İngiliz anahtarı Fetullah Gülen

MUHAMMED BERDİBEK
Abone Ol

1990’ların hemen başında komünizm tehdidi, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ortadan kalktı.Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” makalesinde, medeniyetler ve dinlerarası diyalogla cevap veren isim yine Fethullah Gülen’di. ABD için nerede bir kriz ortamıoluşsa, Fethullah Gülen hemen oracıkta beliriyor, bir nevi İngiliz Anahtarı işlevi görüyordu.

İngiliz anahtarı, nâm-ı diğer somunları gevşetmeye veya sıkıştırmaya yarayan ve çeneleri paralel olarak açıp kapatan bir tür kıskaç.

Geçit vermez Ankara
Cins

Yani her yönüyle işlevsel olan, bütün sıkıntılı noktaları sıkıp gevşetebilecek işlevsel bir alet. Uluslararası ilişkilerde İngiliz anahtarı ifadesi bu tanımının dışında farklı bir anlamda da kullanılıyor. Bu bağlamda, bir sistemin esas düzenleyicisi olanlara hizmet eden kurum, kuruluş ve kişiler anlamına geliyor. Bunlardan biri de şüphesiz Fethullah Gülen. Yahut İngiliz anahtarı Fethullah Gülen. Hikaye ise şöyle:

Ülkenin çeşitli illerinde oluşum gösteren bu cemiyetin Erzurum şube örgütlenmesinde ise 1956-1960 yılları arasında Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’de imamlık yapmış Fethullah Gülen adında bir şahıstı.


Truman Doktrinine göre Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası politikasının değiştiği ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğu ilan edilmişti. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri “komünizm tehdidi” altındaki devletlere mâlî ve askerî yardım yapacağını açıklamıştı. Bu yardımlardan, Türkiye de önemli derecede nasibini alıyordu; zira komünizmle mücadelenin en önemli olduğu bölgelerden biri Türkiye’ydi. İşte bu yüzden, çeşitli desteklerle anti-komünist hareketler, dernekler, vakıflar güçlendiriliyordu.

İşte bu koşullarda, Türkiye’deki ilk anti- komünist dernek başvurusu 1948’de Zonguldak’ta yapıldı. Resmî anlamda ise ilk şubesi 7 Aralık 1956’da İstanbul’da kuruldu. 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte kapatılan bu dernek, 1963 yılında Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği adı altında yeniden kuruldu. 1965 yılında ise inanılmaz bir büyüme yaşadı. 1965’te sayısı 27 olan şubeler artarak kısa sürede 110’a ulaştı. 1965 yılından itibaren İzmir, Antalya, Adana, Erzurum, Kars ve Trabzon’da bu amaçla mitingler düzenledi.

Ülkenin çeşitli illerinde oluşum gösteren bu cemiyetin Erzurum şube örgütlenmesinde ise 1956-1960 yılları arasında Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’de imamlık yapmış Fethullah Gülen adında bir şahıstı. Gülen, askerliğini Ankara-Mamak’ta yaptığı sırada, Talat Aydemir komutasında ihtilal yapmak isteyen askerlerden de birisiydi. 11 Kasım 1961’de darbe girişimi başarısız olmuş, o da diğer askerler gibi teslim olmuştu. 1963 yılında ise memleketi Erzurum’a dönerek anti-komünist programların içinde yer almıştı. Fethullah Gülen’in ABD’yle ilk çıkar ve ülkü birlikteliği de böylece şekillenmişti.

Daha sonra, 1 yıl Kırklareli’nde vaizlik yapan Gülen, 1966’da İzmir Merkez vaizi oldu. Burada bulunduğu 5 senelik süre zarfında, belagat konusunda oldukça iddialı bir isim oldu.

  • Ayrıca şiirsel bir dil kullanarak hatiplikteki iddiasını da ortaya koymuştu. Kısa bir süre içerisinde kendi etrafında şekillenen bir grubu oluştu. Nurcu kökenli bu vaizin artık kendi cemaati oluşuyordu.

Vakit gelmişti. Nitekim etrafında yerel bazı işadamları ve öğrencilerden oluşan az sayıda insan da vardı. Bu da kendi başına bir cemaat oluşturmak için yeterli kaynak anlamına geliyordu.

Gülen Cemaati olarak anılmaya başlayan bu hareketin en çok önem verdiği şey eğitimdi. Gizliliği temel prensip olarak benimseyen bu hareketin lideri, Sızıntı Dergisindeki yazıları ve vaazları dışında çok fazla ortalarda görünmemeyi de seçmişti. Zira gelecekte yapacak çok işi vardı ve yüzünü eskitmemeliydi.

BD’nin rızasını sürdüren bu yapı, Türkiye’de egemen yapılarla işbirliği içerisine giriyor, Refah Parti’sin yükselişine bir alternatif olarak kendisini “Ilımlı Müslüman” olarak öne çıkarıyordu.

1980’lerin hemen başında Gülen Cemaati oldukça etkili açılımlar yapmaya başladı. Artık Gülen’in ardı ardına vaaz kasetleri ve kitapları çıkıyordu. Örgüt, büyüyordu. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve uluslararası konjonktür de bu büyümeye uygundu.

ABD komünizm tehdidiyle mücadele ederken bir yandan da Müslüman ülkelerden müttefik gruplar arayışındaydı. Bu koşullarda Amerika’ya en etkili cevap Gülen Hareketinden geldi. Hızlıca bir işbirliğine gidildi. Kurulan bu işbirliği çerçevesinde cemaat, daha hızlı bir şekilde büyümeye başladı. Karşılarına engel olacak bir şey çıkmıyordu. Mesela 12 Eylül Cuntacıları, ülkenin tüm kesimleriyle savaş halindeyken, cemaatle ciddi bir sıkıntı yaşamıyordu.

Fethullah Gülen, 1960’lı yıllar boyunca sohbetlerine katılan Turgut Özal’ın Başbakan olmasıyla birlikte, Gülen’in cemaatini yurtdışına da taşıması kararı alındı. Bu atılımın ilk nüvesi, 1972’de İzmir’de temelleri atılan 1976’da da faaliyete geçen bir yurttu. Bu yurt 1982’de Yamanlar Koleji’ne dönüştü. Kısa bir süre içinde okullar ve vakıflar yoluyla ülke çapında devasa bir örgütlenme yoluna giren Fethullah Gülen’in yurtdışındaki ilk örgütlenmesi Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte Orta Asya’da atıldı. Kısa bir süre içinde de, Suudi Arabistan, İran ve küresel sisteme entegre olmayan ülkeler istisna olmak kaydıyla pek çok ülkede okullar açıldı. Böylece Gülen cemaati etrafında küresel bir ağ oluşmaya başlandı.

Bu okullar, Türkçe’nin ve Türkiye’nin temsilcisi olarak görünmekteydi. İşte bu yüzden Turgut Özal ve MHP lideri Alpaslan Türkeş; Gülen Hareket’inin özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki faaliyetlerini teşvik etti. Bir ucu Kamboçya’da diğer ucu Güney Afrika’da olan bu seçkin okullarda elit ailelerin çocukları hedef alınmaktaydı. Çok geçmeden iyi bir eğitim ve sunulan iş imkânları sayesinde Gülen’in etrafın da ciddi bir küresel ilişki ağı ve tabanı oluştu.

Elbette bu tutum uluslararası konjonktüre de uygundu. 1990’ların hemen başında komünizm tehdidi, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ortadan kalktı. Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” makalesinde, medeniyetler ve dinler arası diyalogla cevap veren isim yine Fethullah Gülen’di.

ABD için nerede bir kriz ortamı oluşsa, Fethullah Gülen hemen oracıkta beliriyor, bir nevi İngiliz Anahtarı işlevi görüyordu.

Ayrıca uluslararası koşullarda, ABD’nin rızasını sürdüren bu yapı, Türkiye’de egemen yapılarla işbirliği içerisine giriyor, Refah Parti’sin yükselişine bir alternatif olarak kendisini “Ilımlı Müslüman” olarak öne çıkarıyordu. Nitekim Türkiye’deki bütün İslamî kurum ve kuruluşlar 28 Şubat Post-Modern darbesinden bir enkazla çıkarken, Gülen hareketi oldukça hızlı bir şekilde büyüyordu.

Batı medyasında çıkan analizlerin çoğunda Gülen’e yönelik yorumlar ise oldukça olumluydu.

Özellikle 11 Eylül 2001’den sonra “Radikal İslam”ın yükselişinden rahatsız olan ABD, Türkiye’de “Radikal İslam’ın temsilcisi olan Refah Partisinin Panzehiri olarak ortaya çıkan Gülen hareketinin yayılmasını küresel anlamda teşvikini artıyordu.

  • İşte bu yüzden, ABD, CIA’nin 1999’da kendi bünyesine aldığı Fethullah Gülen’le birçok ortak çalışmayı birlikte yürütüyorlardı. Batı medyasında çıkan analizlerin çoğunda Gülen’e yönelik yorumlar ise oldukça olumluydu.

Elbette bunun ardında da Amerika’nın desteği görülüyordu. Buna karşılık birçok İslami hareket, İslam Dünyasında yıkımın temel sorumlusu olarak Batı’yı görürken Gülen farklı düşünüyordu. Zaten New York Times’da bunu açıkça deklare ediyordu: “Ben yıllarca Batıya hizmet ettim” ifadeleri, aleni bir Batı hayranlığının göstergesiydi.

Ak Parti ise kurulduğu dönemden itibaren, çeşitli tehditlerle karşı karşıyaydı. Ordu ve orduya destek veren binlerce insanın varlığı manidardı. Öyle ki 2002 sonrasında pek çok darbe girişimine maruz kalınmış, ordu üstün güç olarak hafızalara kazınmıştı. İşte bu koşullarda, Ak Parti her ne kadar Gülen Hareketi’ne mesafeli olsa da, bu durumu ehven-i şer olarak kabul etmeye başladı.

Bu arada Ergenekon, Balyoz gibi davalarda gösterdiği sivil duruşla ülkenin pek çok kesiminin desteğini alan Gülen yapılanması, örgütünü hızlı bir şekilde genişletmişti. Ak Parti dönemi öncesinde ülkenin çeşitli kademelerine sızan bu yapı, kendisine açılan bu fırsat penceresini, özellikle 2007 sonrasında, oldukça fütursuz bir şekilde kullanmaya başlayınca Ak Parti-Gülen Hareketi ilişkilerinde köklü bir kırılma yaşandı. Mavi Marmara, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması olayları, 17-25 Aralık sürecinden sonra Cemaat-AK Parti ilişkisinin tamamen kopmasına neden oldu… Ve artık büyük savaşın da ilk adımları atıldı.

“Ben yıllarca Batıya hizmet ettim” ifadeleri, aleni bir Batı hayranlığının göstergesiydi.

Tehdit oldukça büyüktü; fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dışında bu tehdidi ciddiye alan neredeyse hiç kimse yoktu. Tehdidin büyüklüğü 15 Temmuz 2016 gecesi pek çok kesim tarafından anlaşılmaya başlandı. Yıllarca sivil insiyatif çağrısı yapan, sürekli barış dili kullanan ve kendini millî olarak pazarlayan bu örgüt, masum insanların üzerine F16’larla bomba atıp tanklarla insanları ezecek kadar da caniydi. Bu canilik o raddeye varmıştı ki neredeyse darbeye karşı çıkan her vatandaş katledilmek istendi.

FETÖ'nün boynundaki balta
Cins

Yıllarca başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine ılımlı İslam diyaloğu çağrılarıyla hizmet eden örgüt, ilk kez nihai hedeflerinden biri olan Türkiye’yi ele geçirmek harekete geçti. Küresel sistemin -kendi deyimleriyle “Recep Tayyip Erdoğan bizim dediğimizi yapmıyor” diyerek alaşağı etmek istediği döneminde- Batı’nın paravan terör örgütü, FETÖ, erken doğum yaparak yanlış hamlesini yaptı. Her dönemde çeşitli fonksiyonlarla İngiliz Anahtarı işlevi gören Fethulllah Gülen ve terör örgütünün bu kez açmaya çalıştığı kapı açılmadı. Zira kapının kilidi darbe karşıtı milyonlar tarafından öylesine kilitlenmişti ki hiçbir anahtar bunu açamazdı.