Her dönemde sorun vardı ama biz geçmişi neden sorunsuz sanıyoruz?

SAVAŞ Ş. BARKÇİN
Abone Ol

Siyasette, ekonomide, hukukta, evde, sokakta, okulda her yerde sayısız sorunlar var. Bazıları devasa sorunlardır. İnsanların bireysel olarak çözemeyecekleri şeylerdir. Mesela ekonomik krizi ne kadar istesek de tek başımıza çözemeyiz. Ama bize yansıdığına göre artık kişisel bir sorun olur.

Gençliğimde “sorun” kelimesi bu kadar yaygın değildi. Bu kelime TDK tarafından “mes’ele” kelimesinin yerine uydurulmuş. Önce “sorum” demişler. 1955’teki TDK sözlüğünde ise bunu “sorun” yapmışlar. “Mes’ele” kelimesi ise Arapça “sormak” anlamına gelen “seele” masdarından türetilmiş. Bu kökten gelen “sual” kelimesi “soru” demek. “Mes’ul” ise “sorumlu” demek. O hâlde “mes’ele” “sorulan şey” anlamında. Bir de dilimize Fransızca’dan giren “problem” kelimesi var. O da eski Yunanca “problema” kelimesinden geliyor. “Öne, ortaya soru atma” anlamında.

Ülkemizde soru da, sorun da bitmez. Aslında dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir devrinde sorunsuz bir toplum yoktur. Ama bizim sorunsuz saydığımız zamanlar ve mekânlar vardır. Meselâ Fatih devri desem, çoğumuz “harika zamanlarmış” deriz. Oysa o zamanda da pek çok sorun vardı. Bu, o devri ve mekânı bilmemekle ilgili bir şeydir. Aslında kendi zamanını da bilmemekle ilgili bir şeydir. Bu yaygın algı yanlışının bir sebebi cehalet ise, öteki kendimiz için hayal ettiğimiz sorunsuz bir hayattır.

Siyasette, ekonomide, hukukta, evde, sokakta, okulda her yerde sayısız sorunlar var. Bazıları devasa sorunlardır. İnsanların bireysel olarak çözemeyecekleri şeylerdir. Mesela ekonomik krizi ne kadar istesek de tek başımıza çözemeyiz. Ama bize yansıdığına göre artık kişisel bir sorun olur. Bazı sorunları ise kanıksadığımız için artık sorun olarak görmeyiz. Meselâ trafikteki kargaşa.

Bizde hangi sorun olursa olsun kaynağı hep devlet olarak görülür. Devlet hem sorunların kaynağıdır, hem de o sorunları çözmesi beklenen babadır. Ama işin aslına bakarsanız her şeyde sürekli devlete işaret etmek, sorundaki ve çözümdeki kendi sorumluluğunu göz ardı etme taktiğidir.

Devlet tecrübemde ve günlük hayatımızda gördüğüm şey, genelde sorunlara bakışımızda temel sorunlarımız olduğudur. Yani sorunlara çözüm bulma derdinden evvel sorunları tesbit, algılama ve tanımlamada önemli yanlışlarımız var. Başlıcalarını sıralayayım:

Sorunu sorun olarak görmemek

Kendini veya dünyayı sorunsuz görmek en büyük sorundur. Kendindeki eksiği görmeyen çevresindeki eksikleri de göremez. Dolayısıyla onları düzeltemez. Her şeyi toz pembe görenler kendi kuyularını kazanlardır. Böyleleri yönettikleri devleti, bakkalı, şirketi, aileyi yok eder. Acı gerçekleri söyleyecek, çıkarı olmayan, dürüst ve donanımlı insanlara kulak vermemek, hatta onları düşman saymak kendi kendini bitirmek demektir. En az sorun kadar önemli olan şey, sorunun algısıdır. Mimar Sinan’ın yaptığı caminin minaresine eğri diyen çocuğun gönlü olana kadar minareye halat bağlatıp çektirmesi gibi.

Sorunu gelişme olarak görmek

Kimine sorun gibi görünen şey, başkasına gelişme gibi görünebilir. Meselâ ülkemizdeki nüfus azalması Batılı ülkelerce uzun yıllar alkışlandı. Başka hiçbir projeye para vermeseler de doğum kontrol projelerine para aktardılar. Çünkü nüfus bir güç unsurudur. Size güç kaybettirmek onlar için bir gelişmedir. Bizim içinde büyük bir sorun.

Gelişmeyi sorun olarak görmek

Bazen de insanlar ya körlüklerinden, ya bilgisizliklerinden, ya da dümdüz kötü niyetlerinden olumlu bir durumu sorun gibi göstermek isterler. Meselâ ülkemizde ordunun siyaset üzerindeki kontrolünü kaldıran reformlar sırasında felaket tellallığı yapanlar oldu. Çünkü ordunun halkın seçtiği muhafazakâr iktidarları tasfiye etmesini isteyenler bunu bir güç kaybı olarak görüyordu.

Sorunu sahiplenmemek

En sık rastlanılan sorunlardan birisi de bu... Kişilerin de, toplumların da, kurumların da sorunları olduğunda bunu kabullenen pek çıkmaz. Sorunu kabullenmek zayıflık gibi görülür. Onun için herkes suçlu olarak başka birini işaret eder. Oysa sorunu sahiplenmek, onu çözmenin ilk adımıdır. Bizde kimse sorunlarda payı ve sorumluluğu olduğunu kabullenmek istemez. Başkasını suçlamak daha kolaydır.

Her sorunu karşıt siyasi odağa yamamak

Bu bizde bitmeyen bir siyasi demagoji konusudur. Ekonomide, eğitimde, trafikte bir sorun mu var? Sorunu üstlenmek yerine yansıtma psikolojisiyle siyasi rakibini suçlamak en kolay yoldur. Böylece çözüm bulma yükü karşı tarafa yıkılmış olur. Çocuk kavgası gibi “sen yaptın, ben yaptım” tarzında bir ağız dalaşı sürer gider. Bu arada sorunlar katmerlenir, çözülmesi zorlaşır.

Sorunu dış güçlere bağlamak

Bu hiç bitmeyen bir sorundan sıyrılma taktiğidir. Memlekette ekonomiden eğitime kadar hangi sorun varsa dış mihrakların işidir. Deprem olur, ona bile dış güçlerin işi derler. Böylece hem milliyetçi bir goygoyla halkı aldatmayı, hem de suçu üzerlerinden atmayı hedeflerler. Peki, dış güçlerin şer emelleri yok mu? Elbette var ama senin görevin de onlara karşı sağlam durmak.

Sorunun tamamını değil bir kısmını görmek

Oysa hayatta birbirinden kopuk alanlar yok. İnsanın ev hayatıyla iş hayatı, iç dünyasıyla dış dünyası iç içe. Toplumlarda da öyle. Siyasetle ekonomi, iç politika ile dış politika iç içedir. Ama tek bir soruna odaklanıp bu sorunun kaynaklandığı ve etkilediği diğer alanları görmemek o sorunu çözmeyi zorlaştırır.

Bir alandaki kısmi sorunlar yüzünden bütün alanı sorunlu saymak

Sorunu kriz olarak görüp abartmak, krizi sorun olarak görüp azımsamak yaygın bir bakış sorunudur. Bazı konularda tekil sorunları memleket sorunu olarak gösterenler olur. Bir kurumda bir birimin iyi çalışmamasını o kurumdaki bütün birimlere yamamak gibi. Böyle olunca maalesef çalışan ile çalışmayan, yetkin olan ile olmayan birbirine karıştırılır. Az sayıdaki insan yüzünden çoğu insana sıkıntı verilir. Birileri vergi kaçırıyor diyerek şirketleri ve esnafı vergi baskısına almak böyledir. Vergi kaçıranın değil daha çok kaçırmayanın canı sıkılır.

Sorunu yanlış sebebe bağlamak

Doğru bir çözüm için sorunun sebeplerini doğru tesbit etmek gerekir. Bizde ise bu genelde ıskalanır. Her sorunu götürüp aynı sebeplere bağlarız. Meselâ ekonomik krizi sadece küresel gelişmelere bağlamak böyledir. Başka zamanlar dünyayı yönetiyormuş gibi söylemler takınanlar, büyük sorunlar gizlenemez hâle gelince birden edilgen bir dil benimserler.

Sorunun doğal ve güdülü etkenlerini birbirine karıştırmak

Bazı sorunlar doğal sebeplerle ortaya çıkar. Meselâ kuraklık olduğunda tarımsal üretim düşer. Bu da ürün fiyatlarını yükseltir. Bu doğal sebeptir. Fakat birileri bu kıtlığı fırsat bilip tarım ürünlerine aşırı fiyatlar koyuyorsa işte bu sorunu daha da büyütür. Çözüm ararken ikisini birbirine karıştırmamak gerekir.

Sorunun temelindeki insan olgusunu ihmal etmek

İnsan olmadan altyapı, yollar, uçaklar, sınıflar, okullar, binalar tek başına sorun çözmez. Bizde maalesef sorunlara çözüm aranırken insan odağı pek dikkate alınmaz. Meselâ engelli bir insan geniş bir yolda karşıdan karşıya nasıl geçebilir? Yaşlı veya yük taşıyan insanlar merdivenleri nasıl çıkıp inebilir? İnşaata bakmaktan insan inşa etmeyi unutuyoruz.

Savunduğu siyasi görüş devlete hâkim olunca sorunun otomatikman ortadan kalkacağını sanmak

1990’lı yıllara kadar dindar gençler böyle düşünürdü. Kemalist ve Batıcı hükümetler gidip yerine onlar iktidara gelince enflasyondan dış politikaya, rüşvetten halkı horlamaya kadar herşeyin bir gecede otomatikman düzeleceğini sananımız çoktu. Öyle olmadığını tecrübelerimizle anladık. Dünyada öyle bir anda veya kendi kendine çözülen bir sorun yok.

Soruna anakronik bakmak

Bugünün sorununu geçmişe yamamak veya geçmişin sorununu bugüne ait algılamak yaygındır. Meselâ “Osmanlı’da niye demokrasi yoktu?” sorusunu sormak gibi. Oysa o dönemde hiçbir yerde demokrasi yoktu. Anakronizm bazen geçmişteki zulümleri ve yıkımları meşrulaştırmak için kullanılır. Tek Parti dönemindeki baskıları ve yasakları tutup “o devrin gereği buydu” diyenler gibi.

Sorunu kendimizi aşağılayacak tarzda anlamak ve açıklamak

Memleketimizde özellikle Batıcı kesim hangi sorun olursa olsun hemen “gericileri,” “az gelişmişliği,” hatta “geri zekâlı halkı” suçlu olarak ilan ederler. Bunlar, Batı’daki çözümleri kopyalayınca herşeyin güllük gülistanlık olacağını ileri sürerler. Kendi etkenliklerini, kişiliklerini kafalarındaki muhayyel bir Batı imgesine feda ederler. Çoğu Batı’yı pek iyi bilmemesine rağmen.

Sorunu eski çözümleri kopyalayarak çözeceğini sanmak

Bu yanlış dünyanın, insanın, toplumun dinamikliğini gözardı etmekten doğar. Modern eğitimin bunda büyük bir rolü vardır. Çünkü okullarda gençlere Batılı izahlar ve modeller mutlakmış gibi öğretilir. Eleştirel bakış nadiren görülür. Böyle yetişen insanlar okulda öğrendikleri mükemmel modeller ile hayatta karşılaştıkları sorunlar arasındaki uçurumu görünce hayal kırıklığına uğrarlar, mücadele şevkleri kırılır, bozuk düzene teslim olurlar.

Bunlar gibi daha başka soruna bakış yanlışları sıralanabilir. Ama bütün bunların temelinde sorunu tiraf etmemek, başkasını suçlu görmek, kendine güvenmemek, gerçekçi ve gayretli olmamak, liyakate önem vermemek yatar. Sorunları samimiyetle ele alıp ciddiyetle çözüm geliştirmeye çalışmak yerine dünyada özellikle Batı’da moda olan çözüm modellerini kopyalamak kolaycılıktır. Bunu yapanlar ister bakkalı, ister şirketi, ister devleti yönetsinler kendileri donanımlı olmaya çalışmadıkları gibi ehliyet ve liyakat sahibi insanlarla istişare de etmezler. Çünkü iş batağa saplandığında suçlu gösterilecekler çoktan bellidir.

Bunun yanında her sorunun adresini devlet olarak gösterenler de sorun çözemezler. Çünkü devletin ürettiği birçok sorun olsa da iş yine gelip insana dayanıyor. Bunu yapanlar sorunu da çözümü de devlete yüklerler. Bazı devletçi tipler ise “devlet aklı,” “aksakallılar,” “bir bildikleri vardır” diyerek devletin yanlışlarını eleştirmek bir yana onları yüceltirler. O yüzden kendi sorunumuza sahip çıkmak, bizden kaynaklanmayan sorunlarda ise çabamızı çoğaltarak alttan üste doğru iyiliği, adaleti ve saygıyı yaymaya çalışmaktan başka çare yok. Zira insanlar düzelmedikçe kurumlar düzelemez.

Bir de sorunlardan sadece şikâyet etme âdetimiz var. Sürekli başkalarının hatalarından bahsedip kendimizi dolaylı olarak temize çıkarma gayretimiz var. Bu da kendi dairemizden başlayarak çözüm geliştirme alışkanlığımızı yok ediyor. Bunu söylerken elbette sorunları eleştirmeyelim demiyoruz. Ama en azından kendi günlük hayatımızda, ailemizde, sokağımızda, işyerimizde o sorunun bir parçası olmayalım. Büyük değişimin nüvesi ancak böyle olabiliriz. Çünkü tarihte toplumları değiştirenler sorunlara gerçekçi olarak yaklaşanlar, akılcı çözümler geliştirenler ve doğru işi yapma konusunda sebat edenlerdir.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.