Gençliğim eyvah!

GÜVEN ADIGÜZEL
Abone Ol

‘Çocukluk’ ölümün varlığını idrak ettiğin an biter, peki ya gençlik? O ne zaman biter? Kütüphanedeki kitapları artık okuyamayacağını anladığın zaman mı mesela? Merdivenlerin kalbini zora koştuğunu fark ettiğinde mi? Ne zaman? Gençlik ne zaman hitama erer?

“Gençlik adaletsizliğe doğru yöneldiği zaman, bilincin aynasına bakmayı göze alamaz. Oysa olgunluk çağı kendini bu aynada görür. Yaşamın bu iki evresindeki tüm ayrım buradadır.”

Balzac

Vay ki gençtim / ölümle paslanmış buldum sesimi

Sorrentino’nun ‘Gençlik’ filminden bir sahne. İhtiyar yönetmen genç asistanlardan birini yanına çağırarak manzara dürbününden karşılarında duran muhteşem güzellikteki dağa bakmasını ister ve dürbünden baktığı esnada ona sorar; -Şuradaki dağı görüyor musun? -Evet, çok yakın görünüyor. -Aynen öyle, gençken gördüğün şey odur. Her şey çok yakın görünür, bu gelecektir. Asistan bu sözleri hayranlıkla dinlerken, bu kez dürbünü ters çevirerek bakmasını ister ondan ihtiyar yönetmen ve tiradını şöyle bitirir; -Yaşlanınca gördüğün şey de odur, her şey çok uzak görünür, bu da geçmiştir.

Albert Camus, anısı insanı umutsuzluğa düşüren gençlik, der. Gençlik dediğin koca bir anılar denizi. Yıllar geçtikçe, yaş ilerledikçe; kulaç attığın her an’ı hatırladığın ve hatırladıkça tuzlu sularla yıkadığın o yaralarına tekrar dönüp baktığın bir deniz. Bir iç deniz belki. Kırgınlık bandıralı bir geminin güvertesinden ufka baktığın, eski, tanıdık bir iç deniz.

‘Çocukluk’ ölümün varlığını idrak ettiğin an biter, peki ya gençlik? O ne zaman biter? Kütüphanedeki kitapları artık okuyamayacağını anladığın zaman mı mesela? Merdivenlerin kalbini zora koştuğunu fark ettiğinde mi? Ya da derinin gitgide daha da kalınlaştığını hissettiğinde mi? Ne zaman? Gençlik ne zaman hitama erer? Yolun yarısında mı, yoldan çıktığında mı, işler yoluna girdiğinde mi? Kırkından önce mi? Anne-baba olunca mı? Hayat insana en acı biçimde tecrübe ettirmiştir ki; gençlik, artık baharın geldiğini fark etmediğinde ufak ufak, aşkı küçümsemeye başladığında yavaş yavaş, dünyayı değiştirmekten vazgeçtiğinde azar azar biter. Birdenbire bitmez yani, bir sabah bunaltıcı düşlerinden uyandığında kendini yatakta yaşlı ve yorgun olarak bulmazsın elbette, ağır ağır çekilir gençlik, ağır ağır çekilir; sevincinden, ruhundan ve kanından. Ve sen buna eşlik edersin.

Mevlânâ, muhabbet bağından bakıyor gençlik çağına, çorak toprakları hor görmekte bir beis yok anlaşılan, taze bağın meyvesine yanmış bir ömür;

Gençlik çağı, yemyeşil, ter ü tâze bir bağa benzer. Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarladan da hiçbir vakit hoş bir bitki yetişmez.

Hala gençlik ve başında duman...

Karnında kelebek, başında duman, kanında ateş, kalbinde heyecan ve elinde gönderilmemiş mektuplar varsa şayet, bu hala hayattasın demektir. En azından -pek bi’ işine yaramasa da- dünya hala dönüyor demektir. Gönderilememiş her mektup şanına yazılır gençliğin. Kelebeğin, dumanın, ateşin ve kalp ritminin tek müsebbibi odur. Zarfa söylenir, mazruf alev alır. Gençliğim eyvah.

20 yaşında komünist olmayanın kalbi yoktur, devamı da var sözün elbette ama bu kısmı ilgilendiriyor bizi sadece. İnsan gençken daha güzel, daha adil bir dünya hayal eder, bu uğurda çalışır, savaşır hatta. Gençlik uzlaşılmaz olmaktır, yaşlılar daha makul davranırlar çoğunlukla. Devrime inanmak değerli olsa da, önemli bir şey değildir çünkü. Gençlik kaygılarla, yaşlılık ölüm duygusuna alışmakla geçer. Tecrübe, yaşlı insanların yüzüne fazladan bir çizgi daha kondurur, gençlik heyecanından daha keskin bir çizgidir bu. Zamanı bile keser.

Bütün politik fraksiyonların bir ideal gençlik hayali hep vardı, dünya döndükçe de var olmaya devam edecek. ‘Gençlik’ deyince aklına ilk olarak ‘gençlik kolları’ gelen çok sıkıcı adamlar da bu denklemin içinde. İdeal gençlik. İdeal 11 gibi. Başı-sonu belli. Herkesin mevkii belli, görevi belli. Hatası, günahı da öyle. Kalıplar üzerine oturtulmuş, doğruları belirlenmiş, steril, ölüme nazır, hücuma hazır, ideal bir gençlik. Ama genç öyle biri değil, tanısanız çok seversiniz mutlaka ama düşündüğünüz gibi biri değil o.

İnsan genç iken, yüreği yanardağ gibi olur der eskiler. Dünyaya karşı durmakla meşhur olursun işte o an. Ejderhalar yutarsın. O yanardağın ağzına bir çift göz gelip değene kadar.

Genç ölmek deyince, nedendir bilmem, aklıma hemen; Sezen Aksu’nun Erdal Eren’in gözlerine yazdığı ‘Son Bakış’ şarkısıyla, Sedat Yenigün’ün dünyayı aydınlatan o güneş gibi çehresi düşüyor ilk olarak. Ve tabi bir de, eleştirmelerin, eğer yaşasaydı Elvis diye biri yoktu dedikleri Amerika’nın ilk Latin rock yıldızı Meksika asıllı Ritchie Valens. Henüz 17 yaşındayken talihsiz bir uçak kazasıyla hayatını kaybeden Valens, efsane olacak ilk albümünün çıkışını dahi göremeden bu dünyadan ayrılmıştı. Ritchie Valens’in -Bob Dylan’ın da ilk gençlik yıllarında dilinden hiç düşürmediği- ‘gizemli Türkleri ve gökyüzündeki uzak yıldızları’ anlatan ve melodisiyle sakin bir ninni gibi akıp giden Bir Türk Kasabasında / In a Turkish Town isimli garip şarkısının sırrını da hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Vales, hayatı film olan, efsane bir genç ölmek. Öyle bir ölmek. Gençlik hayatın belli bir çağı değildir, insan her yaşta gençtir, hissettiğin yaş önemlidir, böyle cümleler de kurulabilir elbette. Kişisel geliştirir. İnsana güç ve azim verir, ama gerçekleri değiştiremeyecek kadar mütevazı bir azim.

Efsane olduğunu göremeden gitti.

Gençlerden şikayet etme geleneği, kadim insanlık tarihinin en eski savunma sanatlarından biri olarak göze çarpar. ‘Zamane gençliği işte’ ya da ’yeni nesil çok bozdu’ türündeki serzenişlere üç bin yılık Sümer tabletlerinde bile rastlanır. Sümerli dedelerin tarihe meydan okuyarak, yeni Sümer gençliğinden şikayet etmeleri, onları beğenmemeleri ve sözlerine muhtemelen ‘’bizim zamanımızda’’ diye başlamaları ibret vericidir. Tarih bizatihi ibretliktir. Gençlik işte, binlerce yıldır; sersem sepelek biraz. Aylak ve serazad çokça. Başıboş ve Avare her daim. Kavak yelleri ve meltem özellikle.

İlk yirmi yıl ömür imparatorluğunun en uzun yüzyılıdır, ikinci yirmi ise bal mevsimidir, kovan eskidikçe tadı güzelleşir. Tam 40’ta bir kemâlât mevsimi gelir, sonrasını tutmaya zaten gücümüz yetmez. Vakit kılıç gibidir, zaman insandan eskidir, gençlik çok kıymetlidir, carpe diem değil elbette bize düşen İbnü’l-vakt.

Vakitlerin en şerefl isi olarak; gençlik. Sıkı bir kompozisyon ödevi. Ama aklım hep zil sesinde. Elbet bir hinlik var zili düşünüşümde. Gençtim ya, ne fark eder deyip geçerdim / nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da. Gençtim işte / şehrin o yatık raksından incinen yine bendim / gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın.