İstilacı kablolar ahşap sırt kaşıyıcıları ve geleceğe dönüş

MELİH TUĞTAĞ
Abone Ol

Sanırım bu hobim üç dört yıl önce başladı. Bir araştırma yapmak için Beyazıt BüyükKütüphane’ye gitmiştim. 60’larda yayınlanan bir gazeteye baktığımda, yaşanıp bittiği için şu anhakikatini bildiğimiz bir konuya dair manşet gördüm. Çok fantastikti.

Tarih ve arkeoloji herkesin bir şekilde ilgi duyduğu, ilgi duymasa bile hakkında konuşulduğunda herkesin şikayet etmeden dinlediği konular.

Bu konulara olan ilgi enteresandır. Bir neslin arkeoloji aşkı Indiana Jones sayesindedir mesela. Harrison Ford kamçısını aşk ile düşmanlarına şaklattıkça, tarihi eserleri canı pahasına korudukça bizim içimizin yağları eridi yıllarca. Hatta bu hevesle arkeoloji okuyan pek çok arkeoloji öğrencisinin hayal kırıklıklarına şahit oldum. Hayaller Indiana Jones aksiyonu, hayatlar kemik fırçalama. Ya da mevzu tarihse orada durum biraz daha enteresan. Benim bereketli, zengin ve güzel ülkemde kişi başına iki tarihçi düşüyor. Belki şaşıracaksınız, ama bu, şair sayısından bile fazla.

Özellikle fahri tarihçilerin en büyük hobisi tez üretip, başkalarının tezlerini çürütmektir. Hürrem’in halvet anılarını duymaktan hoşlanırlar ve hepsinin yalan olduğuna dair delilleri hazırdır. Dış mihraklar, sağ olsunlar, şu an olduğu gibi o zamanlar da bizi yalnız bırakmıyorlarmış. Her işin altında elbet onlar varmış. Vatikan’ın sırları çokmuş. Kutsal Kase Ayasofya’daymış. Amerika aslında çok çok çok öncesinde Türkler tarafından keşfedilmiş, ama gevur bunu bizden gizliyormuş. Aslında buralara 1071’de gelmemişiz. Yavuz Sultan Selim’in çıbanı çıban değilmiş. İstanbul’u aslında Fatih değil, yaveri fethetmiş. Tüm fikirler aslında onunmuş, Fatih fikirleri kendinin gibi lanse etmiş falan filan… Elbette pirleri şarapçı Kenan abinin adını anmazsak ayıp olur. Açık söyleyeyim ben tarihten de arkeolojiden de anlamam. Nihayetinde altı üstü mühendis çıkması bir adamım.

Şaka bir yana (aslında şaka hiç yapmadım, ama bu fahri tarihçilik mevzuu müstakil bir yazının konusu olmalı diye düşündüğümden lafı değiştirmeye çalışıyorum.) açıkçası bu konuların konuşulmasından enteresan bir keyif de alıyorum. Fakat benim bu konulardan aldığım keyfin temeli, meselenin esasıyla ilgili değil. Bu bilgilere nasıl ulaştıklarına dair kurmaca yapmaktan hoşlanıyorum ben. Bir tarihçi ulaştığı bir tarihi metni nasıl yorumlar? Bulduğu metin ne kadar doğrudur? Ya da bir arkeolog bulduğu çok eski bir ev eşyası üzerinden onu kullanan kişilerin hayatına dair nasıl fikir yürütür? Dedim ya ben bu konuların cahili bir mühendis çıkması olduğumdan, bahsettiğim soruların cevapları hayal gücüme kalıyor. Eğlenceli bir hobi.

Sanırım bu hobim üç dört yıl önce başladı. Bir araştırma yapmak için Beyazıt Büyük Kütüphane’ye gitmiştim. 60’larda yayınlanan bir gazeteye baktığımda, yaşanıp bittiği için şu an hakikatini bildiğimiz bir konuya dair manşet gördüm. Çok fantastikti. Sonra aynı gün yayınlanmış karşıt görüşlü bir gazeteye baktım, aynı olaya dair oradaki manşet daha da fantastikti. Bir olay, bir hakikat ve iki tane hakikatten uzak veri vardı elimde.

Birkaç gün kütüphanede bu şekilde alakasız zamanların gazetelerini inceledim. Çok enteresan zamanlardan geçmişiz. Mesela bir ulusal gazetede, ücra bir kasabada 15 hafızın yetiştiğini haber yapmaları çok acayip gelmişti. Sonra başka bir gazetede Kur’an kursu baskınının “gerici yuvası basıldı” şeklinde haberleştirildiğini görünce olayı çakozladım.

Sonra birkaç zaman geçti, olayı birebir yaşamış birinden şu anıyı dinledim: 80’lerde, yasaklı zamanlarda Marmara bölgesinde bir şehirde, Kadiri dervişleri zikir ediyor. Zikir meclisine baskın yapılıyor. Herkes tutuklanıyor v.s. Ama olay bu değil. Sonraki gün şu an hala yayın yapan bir gazete bu olayı şu şekilde haber yapıyor: “Gerici terör örgütüne eylem hazırlığındayken baskın yapıldı. Tüm örgüt mensupları tutuklandı. Örgüt liderleri Abdülkadir Geylani ve Ahmeder Rufai isimli iki kişi hala aranıyor.” İnşallah bulmuşlardır.

Şu an bize bu anılar komik geliyor di mi? Kurmaca tarih ve kurmaca arkeoloji hobim de tam bu noktada başladı işte. Allah muhafaza bugün dünya büyük bir felakete maruz kalsa… Bilgi kaynakları zarar görse… Ciddi kopukluklar olsa… Ve 300, 500, 1000, 2000 sene sonra bu dönemlerdeki kopuk bilgiler tekrar toparlanmaya çalışılsa… Bu verilerle karşılaşan tarihçiler, arkeologlar bizim hakkımızda ne düşünür? Mesela yukarıda bahsettiğim haberin küpürünü 300 yıl sonra, 2316’da bir tarihçi bulsa 1980’leri nasıl yorumlar? Ya da 3016 yılında yapılan bir kazıda 2016’ya ait bir pilates topu bulan arkeolog dönemin yaşantısı hakkında ne düşünür? Ben hobi olarak cahillik ediyorum yani. O zaman şimdi geleceğe ışınlanıp, bulgular üzerinden 2016 Türkiye’sine bakalım.

BULGU: HALI DESENLİ MOZAİK KAPLAMA APARTMAN

YORUM:

2016 Türkiye’sinde çok katlı binaların dış cephesinde mozaik kaplama diye bir teknik kullanıldığı görülmekte. Mozaik kaplamada sıkça aynı desenlere rastlanmakta. Bu desenler, yere serdikleri ve adına halı dedikleri şeylerde de görülmekte. Ayrıca duvar mozaiklerinde en sık rastlanan şeylerden biri de, binaların ismi olduğunu düşündüğümüz kelimelerin duvara işlenmiş olması. 2016 Türkiye’sinde en yaygın mozaikli apartman ismi: “Maşallah” Daha evvel yapılan kazılarda M.Ö. 300’lü yıllara ait Zeugma kalıntıları bulunmuştu. Zeugma kalıntıları ile mozaik kaplama apartmanlar kıyaslandığında fark edilen, aradan geçen 2300 senede mozaik estetiğindeki gerilemenin sebebi hala araştırılıyor.

BULGU: İSTİLACI KABLOLAR

YORUM:

Tarihte bir yerlerde –ne zaman olduğunu ne yazık ki tam bilemiyoruz- bir felaket sonucu geçmiş ile olan bağlarımız tamamen kopmuştu. İşin kötüsü hangi felaket sonucu geçmişle bağlarımızın koptuğunu da tam bilemiyoruz. Bir sürü ihtimal var, ama genel kabul görmüş bir teori hala ortaya atılamadı. Hipotezden öteye geçemiyoruz. Fakat yapılan kazılarda haneleri ve civarını çepeçevre sarmış kablo yığınlarını gördüğümüzde, dünyayı kısa bir süre için yok eden felaketin ne olduğunu bulduğumuzu düşündük. Elimizde kesin bir delil yok, ama istilanın boyutlarına baktığımızda, kabloların bir felakete sebep olma ihtimalini %63 olarak hesapladık. Peki, bu kablolar kendi inisiyatifleriyle mi dünyayı işgal etmişti, yoksa bir uzaylı işgali mi söz konusuydu? Felakette yok olmayan nadir kitaplardan birinde, Melih isimli bir yazar kaval çalarak kabloların yılan gibi oynatılıp, hareket ettirilebileceğinden bahsediyordu. Yılanın ne olduğunu bilmiyoruz, hayvanmış galiba; ama bildiğimiz tek şey kablolara hükmedebilen biri, 2000’lerin dünyasını ele geçirebilirmiş. Acaba çocuk kitabı kisvesi altında yazılmış o kitap, büyük felaket hakkında bir ilan mıydı? Suçlu subliminal mesajlarla kendini ele vermiş olabilir miydi? Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için kazılara devam etmemiz lazım. Sene oldu 2550 biz hala nelerle uğraşıyoruz. Poffff!

BULGU: OTOMOBİL BİTKİ ÖRTÜSÜ

YORUM:

Yapılan kazılarda 2000’li yılların başlarında Türkiye’de maki, bozkır, orman, asfalt ve otomobil bitki örtüsüne rastlandı. Orta ve doğu kesimlerde bozkır, batı ve güneyde maki, kuzeyde ise ormanlara rastlanmasını normal karşıladık.

Fakat başta kuzey batı olmak üzere, ülkenin her yerindeki şehir merkezlerinde görülen asfalt ve otomobil bitki örtüsü bizleri şaşırttı. Düz olan her yerde felaket sonrası preslenmiş arabaların metal yığınları, metal yığınlarının dört bir tarafında duran siyah elastik cisimler ve bunların hepsinin zemininde duran asfaltlar bulundu. Bunlara bitki dememizin sebebi insanların kendi kendilerine böyle bir kötülük yapmayacaklarını düşünmemiz. Muhtemelen bu üçlü, fotosentezle ya da sporla çoğalarak dünyanın belli bölümlerini işgal etmiş olmalı. Bu arada bahsi geçen siyah elastik cisimlerin adının araba tekeri ya da araba lastiği olduğunu tahmin ediyoruz. Bir takım kaynaklarda onlardan bu şekilde bahsedildiğini tespit ettik. Ayrıca aynı kaynaklardan birinde “kontrolsüz güç, güç değildir” yazıyordu. Bu şahsi olarak çok hoşumuza gitti. Belki, şu an temassız yolculuk yapabildiğimiz için anlamıyoruzdur, ama lastikle olan alakasını çözemedik. Sadece kulağımıza hoş geldi.

BULGU: AHŞAP SIRT KAŞIYICI

YORUM:

Edebiyat tarihçileri ulaştıkları bir kitapta , 1900’lü ve 2000’li yıllarda yaşayan Pinokyo diye bir türün varlığını tespit etmişti. Ahşaptan yapılan bir robotun, mekanik bir aksama sahip olmadan nasıl hareket ettiğini çözememişti. Yıllarca bu vak’a bir sır olarak kaldı. Dahası, bu türün varlığına dair de somut bir delilimiz de yoktu. Sadece o kaynakta ulaşabildiğimiz kitabi bilgilere sahiptik. Taa ki, arkeologlarımızın bulduğu dirseğe kadar olan, ahşap ellere kadar. İstanbul’un Tahtakale mevkiinde bulunan yüzlerce ahşap el, Pinokyolara dair erişilen ilk somut delillerdi. Şimdi cevaplamamız gereken sorular: Pinokyoların diğer organları neredeydi? Yüzlerce ahşap el, neden toplu bir şekilde oradaydı? Bu bir çeşit defin ritüeli ise, nasıl bir kültürün eseriydi?

BULGU: HERKESİN HAİN OLDUĞU ÜLKE

YORUM:

Tarihçilerimiz, çoğu yok olmuş olsa da bir takım gazetelere ulaşmayı başardılar. Ulaştıkları gazetelerde 2000’li yıllarda bir dönem herkesin birbirini vatan hainliğiyle suçladığını tespit ettiler. Bu haberlere kaynaklık edenlerin, siyasetçiler ve kanaat önderleri olması ise çok dikkatimizi çekti. 2600’lü yıllardan o zamanlara baktığımızda açıkçası hiçbir şey anlayamadık.

Şayet herkes haklıysa, herkes vatan hainiymiş. Herkesin hain olduğu bir yer, nasıl vatan olabilir ki? Halbuki biz bu toprakların vatan olduğunu biliyoruz. O zaman birileri yalan söylüyor demektir. Bu haberlere kaynaklık edenler eğer yalan söylüyorsa, siyasetçilerin ve kanaat önderlerinin birbirine alenen iftira atması toplumsal bir ahlak sorununa işaret eder. Temsilcileri böyle olan bir toplum için biz 600 yıl sonra yaşayan torunları olarak çok üzülüyoruz. Gazetelerde tespit ettiğimiz acayipliklerden biri de iki yıl önce Suriye, dört yıl önce Afganistan’daki savaşlarda çekilmiş fotoğrafların yıllar sonra Sur ve Cizre’de yaşanmış olayların fotoğraflarıymış gibi haberleştirilmiş olması. Anladığımız kadarıyla 2000’li yıllarda ya yalan haber yapmak alışıldık bir şeymiş, ya da savaşlarda reprodüksiyon modası varmış. Umarız ulaştığımız veriler ve yaptığımız yorumlar yanlıştır.

BULGU: BARIŞÇIL TERÖRİSTLER

YORUM:

Bulduğumuz gazete yığınlarında rastladığımız en enteresan şey ise barışçıl terörizmdi. Bununla alakalı olarak üç tahminimiz var.

1- Bulduğumuz gazeteler, aslında gazete değil, mizah dergileriydi.

2- Ülkede musahhihlik mesleği yok olmuştu. Aslında sırtını terör örgütüne yaslamış olan bir siyasi parti “terör”den şikâyet edip “barış” istemiyordu. O kelimelerin aslı “Tel ör” ve “Varış” idi. Terörist siyasiler ülkeyi bölüp tel örmek ve amaçları varmak istiyordu. Her şey yazım yanlışlarından ibaretti.

2000’ler ve öncesine dair araştırmalarımız devam edecek. Büyük felaket bizi ayırmış olabilir, ama biz yüzyıllardır dedelerimizi tanımaya çalışıyoruz. Bu dava bitmez.