Gölgem bir acemi seyyah

MUSTAFA UÇURUM
Abone Ol

Bir köprüden geçmek ve karşıda ne olduğunu bilmemek de bir masal sayılsın. Tam köprünün ortasında aşağıdan geçen hırçın sulara düşen gölge de uçup duran bütün soru işaretlerinin cevabı gibi sulara çarpa çarpa köpürüp dursun dar geçitlerde.

Bütün uzak ihtimâller uzakta kalsın. Buyrun, burası dünya. Ne kadar yakınsan o kadar uzuyor gölgeler. Göründüğü gibi olamıyor insan. Bir Dede Korkut Masalı kahramanı gibi yaşamak da var dünyada. Bunu hafife alma. Destan çağında yaşamadan kendini tarihin bir sayfası gibi görerek de geçebilir insan bütün tarihlerden. Zamanı ve mekânı kendine çevirerek de yaşabilir insan. Dede Korkut'un soy soyladığı, boy boyladığı, dualarla cenk meydanına saldığı bir cengâver edasını her çağda da üzerinde taşıyabilir insan. Bir köprüden geçmek ve karşıda ne olduğunu bilmemek de bir masal sayılsın. Tam köprünün ortasında aşağıdan geçen hırçın sulara düşen gölge de uçup duran bütün soru işaretlerinin cevabı gibi sulara çarpa çarpa köpürüp dursun dar geçitlerde. Yüksek gerilim hattının çevresinde oluşan bir hale var. Herhâlde kimse görmüyor. Kocaman bir gölge var. Onu görüyor herkes. Güneş çıktıkça daha da büyüyor gölge. Şehirde gerilim artıyor. Bir kedi çöp kutusunun içinden uykulu uykulu çıkıyor. Köpek, kimseye aldırmadan kaldırımda uyuyor.

Bisikletli bir çocuk zilini çala çala geçiyor yoldan. Bir anne çok tedirgin bir yüzle çocuğunu bekliyor. Çocuğun gölgesinin üstünden bir araba hızla geçiyor. Kaldırım derin bir nefes alıyor. Bir savaş herkesin yüzüne bir tutam ızdırap bırakıyor. Kuşlar uçmayı unutuyor. Bir uçağın gölgesi yoksul bir mahallenin üstünden geçiyor. Bir okulun yıkık duvarının gölgesinde oynayan çocuklar gölgedeki kırıkları gülüşleriyle kapatıyor. Annelerin gözyaşları hep içine içine akıyor. Çan sesleri geliyor çok uzaktan. Bir saat kulesinin vakti müjdelemesi şehre. Geçen zamanı çığlık çığlığa haykırması insanların uyuyan yüzlerine. Şehrin her yerinden görünen bir saat kulesi ne anlatıyor şimdi bize? Vaktin geçip gittiğini göğe doğru yükselen bir titreşimle haykıran bu saat, sadece tarihe şahitlik etmiyor, aynı zamanda insanları ölümün hizasına çekiyor. Her saat başı vuran "dan dan dan!" sesleri alnımızın çatına geriliyor erken bir ölümü haber verir gibi. Kulenin gölgesi düşüyor akan suya. Suyun akışı ne kadar hızlı olursa olsun gölge yerini koruyor.

Su akıyor, akrep ve yelkovan suya yetişmeye çalışıyor. Kulenin yanında bir çam ağacı. Mezarın üstüne doğru eğiliyor sanki. Kulenin yanında bir minare. Kule ile yoldaş, sırdaş. Asırlık bir huzurla göğe selam durmaya devam ediyorlar. İkisinin gölgesi de aynı yere düşüyor. Biri zamanı taşıyor kesme taş omuzlarında, biri tekbirlerle bulutlara yoldaş oluyor. Bir zeytin dalı uzansa sokağın köşesinden. Gölgesi düşse çocukların tam üstüne. Adres tarif ederken; "zeytin ağacını geçip yirmi metre sonra sola döneceksin" diye başlayan adreslerim olsa. Bir ağacın gölgesi insan için çok derin anlamlar ifade edebilir. Soluklanmak, nefes almak, mola vermek, beklemek, kendine gelmek ve hasbihâl etmektir ağacın gölgesi. Zeytin ağacının gölgesi asırlık bir ferahlık sunar altına sığınan herkese. Derviş gibi bir olgunluğu vardır zeytin ağacının. Sağlam kökleri sımsıkı sarılırken bir kayanın dibine, toprağı bırakmadan, kayalara tutunarak kendine mesken tuttuğu her yeri ihya ederek uzatır dostluk, kardeşlik elini zeytin ağacı. Çam ağaçlarının yeşilliğine hiç aldırmadan yapraklarının yeşiline güneşler düşürerek mütevazı bir hayat sürer zeytin ağaçları.

Ve bir incir ağacı olsaydı bahçemizde. İncire, zeytine andımızı tazeleseydik. Bir kayanın dibinden biten incirin koruyan yaprakları arasından izleseydik bulutları. Bir zeytin ağacının yanına en çok da incir ağacı yakışıyor. Zeytin ağaçlarının çevresinin incir ağaçları ile donatıldığını gördüğümde bu iki ağacın dostluğuna şahit olmanın mutluluğunu yaşamıştım. Her gördüğünde andını tazeleyebileceğin bir ilahi güzellik. Sonradan öğrendim incir ağaçlarının görevini. Zeytinleri korumaya alarak arıların onlara geçmesini engellemekmiş orada bulunmalarının sebebi. İncirin damlayan balları ile meşgul olan arılar zeytinlere gitmeyi düşünemeyecekler bile. Tarlada iki büklüm çalışıp soluğu ağacın gölgesinde alınmış bir emeğin tadına doyum olmaz. Alından düşen her damla bereket olur toprağa. Düşen her damladan bir filiz yeşerir. Rengi, şekli başka bambaşka bir filiz. Bir damla daha düşer alından. Filiz boy atar. Göğe doğru uzatır başını. Bir damla, bir damla, bir damla daha…

Filiz; dal budak salar, sahiplendikçe yerini daha bir görkem kazanır. Bir damla alın terinin altında yaprakları göğü kapatan bir ağaç, gölge olur emeğini kutsayan herkese. Hepsinin ötesinde yine de bir zeytin ağacı olsaydı sokağın köşesinde. Yıllara meydan okuyan genç ve diri bir zeytin ağacı. Ya da bir bahçenin duvarından sarkan portakal ağacının çiçekleri kesseydi yolu. Durup, ağacın gölgesine sığınıp Akdeniz kokulu bir portakal ağacıyla hasret giderseydim. Çiçek kokan bir şiire başlasaydım turuncu bir akşamda. Portakallar sarkarken dallardan "Hasret ne acı şeymiş ve ne kadar yakıcı, Akdeniz gibi." deseydim. Dar bir köy yolunda iki tarafı kuşatan kavak ağaçlarının gölgesinde sanki bir zaman tünelinde gibi ilerlemenin insanı tüy gibi hafifleten görüntüsü çıkıyor karşıma. Bu manzarayı gören herkes arabasını bir kenara çekip bu gölgeli yolda hatırı sayılacak pozlar veriyorlar. Sonra gölge, bayram yerine, düğün alanına dönüşüyor.

Gelinle damat gölgeli yolda mutluluklarını perçinlemek için "gülümseyin" diyen objektife doğru alışılmış bir poz armağan ediyorlar. Sonra herkes çekiliyor. Kavak ağacı gölgesini içine hapsedip geceye dönüyor yüzünü. Bütün uzak ihtimâlleri yakınıma alıyorum. Gölgem kendine yeten bir acemi seyyah.