Gidiyorsun

MUSTAFA TİMURİ
Abone Ol

Bir şiir daha yazamadan denize gözlerinden vekimliğimize aynı gün iliştirdiğimiz o çınar ağacınıngölgesinde bakamadan maviliklere, çekip gidiyorsun.Bana ‘Sen çok beklemiş ve beklenmiş bir adamsın’derken gözlerinde beliren dumanı da götürdüğün bir gidiş bu.

Gidiyorsun, artık saksıdaki gül tomurcuğunun solan her yaprağı ile hayatımdan bir kırmızılık daha uğurluyorum.

Dünyanın en kötü adamı
Cins

Sustuğunda dudağına yakıştırdığın kıvrımların her biri de o gül yapraklarıyla hayatımdan çıkıp gidiyor adeta. Bir sandalye ve yarım masa daha katılıyor zengin yalnızlığıma, bir de ne yapacağımı bilemediğim duvardaki kuş gölgeleri. Ne olmak kalıyor avcumda ne de olmamak…

Kanıma serinlik veren işte bu gidiş oluyor ve serkeşliğime bir bahane uyduruyorum çok zorlanmadan. Sıradanlığı kalmamış erguvan kıyılı bir yol olurdu yürüdüğün her yer.


Kanıma serinlik veren işte bu gidiş oluyor ve serkeşliğime bir bahane uyduruyorum çok zorlanmadan. Sıradanlığı kalmamış erguvan kıyılı bir yol olurdu yürüdüğün her yer. Anlamını yitirirdi düşünmek ve var olmak her adımında. Serin, sarnıçlı, salıncaklı bahçeler düşleyen bir susamış güvercindi yüreğin, benden başkası bilmezdi, hatta sen de bilmezdin. Belki de bu yüzden o kadar rahat çekip gittin. O günden beri ne vurulmak kaldı bir ince bakışla ne de otamak yaralarını sonbaharların. Kalan, boşluklara sığmayan bir kahır.

Bir şiir daha yazamadan denize gözlerinden ve kimliğimize aynı gün iliştirdiğimiz o çınar ağacının gölgesinde bakamadan maviliklere, çekip gidiyorsun. Bana ‘Sen çok beklemiş ve beklenmiş bir adamsın’ derken gözlerinde beliren dumanı da götürdüğün bir gidiş bu. Yeniden adlandıracağımıza sessizce yemin ettiğimiz milyonlarca şey varken henüz dünyada, bir mendilin mandaldan sıyrılması gibi süzülüyorsun adeta. Yağmurla eskitilmiş sicimlere benziyor kala kalışım. Düne dair ne varsa ellerin celladı oluyor. Ne o mağrur susuşun ne de gözlerinin mavi izi kalıyor çınarın gölgesinde.

Kalan, boşluklara sığmayan bir kahır.

Bir yüreğe kast etmenin günahını bilmeden, daha doğrusu günahın ne olduğunu bilmeden gidiyorsun. Bundan emin olmamı sağlayan bir geçmiş bırakıyorsun, istesem ben bile ikna edemem kendimi bunun aksine. Seni anlatırken imgeler kullanmamdan hiç gocunmayışını hayra yorduğum geliyor sonra aklıma, yalın cümlelere adını düşürmeyişim. İki satır kelamınla şenlenmiş not kağıtlarını topluyorum ardından bu yaşa kadar çiçek dermemiş ellerimle.

  • Pencerelerinde ıslık sesleri birikmiş evleri tanımadığın geliyor aklıma, pervazları parmaklarınla tanışmamış ahşap kapıları teselli ediyorum. Asla bilmeyeceğin yorgunlukları sunuyorum yıpranmış sedirlere.

Gidişinden geriye, yan yana uzanıp büyümeyecek gölgelerimizin rüyası kalıyor ne zaman gözlerimi kapasam. Neden bu kadar geç öğrendiğime şaşıracak takatim kalmayana dek hayatın sana uydurduğu ismi sayıklıyorum. İsminden ve sesinden önce bildiğim, ömrümün üçte birine gölge olmuş gözlerini aklımdan çıkaramıyorum.

Tüm gölgeleri yutan siyahlığını da alıyorsun yanına o efsunlu saçlarının, hiçbir şey bırakmıyorsun.

Ardında bıraktığını yalnız kalanın bildiği bir gidiş oluyor bu, çıkmaz bir sokağın ay ışığıyla aydınlanmayı bir ömür kabullenmesine dönüşüyor hayat.

“ Dördü ikiye bölersen her zaman iki etmez...”
Cins

Ve şiir yazmaktan gayrısına heveslenmemiş parmaklarımı usulca toprağa veriyorum ardından. Gidiyorsun ve dünya yeni bir takvimi kabullenmek zorunda kalıyor…