir şekilde cumhuriyetçilik şeklinde sürdüğü iddiasında bulunabiliriz. Erdemi bir savaş hâli kabul eden ve erdemli yaşayabilmek için sürekli kendimizle savaşmak zorunda olduğumuzu söyleyen Rousseau'nun özellikle çocuk eğitimiyle ilgili yazdıkları da Fransız ulusal eğitim sistemi üzerinde önemlice bir etki yapar. Tahayyülü, edebi dili, sıradan insanların da yazılanları rahatça takip etmesini sağlayan üslubu, müzisyen kişiliği, çocuk eğitimine ilişkin romantik fikirleriyle modern dünyanın ve hayatın oluşumuna katkısı neredeyse çağdaşı diğer büyük filozofların fevkindedir.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.