İyiliğin sebebi nedir?

MUHAMMED YAZICI
Abone Ol

Şehrin, sayıları belki az ve fakat bundan dolayı çok kıymetli bir avuç erdemli insanı bir araya gelerek sözleşti. Kimden gelirse gelsin zulme ve zalime karşı bedeli ne olursa olsun haktan ve haklıdan yana olmaya ahdettiler. O gün birleşen ellerin içinde bir el daha vardı. Tertemiz bir el… Bir zaman sonra o el önce Hira’da dua için semâya, sonra Bedir’de komut için ileri doğru uzanacak ve bir zaman sonra da şairin tabiriyle kumaş gibi kesilip biçilecek kıtaları işaretleyecekti.

Kötülükle mücadele

Hadis kaynaklarının hemen tamamında nakledilen bir hadisi şerifte Efendimiz şöyle buyurur: “Sizden her kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin, eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle müdahale etsin, eğer buna da güç yetiremiyorsa kalbiye buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir.” Bu hadisi şerif dinin misyonunu ifade etmesi açısından çok mühimdir. Zira din bir yönüyle kötülükle mücadele kurumudur. Dinin ontolojik nedeni insandaki yıkıcılığa dayanır. Eğer yeryüzünde insan olmasaydı dine de ihtiyaç olmazdı. Kâinatta entropi yasası var, termodinamiğin ikinci yasasıdır. Ve Einstein’a göre fiziğin en temel yasalarından biridir. Entropi, kâinatta düzenden kaosa intizamdan bozulmaya yönelişin adıdır.

Eğer yeryüzünde insan olmasaydı dine de ihtiyaç olmazdı.

Bir yeri eğer temizlemezseniz kirlenir. Bir suyu ısıtmazsanız soğur, soğutmazsanız ısınır vs. Kuran’ın insanın sürekli menfi yanlarını nazara vermesi de bundandır. “Kahrolası insan ne kadar da nankördür”, “zalimdir’, “cahildir”, “acizdir” der Kur’an. Modern zamanların kutsanan hatta tanrı yerine konan insanını göremeyiz Kur’an’da. Gerçek insanı görürüz; “Allah yarattığını bilmez mi?” Yeryüzünde mütemadî süren bu bozuluşla beraber hep onunla mücadele hâlinde bir iyilik de var olmuştur. Cahiliyede adeta fecr-i kâzib gibi bir süreliğine ufukta görünüp yok olmuş Hılfu’l-Fudûl de bu kötülükle mücadelenin en tipik örneklerinden biridir. Bu hareket en güzel insanın dünyasında yâd-ı cemîl olmuş. “Bugün olsa yine bir ferdi olurum” tebciline mazhar olmuştur. (İbn-i Sa’d, Tabakât)

Erdemliler cemaati

Hılfu’l-Fudûl yani Erdemliler Cemaati cahiliyedeki İslam cemaatidir. İslam’ın egemen olmadığı bir dünyada neler yapılabileceğine dair bizlere rehberlik edecek bir hadisedir. Karanlığın en kasvetli zamanlarında bile kötülüğe ağıt yakmaktansa bir mum yakmanın öğretildiği bir mektepti Hılfu’l-Fudûl. Bir gün yine bir mazlumun âh-ı efgânı gök kubbede yankılanınca bu sûzişli seda birilerinin vicdanında mâkes buldu. Şehrin, sayıları belki az ve fakat bundan dolayı çok kıymetli bir avuç erdemli insanı bir araya gelerek sözleşti. Kimden gelirse gelsin zulme ve zalime karşı bedeli ne olursa olsun haktan ve haklıdan yana olmaya ahdettiler. O gün birleşen ellerin içinde bir el daha vardı. Tertemiz bir el…

Modern zamanların kutsanan hatta tanrı yerine konan insanını göremeyiz Kur’an’da. Gerçek insanı görürüz; “Allah yarattığını bilmez mi

Bir zaman sonra o el önce Hira’da dua için semâya, sonra Bedir’de komut için ileri doğru uzanacak ve bir zaman sonra da şairin tabiriyle kumaş gibi kesilip biçilecek kıtaları işaretleyecekti. Yukarıdaki hadisi şerif kötülükle mücadelenin stratejisini verirken bir metot da öneriyor. Kötülüğe karşı verilecek mücadele hadisteki sıralamanın tam tersi ile işlemeye başlar. Şöyle; önce bir kötülüğe kalben buğz edersin yani bütün zerrelerinle onun kötülük olduğunu hisseder ve tiksinti duyarsın. Sonra seninle aynı içsel hisleri paylaşan birilerini bulur ve bunun kötülük olduğunu dile dökersin. Bu ikinci aşamada kişi sayısı ve şartlar öyle bir hâle gelir ki artık bu kötülüğe elle müdahale etmek gerekir. Burada sayılan birinci aşama fert olmayı, ikincisi cemaat olmayı, üçüncüsü ise devlet olmayı ifade eder.

Cahiliye'den ne anlamalıyız?
Cins

Ortaya çıkış sebebi

Hılfu’l-Fudûl’e cemaat dememin sebebi şudur; bu hareketin fertler üzerinde fiili bir yaptırımı yoktu. Bir kişiyi işlediği bir zulümden dolayı cezalandırması mümkün değildi. Ama o kötülüğün oldubittiye getirilip üstünün örtülmesine engel olacak bir kamuoyu oluşturabiliyordu. Bu hareketin icraatları arasında zikredilen örneklerde hep suçlanan kişinin evinin etrafının sarılması, şehrin en canlı yerlerinde meselenin yüksek sesle ifşa edilmesi gibi kamu vicdanını harekete getirmeye yönelik uygulamalar görürüz. Suçluyu cezalandırmak mümkün değildi, çünkü Mekke oligarşik bir yönetimle idare ediliyordu. Köklü bir devlet geleneğiyle adalet ve yargı sisteminin bulunmadığı Mekke’de toplumsallığın tek mercii kabile idi. Eğer bir suçlu güçlü bir kabilenin ferdi ise kimsenin onu cezalandırmaya gücü yetmezdi.

Yok, eğer zayıf bir kabileye mensup ise onun cezasını kabilenin tamamı çekerdi. Bundan dolayı zayıf bir kabile kendinden daha güçlü olana sığınır ve onun boyunduruğunda hayatta kalmaya devam edebilirdi. Kabileler bugünkü ulusal devletleri andırsa da konum ve işlev açısından bugün anladığımız devletten çok farklıydı.

  • Hılfu’l-Fudûl’ün oynadığı etkin rolü anlayabilmek için bu ittifakın nasıl ortaya çıktığına bir göz atmak gerek. Malum, her sosyal hadise bir öncesinin sonucu, bir sonraki hadisenin ise sebebidir. Ficar Savaşı sonrası oluşan sosyoloji Hılfu’l-Fudûl’ü ortaya çıkarmıştır. Ficar Savaşı adından da anlaşılacağı gibi -günah anlamına gelen “fücur”la aynı anlam köküne sahiptir- haram ayda yapılmasından dolayı hem savaşın tarafları hem de çevre kabileler tarafından büyük bir günah olarak telakki ediliyordu.

Bu savaşlar toplam 4 yıl sürmüş ve Efendimiz’in de 20 yaşlarında katıldığı savaş, hem en kanlısı hem de sonuçları itibarıyla en fazla etki bırakanı olmuştur. Bu savaşın ardından Mekke’de emniyet ve güven ortamı kaybolmuş, hırsızlık ve haksızlık artmıştı. Bu durumun Mekke’nin ticaretine de olumsuz yansımaları oldu. Haram ay ihlaline dayanan bir savaşın mukaddes mekânın kutsiyetini zayıflatması anlaşılır bir durum. Ticaret güven ortamı ister. Zaten Arapların haram ay uygulamaları biraz da bölgedeki bu ticaret ağının rahat işlemesi içindi. Hılfu’l-Fudûl’ü ortaya çıkaran bu sosyolojinin sembol birkaç örneği zikredilir kaynaklarda.

Ficar Savaşı sonrası oluşan sosyoloji Hılfu’l-Fudûl’ü ortaya çıkarmıştır.

Sembolik örnekler

Yemen’de bulunan Zübeyd kabilesine mensup bir tüccar bir miktar mal getirip Mekke pazarında As bin Vail’e satmıştı. Fakat sattığı malın parasını tahsil edemediği gibi bir dizi hakaret ve saldırıya maruz kaldı. Bunun üzerine çaresiz kalan adam Mekke sokak ve mahallelerinin en hareketli olduğu saatte Ebu Kubeys tepesine çıkarak başına gelen hadiseyi herkesin dikkatini çekecek bir şekilde dile getirdi. Bunun üzerinde bir grup güzel insan Abdullah bin Cüd’an’ın evinde toplanarak Hılfu’l-Fudûl’ü kurmaya karar verdi. Hılfu’l-Fudûl’e sebep olan bu hadisenin kahramanının Yemenli oluşu bu teşebbüsün Ficar Savaşı ile münasebetini gösterdiği gibi savaşın açtığı yarayı tamir etmek ve öncesindeki ticareti mümkün kılan huzur ortamını yeniden tesis etmek gibi bir amacın hedeflendiğini de gösteriyor.

  • Çünkü son Ficar savaşında Kureyş, Hevazin’e karşı Yemen Hirre Krallığı arasındaki ticaret yolunun hâkimiyeti için savaşmıştı. Bu hareketin ilk temellerinin evinde atıldığı Abdullah bin Cüd’an silah tüccarıydı ve çoğunlukla Şam’dan aldığı silahları güney kabilelerine satmakla maruftu. Dolayısıyla bu ve benzeri hadiseler her şeyden önce Mekke’deki tüccarların ticaretlerini olumsuz etkiliyordu.

Bu anekdot hareketin ortaya çıkışındaki psikolojik arka planı da verir bize. Özellikle bir hadise karşısında aynı meslek erbabının diğerlerine nazaran daha fazla tepki göstermesi empatik reaksiyondan kaynaklanır. Bu işe ilk teşebbüs edenlerin ticaretle uğraşan kişiler olması anlaşılır bir durumdur. Bu hareket çok kısa zamanda önemli icraatlara imza attı. Kendilerine ulaşan her türlü hukuksuzluğa karşı müdahale ediyor ve net sonuçlar alabiliyorlardı.

Ticaret güven ortamı ister. Zaten Arapların haram ay uygulamaları biraz da bölgedeki bu ticaret ağının rahat işlemesi içindi.

Mesela Has’am kabilesinden biri kızıyla beraber umre yapmak için Mekke’ye gelmişti. Tavaf esnasında Nübeyh bin Haccac isimli Mekkeli zengin ve nüfuzlu bir adam, kızı babasından zorla alarak evine götürdü. Adam çaresiz bir vaziyette feryat ederken kendisine Hılfu’l-Fudûl’e müracaat etmesini söylediler. Adam denileni yaptı. Örgütün mensupları hadiseyi duyar duymaz kılıçları kuşanıp mezkûr şahsın evini kuşatarak kızı geri istedi. Bunun üzerine adam en azından bir gece benimle kalsın şeklinde bir ısrarda bulunsa da buna müsaade etmediler ve adam kızı teslim etmek zorunda kaldı.

Ortadan kalkma sebebi

İbn-i Haldun “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür” der. Aslında bu yasa bütün sosyal hadiseler için geçerlidir. Hılfu’l-Fudûl doğmuş, gelişmiş ve zamanla yok olup gitmiştir. En fazla sorulan sorulardan biri şudur; İslam’dan sonra Hılfu’l-Fudûl’e ihtiyaç var mıydı? Ya da İslam Hılfu’l-Fudûl’ün yerini almış mıdır? Efendimiz’in “Bugün olsa yine katılırım” demesinden anlıyoruz ki İslam, Hılfu’l-Fudûl’ün alternatifi değil, belki Hılfü’l-Fudûl İslam’ın hedeflediği sosyal adaletin tesisinde rol alacak alt bir birimini temsil eder. İslam hayatın ruhudur. İnsanın inanç, düşünce ve bütün sosyal yaşamına hâkimdir. Doğumundan ölümüne bütün hayatı çepeçevre kuşatır. Hılfu’l-Fudûl’ün zamanla etkisini kaybedip yok olmasının dört nedeni var;

''İbn-i Haldun “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür” der. Aslında bu yasa bütün sosyal hadiseler için geçerlidir.''

1-) Bir inancı yoktu. İnsanın olduğu gibi insanî oluşumların da motoru inançtır. Bu inanç dinî olmak zorunda değil. Fakat gözüyle gördüğü şeyin ötesinde ruhunu sarmalayıp gizemli yanını devreye sokmayan her türlü hareket, zamanla heyecanını kaybedecektir. Heyecan ruhla ilgili bir durumdur. Bu anlamda Hılfu’l-Fudûl ruhsuz ve yüreksizdi.

2-) Bir ideolojisi yoktu. Net bir fikir ve felsefeden yoksun oluş harekete olan güveni yok eder. Bu tarz tekevvünlerde en çok sorulan soru “Biz kimiz, ne yapıyoruz ve neyi amaçlıyoruz?” şeklinde sağlam bir fikir örgüsüyle cevaplanacak sorulardır. Bu sorular her zaman dile gelmeyebilir fakat her mensup bu soruları farkında olmadan içinde hisseder ve zamanla sorular sorunlara dönüşür. Sonuç olarak Hılfu’l-Fudûl fikirsiz ve felsefesizdi.

Hılfu’l-Fudûl’ün zamanla etkisini kaybedip yok olmasının dört nedeni var.n

3-) Karizmatik bir lideri yoktu. Birden fazla ve birbirinden farklı kişilerden meydana gelen cemaatlerde lider kültü daha da önemli bir hâl alır. Lider iradedir ve irade tabiatı itibarıyla tek olmalıdır. Kolektif yönetimler son derece sığ şekilde belirli bir amaca hizmet edebilirler, fakat uzun soluklu ve adalet gibi insanlığın en zor meselelerinden birini gerçekleştirmeye azmetmiş bir cemaatin her kafadan bir sesin yükseldiği bir yönetimle yürümesi düşünülemez. Bu açından Hılfu’l-Fudûl iradesizdi.

4-) Sosyal bir hadiseye bağlı olan hareketler onları ortaya çıkaran sebepler izale olduğunda anlamlarını kaybeder. Hılfu’l-Fudûl savaş sonrası doğan kaostan dolayı kurulmuştu. Fakat nispeten kargaşanın son bulup nizamın tesis edilmesiyle zamanla anlamını yitirdi. Bu tarz hareketler saman alevidir. Zamanın bir anından sıçrayan bir kıvılcım gibi. Bir an parlayıp etkili olur, sonra yok olurlar. Öfkeyle alınmış bir karar veya çok mutlu anda verilmiş bir söz gibi sebepler yok olduğunda sonuçların da varlık zeminleri kaybolur. İslam’ın ortaya çıkışında travmatik sosyal sebepler arayan oryantalistlerin bir türlü içinden çıkamadıkları konudur bu. İslam’ı ortaya çıkaran sembolik travmatik, sosyal bir olay yok. İslam, insanlığın kronikleşmiş ve kıyamete kadar hep var olabilecek problemlerinden dolayı Allah tarafından insanlığa tenezzülen gönderilmiştir.

İdeal ile gerçek arasında - Ficar Savaşı -
Cins

Erdemliler cemaati ve İslam

Hılfu’l-Fudûl Hz. Peygamber’in İslam öncesinde de sosyal bir şahsiyet olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnektir. O yaşadığı toplumun problemlerinden bihaber, izole bir hayat sürmüyordu. Sosyal bir kriz olan Ficar’da bulunduğu gibi bunun hemen ardından ortaya çıkmış olan çözümün de bir parçası olmuş ve Hılfu’l-Fudûl’de etkin rol almıştı. Akıp giden yaşamdan bağımsız değildi. Bundan dolayı ileriki yıllarda mağaraya çekilişi istisnai bir durum olarak anlatılmıştır. Onun sosyal bir insan olduğunu gösteren en önemli delili budur. Her peygamberin vahiy öncesi bir arayış dönemi olmuştur. Hz. İbrahim’e yıldızlara, güneşe, aya rabbim dedirten, Hz. Musa’yı takatinin en son deminde “Ya Rabbi, artık bana inzal ettireceğin şeye muhtacım” diye yakartan hakikat arayışıdır. Hz. İsa’nın Beytü’l-Lahm’de inzivaya çekildiği ve 3 yıl kimseyle görüşmeden itikâf yaptığı bilinir. Efendimiz de vahiy gelmeden önce içinde yaşadığı toplumun dönüşümü için büyük mücadele verdi.

Hılfu’l-Fudûl, Hz. Peygamber’in İslam öncesinde de sosyal bir şahsiyet olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Başta Efendimiz olmak üzere bütün peygamberler yaşadığı çağın ürettiği kötülüklerle mücadele ettikleri için seçime mazhar olmuşlardır. Hılfu’l-Fudûl’ün zamanla heyecanını yitirip tasfiye olması, artık daha esaslı bir çözüme olan ihtiyacı belirginleştirmiştir. Bireysel olarak kötülüklerden arınmış insanların oluşturacağı birliktelik, kötülükle mücadele edebilir ve ancak böyle bir cemaat yeryüzünden küfür ve fesadı söküp atabilirdi. Kötülükle mücadelenin ilk aşamasını yani kalple buğz etme kısmını tamamlamadan oluşmuş bir hareket kötülükle mücadele edemez. Bundan dolayı ilk inen ayetler önce Peygamberin kendisini terbiye eder. İlk emirler ilk Müslüman’a yöneliktir: “Elbiseni temiz tut, geceni ihya et, iyilik edip başa kakma” der. Vahiy önce Peygamber’i inşa etmiş, sonra onunla insanlığı terbiye etmiştir. Bundan dolayı o gökyüzünün öğrencisi, yeryüzünün öğretmeni olmuştur.