İyiliğin yurdu Türkiye

NEŞE KUTLUTAŞ
Abone Ol

Dönüp, bu milletin hiç olmazsa milli mücadele tarihini bir daha okuyun, sonra “Domuzlar Diktatoryası”nın utanç verici bir sessizlikle karşıladığı Irak, Libya ve Afganistan’daki işgale bakın.

Bu yazıyı; mensup oldukları tabela idiyetlerini bir kenara bırakıp okumayı başarabilecek olan merhametli insanlar ve Hesap Günü şahitliği için yazıyorum. Şimdi desem ki size; Suriye’de büyük bir dram yaşanıyor; İHH ile İdlib’e gittiğimizde; bombalarla sakat kalan kadınları, çocukları gördük, hepsinin yiyeceğe, giyeceğe, şefkate, merhamete ihtiyacı var desem, çoğunuzda bu tablonun tam manasıyla karşılığını bulacağından emin değilim. Merhamete, şefkate, iyiliğe dair kavramların hepsinin içi öyle bir silkelenerek boşaltıldı ki bırakın tesirini, kelimelerin manası bile fersah fersah özünden ayrı düştü. Konuşurken, “büfeden ekmek al” la , “Suriye’deki saldırılarda bugün 10 kişi öldü” cümlesinin arasında en ufak bir ton farkı bile kalmadı artık.

Peki, ne yapmamız gerekir?

Allah’ın kalbimize üflediği merhametin izlerini bulmaya çalışmak iyi bir başlangıç olabilir. Irk, din, dil, gibi bizi birbirimizden ayıran özelliklerimizin tümünü, farktan çok hakla tanımlamadığımız takdirde, kulağımızın üzerine yatıp bütün zulümlere bir kılıf bulabiliriz. Bu bağlamda merhamete yolculuk kaçınılmaz gözüküyor. İHH’nın organizasyonu ile bulunduğumuz İdlib’te, tahayyül edemeyeceğimiz ağır imtihanların küçük bir parçasını gördükten sonra,“insanlık” kendisine atfedilen değere o kadar da layık mı emin değilim artık. Bu imtihanın her bir parçasında insan var. İnanıyorum ki, her bir imtihan yalnızca ona maruz kalanların değil tanıklık edenlerin de imtihanı. Hak ve adalet kavramlarıyla, gökyüzünde bir an yanıp sönüveren yıldızların ömrü kadar bile tanışık olmayan insanların hayatında parlayan bir umut ışığı İHH, İdlip’te ve dünyanın her yerinde. Savaş mağdurlarının, başlarına gelen onca musibetten ve umuda bile küsülebileceğini gördükten sonra, İHH’nın umut ışığını oraya gidemeyenler için de taşıdığını görmek nasıl bir teselli anlatamam.

İHH çalışanı gençler bizim bırakamadıklarımızı arkalarında bırakarak, bizim vazgeçemediklerimizden vazgeçerek canla başla çalışıyor ve ölçülü biçili hayatların karşısına tek ölçü olarak merhameti koyuyorlar. İHH’nın yetimhanesinde kalan 30 çocuk ve 12 yetim annesiyle tanıştığımızda hepimiz insanlığımızdan utanıyoruz; muazzam bir misafirperverlikle bizi ağırlıyor şehit eşleri, yetim anneleri. Gözlerinde hüzün vardı desem çok ayıp etmiş olurum, gözlerine baktığınızda kalbinizi paramparça eden derin keder, bugüne dek tarifi yapılmış olan bütün acıları da içinde barındıran ve onun da üzerine çıkan bir şey. Cesaret edip de size tebessüm eden gözlerine bakınca anlıyorsunuz, feci dokunuyor insana. O acı tebessümlerin ötesini görmek istiyorum; ne düşünüyorlar hakkımızda, kardeşlik hisleriyle geldiğimizi hissettirebiliyor muyuz mesela, ya da onları öylece bırakıp geri dönecek olmanın mahcubiyetini yaşadığımızı anlamışlar mıdır?

Belki de birdenbire çevrelerini saran ve birazdan gidecek olan bu kalabalık daha da büyük bir acıya dönüşmüştü içlerinde kim bilir. İHH’nın canla başla çalışan gençlerinin hepimizin adına ve hep yanlarında olacağını bilmek şükür ve teselli vesilesi. Dr. Faiz Matar’la tanışıyoruz. Matar, Suriyeli bir profesör, arkadaşlarını kurtarmak için kuşatma altında bir bölgeye girdiği esnadaki bombalamada, diz kapağı tamamen parçalanıyor ve sol bacağını kullanamıyor. Çok zor şartlar altında getirildiği Türkiye’de 6 ağır ameliyat geçirdikten sonra, ülkesine dönüp kendisi gibi olan savaş mağdurlarına İHH’nın desteği ile bir fizik tedavi merkezi açarak yardım etmeye başlıyor. Yine İHH’nın lojistik desteğiyle kurduğu Tıp Derneği’nin binası baştanbaşa Türk bayraklarıyla bezeli. Bugüne dek 1000 hastayı iyileştirip yeniden hayata kazandırmış Dr. Matar. Aslında bir tıp fakültesi görevi görüyor dernek. Temel tıp ve fizik tedavi uzmanlığı eğitimi alan gençler hemen savaş bölgelerinde hizmet etmeye gidiyorlar.

Dr. Faiz Matar (solda)

Merkez, her gün 120 civarında hastaya hizmet veriyor. Bunlar işin yalnızca teknik kısmı; insan hikâyelerine gelince nefessiz kalıyorsunuz. İki gözünü bir bacağını kaybeden ve nişanlısını şehit veren Fatima tedaviden sonra yürümeye başlamış. Buruk sevincini görmeyen gözlerinden okuyabiliyorsunuz. 37 yaşında gencecik bir kadın olan Şehide ise tüm çocuklarının, kız kardeşinin, onun bütün çocuklarının ve eşinin parçalarını toprağa vermiş. Evet, parçalarını… Bir eli ve bir bacağı yok kendisinin de. Türkiye’de 11 ameliyat geçirmiş. Genç kadının Arapça cümlelerinde, neredeyse tercümeye gerek bırakmayan bir kararlılık ve yakarış var. İstediği bir şey var mı diye soruyor Erhan: “Allah’tan tek bir dileğim var; bedenleri paramparça olan dört çocuğumun ve kocamın ayrı ayrı kabri olsun. Allah beni bir an önce yanına alsın ve beni de çocuklarımın mezarına gömün” diyor. Türk halkından da helallik istiyor. Utanıyoruz.

Sonra Faysal’ın videosunu izlettiriyor Dr. Faiz; Faysal iki gözünü de kaybetmiş bu alçak savaşta. Ve Faysal’la röportaj yapılıyor. Sunucu genç, “sana şimdi bir mucize bahşedilse ve iki gözünü de tekrar kazansan ne hissederdin” diyor. Faysal “istemezdim, kör olan gözlerim Allah’ın huzuruna çıkacağım gün, O’ndan karşılığında cennetini beklediğim nişanelerim olacak” dediğinde sunucu genç mikrofonu bırakıp hüngür hüngür ağlıyor. Ve o anda yine ağlayan tekerlekli sandalyedeki başka bir genci görüyoruz; haykırarak ağlıyor genç. Başı hariç, bedeninin hiçbir kısmı hareket etmeyen ve o güne kadar hiç konuşmamış olan o genç de Faysal’ın dediklerini duyup, o güne kadar olan küskünlüğü için af diliyor Allah’tan. Dr. Faiz, İHH ile birlikte yokluğun, yoksulluğun, savaşın tam da göbeğinde her gün mucizeler gerçekleştiriyor. Yakılıp yıkılan her bir evin, her bir hayatın, her bir hayalin karşılığında, hayata hayat katmaya devam ettiği için Allah’a şükrederek, tutku ve heyecanla anlatıyor yapılanları. Böylesine gerçek iyililerle tanıştığınızda kendinizi kötü olarak görmeseniz bile oldukça yetersiz hissetmekten kurtulamıyorsunuz bir türlü.

Bir şeyler yapmalıyım düşüncesinin sonu yine İHH’ya dayanıyor, şehit eşlerinin ücretli çalıştığı sargı bezi fabrikasında kurtarılmış bölgelerin yüzde 90’ına ücretsiz sargı bezi sağlıyor İHH. Daha önce yakılan Reyhanlı’daki ekmek fırını yeniden faaliyette çok şükür ve günlük 170 bin ekmek üretiyor, Suriye içindeki fırınlarla birlikte toplamda 2 milyon ekmek dağıtılıyor her gün; yıkımın karşısında hayat, ölümün karşısında hayat, zulmün karşısında hayat katıyor insanlara İHH. Konuşma esnasında bir ara, âlimlerin felaket yaşanan Doğu Guta için “bu şartlarda kedi eti yemek caizdir” fetvası verdiğini öğreniyoruz. Tüylerim diken diken; kedi etini siz yiyin diyesim geliyor “âlimlere”. İzzetimiz ayaklar altındayken kedi etine icazet veren bu “fetva” hepimize yetmeli öyle mi? Bin türlü sapıklığa, pisliğe batmış, ketçaplı, kolalı, nalınlı, kedicikli fetvacıları kendi ülkemde her gün gördükten sonra buna şaşırmıyorum elbette. Şundan emin olun ki; verdiğiniz her bir kuruş İHH tarafından bir hayrın içinde yoğrulup yetime, yoksula, mustazafa ulaşıyor.

Düşünür George Santayana : “Geçmişi hatırlamayanlar onu bir kez daha yaşamak zorunda kalır” diyor. Geçmiş bir türlü geçmiyor burada. Kıtlık, ölüm, yetimler, kolu bacağı, gözü bombalarla yok edilen çocukların sarsıcı geçmişini, umut vadeden bir geleceğe taşıyor yine de İHH. İçlerinden hayatta kalabilenlerin doktor, öğretmen, mühendis, edebiyatçı olacağı çocukları geleceğe hazırlıyor. İdlib Rahmet Köyü’nde, eğitim araç gereçleri, Atme ve Kerame Mülteci Kampı’nda 970 çocuğa oyuncak ve başka hediyelerin dağıtımını yapıyoruz İHH adına. “Eğitim” yazıp 3072’ye gönderilen bütün mesajların maddi karşılığı tek tek iletiliyor yani. Yardımınızı hangi başlık altında gönderiyorsanız kuruşu kuruşuna oraya ulaştırılıyor. En son Doğu Guta’da yaşanan felaketten sonra İHH oraya da ulaşıyor çok şükür. Ancak eğitim, bu haksız, alçak, izahı olmayan savaşın ortasında en büyük ihtiyaçlardan. Bunu gözlerimizle görüyoruz.

Gerçekliği değerlendirmek giderek güçleşiyor bu tabloda ama Doktor Faiz Metan’ı dinlemek ve binlerce insanın üzerinde oluşturduğu etkiyi görmek, İHH’nın gönüllü çalışanı Mustafa Çağlı’yı, Yetim sorumlusu Regaib’i, tercümanımız Erhan’ı tanımak yaptıkları iyiliklere tanık olmak, insanlığın Habil kutbuna dâhil olmanın nasıl bir güzellik olduğunu gösteriyor. Öyle basmakalıp bir iyilikten bahsetmiyorum. Ölümle burun buruna, insanın hayatını gerçekten iyiye dönüştüren bir iyilik bu. İdlib Rahmet Köyü’nde, çadırlarda yaşayan insanlara 100 hanelik bir ev yapılmış İHH tarafından. Önlerinde ekip biçebilecekleri toprağı da olan 65 metrekarelik iki oda bir salon evlere adım atan hanımların çığlık çığlığa sevindiklerini heyecanla dinliyoruz. Rahmet Köyü’nün batısında satın alınan arazi üzerinde, aynı tasarıma sahip 1564 ev daha yapma projesi var İHH’nın. Projeye şimdiye kadar yalnızca Pakistan’dan 100 evlik bir destek gelmiş. 10 bin dolara mal olan bu evlerin yapımı için elbette yine desteğe ihtiyaç var. Yol arkadaşlarım, Sinan Albayrak, Emin Bajric, Enes Demir, Mukadder Kırbaş, Zahide Ceylan, Yağmur Elşerif, Özlem Akgüç, Esre Demirci, Sema Arslan, Nurgül Karagül’le birlikte İdlib’ten ayrılırken, kalbimizden bir parçayı da yetimlerin yanında bırakıyoruz.

İdlib’ten ayrılırken, kalbimizden bir parçayı da yetimlerin yanında bırakıyoruz.

KANIMIZIN DÖKÜLDÜĞÜ TOPRAKLAR ELBETTE BİZİMDİR

İdlib’teki Türk Birliği’nde her biri bir kahraman Mehmetçiklerimizle tanıştık, pırıl pırıl gençler, hepsi aydınlık yüzlü, yüksek moral ve motivasyonla bizim için görev başındalar. O Mehmetçiklerden Afrin’de kanı dökülenler de var. Şunu herkesin çok iyi bilmesi lazım, kanımızın döküldüğü topraklar bizim topraklarımızdır, hiç kimsenin değil! Şehitlerimizi, istatistiklerin verilerine giren sayılardan ibaret görmeyi zül sayarım; onların hepsi umudu, hayali, tutkusu olan gençler ve bu vatanın evlatlarıydı, bizim evlatlarımız. Şehit kanı dökülen topraklar da elbette ki bizim topraklarımızdır.

Çok mu “milliyetçi” buldunuz?

Dönüp, bu milletin hiç olmazsa milli mücadele tarihini bir daha okuyun, sonra “Domuzlar Diktatoryası” nın utanç verici bir sessizlikle karşıladığı Irak, Libya ve Afganistan’daki işgale bakın ve kimlerin o toprakları aslında pek de zahmetsiz nasıl gasp ettiğini görün olur mu! “Efrin’de katliam var” diyen Türkiye’deki teröristlerle bu alçak gaspçılar müşterek hareket ederek bizim topraklarımızı yağmalamaya niyetlenmişken, “Vefalı Türk”ün kendi kanını döktüğü topraklar artık özgür, emin ve öz beldelerimizdir. Bu böyle biline!